Her şey kimliğini yırtıp atmasıyla başlamıştı. Onu bağlayan her şeyden
kurtulmayı amaçlamıştı bu şekilde. İsimler, ülkeler ve diğer her şeyden
kurtulmanın özgürleşmesi için yeterli olacağına inanmıştı. Bu şekilde karanlık
odasında otururken kimliğini parçalara ayırmıştı. Zannetmişti ki bunu yaparsa
kendisi olabilirdi. Çok uğraşmıştı kendisi olabilmek için. Ona ne yapması
gerektiği söylemeden yaşamayı çok düşlemişti. Ancak insanlardan, düşüncelerden,
adetlerden, sistemlerden kurtulmanın bir yolunu bulamamıştı. Kendini kimliksiz
yapma fikri de bu noktada çıkmıştı. Aslında o var olmazsa eğer onu
kısıtlayamazlardı.
Hayatını düşündükçe hayatının ona ne kadar az ait olduğunu gördü. Aldığı tüm
kararlar başkasınındı. Başkaları istediği için doğmuş, büyümüş, okula gitmiş,
meslek seçmiş, kısaca yaşamıştı. Hayatını başkalarının kontrol ettiğini
öğrenmek geçmişinin onun için anlamsızlaşması demek oluyordu. Geriye doğru
bakıyor ve hiçbir şey göremiyordu. Geçmişi olmayan kimsenin geleceği de
olmazdı. Bu yüzden gelecek aynı geçmiş gibi kapkaraydı. O kadar karanlıktı ki
hayatı sanki hiç yaşamamıştı. Bütün bunları bilmek onu hareketsiz bırakıyordu.
İki tane farklı "O" vardı içinde. İlkinde hayata yak uydurmaya
çalışan, başkaları gibi olmayı istiyordu. İkincisinde ise bu hayata ait
olmadığını söylüyordu kendine. Fantastik bir dünyada yaşamak, hiçbir kurala
bağlı kalmamak istiyordu. Bu iki "O" sık sık çatışırdı. Son zamanlara
kadar çatışmaları kazanan hep ilkiydi. Ancak her şey değişmişti. İkinci kişiliğinin
sesi o kadar yüksek çıkmaya başlamıştı ki bu hayata ait olmadığını
düşünüyordu.
Ancak kimliğini kırmak hiçbir şeyi değiştirmemişti. Yine aynı şekilde üzgün,
küskün ve kırılmış hissediyordu. Aslında onun kim olduğu bir kaç satırdan
ibaret değildi. Özgürleşmesi için kendisinden kurtulmalıydı. Kim olduğu bir
maskede saklıymış gibi onu çıkarmalı ve uzak bir yere fırlatmalıydı. Hiçbir
zaman istediği yere gidip istediğini yapamadığını fark etmişti bir süre önce.
İstediğini düşündüğü şeyleri de gerçekte istemiyordu. Hiç bir duygusu ona ait
değildi aslında. Sadece çok büyük bir yalnızlık vardı içinde.
Bir taraftan bunları düşünürken diğer taraftan yüzündeki maskeyi çıkarmaya
çalışıyordu. Tırnakları yanaklarına batıyor ve fırlatıp atacak bir şey
arıyordu. Bağdaş kurarak yatağının üzerine oturmuş bir yanına kocaman bir
hiçlik almıştı. Başını avuçlarının arasında sıkıştırmıştı. Derisinden başka
koparabilecek hiçbir şey bulamayınca hayal kırıklığına uğramıştı. Kendisinden
nasıl kurtulabilirdi bilemiyordu. Onu bağlayan zincirlerden kurtulmasının bir
yolu var mıydı bilmek istiyordu.
Başı avuçlarının arasında oldukça uzun zaman geçirmişti. Düşünmek istiyor
ama ne düşüneceğini bilemiyordu. Aklında sadece nasıl kendisi olabileceği
vardı. Onun geçmişinin veya geleceğinin olması, şimdiye kadar hiçbir şeyi
yaşamaması onu tüm sorumluluklardan kurtarıyordu. Hayatı o yaşamamıştı ki
sonuçlarına katlanacaktı. Yaşadığı hiçbir şey ona ait değildi. Başka birisi
yaşamıştı hepsini. Mutluklar, acılar, hüzünler hep o başkasına aitti. Ben
şimdiye kadar ne yaptım diye soruyordu kendine. Verebilecek bir cevabının
olmaması ise hissettiği duygular karmaşasına kekremsi bir acıyı da katıyordu.
Uzunca bir süre daha geçtikten sonra başını kaldırıp kimliğinin parçalarına
baktı ve tekrar geçmişe döndü. Sahte olan bir tek o değildi. Herkes aynıydı.
Herkes onlara söylenenleri düşünüyor, onlara söylenenleri yapıyordu. O ne kadar
kendi olamamışsa başkaları da olamazdı.
Aslında bir zamanlar onun bir kişiliği vardı. Fakat zaman geçtikçe
çalınmıştı ondan. Yavaş yavaş, azar azar, damla damla kaybetmişti kim olduğunu.
Bir diğer taraftan kimliksizliğiyle yüzleşiyordu. Her ne kadar kendisi
olamadığından şikayet etse de hiç kimse olmuştu. O bir başkasının kimliğini
parçalamış ve yerine kendisininkini koyamamıştı. İnsanın kendi bedenine
yabancılaşabileceğini öğrenmişti. Ellerine bakıyor ve onları daha önce hiç
görmediğini düşünüyordu.
Derin bir nefes aldı. Amacı içinde bulunduğu çıkmazı biraz hafifletmekti.
Ayağa kalktı ve yüzünü yıkamak için banyoya doğru yürüdü. Yürürken evindeki
eşyalara bakıyor ve hiçbirine anlam veremiyordu. Her şey anlamsızdı duvardaki
tablolar dahil. Zihninde o kadar fazla olay aynı zamanda oluyordu ki hangisini
düşüneceğini bile bilemiyordu. Zaman o kadar yavaş akıyordu ki banyoya giderken
attığı bir kaç adım bir kaç ömür kadar uzun gelmişti ona.
Banyoya gittiğinde ilk olarak musluğu açtı ve başını soğuk suyun altına
soktu. Soğuk su yüzünde dolaşırken içi ürperiyordu. Korkuyordu ne olacağından,
ne olduğundan. Bir süre sonra üşüdüğünü fark edince başını kaldırıp saçlarını
geriye doğru attı. Islak saçlarından damlayan su sırtını kaplamıştı. İki elini
lavaboya dayadı ve aynaya baktı. Eskiden, başkalarına göre güzel sayılabilecek
bir yüzü vardı. İnsanlar ona bakardı hep o da güzel olduğunu düşünürdü bu
yüzden. Şimdi ise aynaya bakıyor hiçbir şey göremiyordu. Sanki su yüzünü de
almıştı ondan. Sanki yüzündeki tüm detaylar eriyip gitmişti. Aynaya bakıyor ve
yüzü olmayan bir kız görüyordu sadece.
İnsanın bir dayanma sınırı vardı. İnsan o sınıra kadar olan olayları
kabullenebilir ve onlarla yaşamayı öğrenebilirdi. Ancak o sınırı çoktan
aşmıştı. Artık o kimliksiz, kimsesiz ve kişiliksizdi. Aynaya bakmaktan kendini
alamıyordu. Düz, beyaz bir yüzü vardı. Ağzı, burnu, gözleri diğer her şey gibi
kaybolmuştu. Sadece kemikleri derisinde küçük çıkıntılara sebep oluyordu.
Yüzünün olmamasını tarif etmek mümkün değildi. Bunların ne anlama geldiğini
kendisi bile bilemiyordu.
Bir yerden başlamalıydı ama hayatına bu şekilde devam edemezdi. Banyodan
çıkıp tekrardan odasına döndü. Öncelikle yeni bir yüze ihtiyacı vardı.
Başkalarının maskelerine benzemeyen sadece ona ait olan bir surat istiyordu.
Çalışma masasının çekmecesini açtı ve kalemlerine baktı. Hepsi çok güzeldi ve
hepsini aldı yanına. Şimdi aynanın karşısına geçme zamanıydı.
Aynanın karışındaki küçük tabureye oturdu ve aldığı kalemleri masanın
üzerine yaydı. Bir yüzü olmasını istiyorsa önce kendine göz çizmeliydi. Kalın
kalemini aldı ve alnın üstü kısımlarına doğru iki tane yuvarlak çizdi. Sonra
kalemini değiştirip göz bebeklerini yaptı. Burnunu ve ağzını yaptıktan sonra
gülümsemeye başlamıştı. Kesinlikle başkalarına benzemiyordu. Onlar gibi maske
takan balonlara benzemiyordu. Bir gün bir iğne değerse başkalarına onlar
patlardı. Maskeleri düşer ve kaybolurlardı. Ancak onun maskesi yoktu. Bu
hayatta maske taşıyamayacak kadar masumdu. Aynada yüzüne bakıyor ve ne kadar
temiz olduğunu düşünüyordu. Çizdiği dudaklar tek bir yalan bile söylememişti.
Oysa başkalarının maskeleri doğru söylemeyi unutmuştu.
O yalanları görmek zorunda değildi. Çizdiği kulaklar sadece gerçekleri
duyacaktı. Aslında yeni yüzü ona çok daha gerçek bir dünya sunacaktı.
Maskelerle görülemeyen hayatı görecek ve onların asla bilemeyeceklerini
bilecekti. Artık bir yüzü olduğuna göre bir sonraki aşamaya geçebilirdi. Şimdi
bir arkadaşa ihtiyacı vardı. Ona asla yalan söylemeyecek, kötü gününde destek
olacak gerçek bir arkadaş istiyordu. Etrafına bir bakındı önce. Sonra bir şey
bulamamış gibi başını eğdi. Bu esnada masasının üzerinde duran dolma kalemi
gördü. Ona asla yalan söylemezdi. Asla ihanet etmez, asla onu yarı yolda
bırakmazdı. O kalem onun en iyi dostu olacaktı. Bütün sırlarını ona anlatacak,
yorgun düştüğü zaman başını ona yaslayacaktı.
Artık yeni bir yüzü ve yeni bir dostu vardı. Şimdi yeni bir hayat kurmalıydı
kendisine. Önce dışarı çıkmaya karar verdi sahte bir dünyaya son kez olsun
bakabilmek için. Giyinmek için gardırobunu açtığında hiçbir moda akımına
uymayacak bir biçimde elbiselerini seçti. Her halde gökkuşağının bütün
renklerini aynı anda üzerinde taşıyordu ama umursamadı sonuçta böyle olmasını
istemişti. Artık hayatının kontrolü başkalarında değildi. Tüm kararları o
verecekti.
Evinden dışarı çıktığında merdivenlerin ışığını açmadı. Görmek için ışığa
ihtiyacı yoktu. Sokağa adımını attığı sırada etrafından geçen insanlara baktı.
Herkes sahteydi. Maskelerini takmışlar ve bir yerlere gidiyorlardı. Hemen hemen
her maske aynıydı. Aynı bakışlar, aynı gözler ve aynı çarpık gülümseme herkesin
ifadelerine hakim olmuştu. Yanlarından geçerken onu fark etmemelerini
umursamadı bile. Biliyordu onu görmeyeceklerdi. Görseler bile unutmaya
çalışacaklardı. Maskesiz birinin varlığını kabul edemezlerdi. Anlayamazlardı
onun yaptıklarını.
Sokakta yürümeye devam etti. Sanki iki farklı dünya varmış gibiydi. İlki
maskeli ikincisi ise maskesizdi ve maskeli dünya maskesizi göremiyordu.
Yürümeye devam ettikçe insanların ifadelerini inceliyordu. Kaç çeşit maske
vardır bunu öğrenmekti amacı. Ancak herkes aynıydı bu aynılık rahatsız ediyordu
onu. Sanki kimsenin olmadığı ıssız bir adaya düşmüş gibiydi. Artık onun
dünyasında kimse yoktu. Bir tane dostu vardı ve onunla belki resim yapar belki
yazı yazardı. Bu hikayenin devamını bilmiyordu ama umurunda da değildi
devamlar. Kendine yeni bir kişilik oluşturmalıydı ve bunu ancak zamanla
oluşturabilirdi. Sadece tek kişilik bir dünyada yaşamak umutlarını paramparça
etmişti. Belki de sonsuz bir yalnızlıktaydı.
Bütün bu düşünceler arasında yürümeye devam etti. Bir bebeğin ilk adımlarını
atıyormuş gibi hissediyordu. Bu yüzden zordu yürümek. Bu hayata alışmak güçtü
ama o sahte insanlarla sahte bir dünyada yaşamayı istemiyordu. Dünyanın toplam
nüfusu sadece kendisinden ibaret olsa bile bunu yaşamayı istiyordu. İnsanları
ve maskelerini gördüğü her an bu isteği giderek artıyordu. Şu koca dünyada tek başına olacaktı, ne
kaybedebilirdi ki?
Evinden oldukça uzaklaşmıştı. Bir parkta oturup biraz dinlenmek istedi.
Nasıl olsa artık hiçbir şey için acelesi yoktu. Biraz eskimiş bir parkın
kapısından içeriye girdi. Küçük adımlarla ilerliyor, yalnızlığına alışmaya
çalışıyordu. Biraz daha ilerledikten sonra yıpranmış bir banka oturdu ve
ayaklarını uzattı. Bulutlu gökyüzüne bakıyorken uzaklara gitmişti. Derken bir
ses duydu "sen." Başını çevirip baktığında kendisi gibi yüzsüz olan
bir erkek gördü. Aynı bugün yaptığı gibi kendine koyu bir kalemle yeni bir yüz
çizmişti. Erkek ona doğru yaklaşırken kız şaşkınlık içindeydi.
"Sen" diyerek tekrarladı erkek "bu dünyada tek olduğumu düşünüyordum."
Kız söyleyecek kelimeler bulmakta zorlandı bir süre. "Hiçbir zaman
gelmeyeceğini düşündüm hep" dedi kız kısık ama güçlü bir ses
tonuyla.
"Herkesin sahte olduğu bir dünyada tek başına olmak çok zor inan. Seni
görmüyorlar bile" diyerek devam etti erkek artık bankın yanına gelmiş
kızın çizgi gözlerinin içine bakıyordu. "Başlarda maskeli olmam
gerektiğini düşünürdüm hep. Şimdi hiçbir şeyim yok ve ben kendimim"
diyerek cevapladı kız ses tonu normale dönmüş ve neşeye bulanmıştı.
"Yalnız yaşayacağını düşünüyorsun hep, yalnız öleceğini. Bu dünyaya tek
başıma geldim diyorsun hep tek başıma da gidebilirim" diyerek devam
etti erkek. Kızın cümlelerinden cesaret almıştı. "Aslında sen tek başına
başkalarından daha fazlasın. Eksilmedin sen aksine çoğaldın." kız
kelimelerini seçerken tereddüt etmiyordu artık. İlk kez içinden geldiği gibi
konuşuyordu.
En kötüsü ne biliyor musun kendini tanıman çok zaman alıyor." erkek
konuşurken bir taraftan kıza bakıyor bir taraftan da geçmişe doğru kısa
yolculuklar yapıyordu. "Ne kadar zamanı alacak bilmiyorum" kız ise bu
esnada sadece geleceğe bakıyordu.
Kelimeler bittiğinde ikisi birbirine bakıp gülümsedi. Konuşacak bir şey
bulamadıkları her saniye ile gülümsemeleri kahkahaya dönüştü. Öyle ki bir süre
sonra nefes almakta zorlanır hale gelmişlerdi. Kız ilk kez gerçekten mutlu
olduğunu fark etti bir damla mutluluk gözyaşı yanaklarında süzülürken. Erkek
ilk konuşan olmuştu "yanına oturabilir miyim acaba?" Kızın hafifçe
gülümsedi ve yana kaydı. Erkeğe ise kızın açtığı yere oturmak kalmıştı. Onların
gerçek dünyasının nüfusu artık bir değil iki kişiydi...