"Oysa ben kapatmıştım kendimi. Kimseyle konuşmuyordum bu
yüzden. Yapabilseydim bir çınarın gölgesine saklanır ve bir daha çıkmazdım
oradan ama yapamadım. Bu yüzden kilitledim kalbimin kapılarını. Pencerelere
tahtalar çaktım, kapıyı zincirledim kimse gelemesin diye. Kendi başıma kalırdım
hep. Bu yüzden o da gelemeyecekti ama zaten inancım kalmamıştı olasılıklara.
İhtimaller kalmayınca olmuyor, yapamıyor insan. Karanlık bir odadasın ve
dışarıya çıkamıyorsun. Kimse yanına gelemiyor senin. Öyle ki gölgen bile terk
ediyor seni.
Yalnızlığın kelime anlamını boş verelim
şimdilik ve biraz da yalnızlığı inceleyelim. Yalnızlık etrafında kimsenin
olmaması değildi aslında. Yalnızlık yanına gelecek kimsenin olmamasıydı. Tek
kişilik bir ömürdü yalnızlık. Bende yalnızlığa gömmüştüm kendimi. Zaten kimsede
gelmedi. Kimse gelip kapımı bile çalmadı. Oysa eskiden insanlarla doluydu
yüreğim. Gelenler giderdi bir süre sonra ama başkaları geldiği için sorun
olmazdı. O zamanlar kimsenin hayatımda kalmamasını yalnızlık sanırdım ama
yanılmışım. Yalnızlık kimsenin gelmemesiydi aslında.
Mesela bir gün gelse birisi ve kapımızı
çalsa. Ben yanlış gelmiştir diye kıpırdamasam ama o tekrar çalsa. Sonra kapının
yanına gidip kim olduğunu ve ne istediğini sorsam. Çay içmeye geldim dese bana.
Çay bayatlamış desem ona, çay günlerdir demleniyor. O önemli değil dese bana.
Bahane arıyoruz ya hep bu sefer ona çay zaten bitmişti desem. O ise tekrardan
demlersin dese bana o güzel sesiyle. Bahane aramaya devam edip ama hiç çayım
kalmadı diye bir yalan uydursam ona. Çayını ben getiririm dese mesela. Ben
kapıyı açıp açmama arasında kalsam ama söyleyecek bir yalanım da kalmasa.
Kapıyı açamam desem ona. Gülümsese. Ben
burada hapisim desem ve o gülümsemeye devam etse. O gülümsediği zaman
aydınlansa karanlık odam ve ben onu merak etsem. Neye benzediğini, nasıl
göründüğünü merak etsem. Sonra kapıyı açamam, attım anahtarı desem ve o kapının
kilidini açıp içeriye gelse. Hiçbir şey söylemeden mutfağa gidip çay demlese
mesela. Kendi evi gibi hareket etse yüreğimin içinde. Sanki beni yıllardır
tanıyormuş gibi baksa bana. Onu yeni tanımama rağmen yıllardır beni izliyormuş
gibi konuşsa.
Sonra çayımızı içsek ve o ayağa kalkıp
burayı temizlemek lazım dese. Elimden tutum beni kaldırsa ve içeriyi
temizlemeye başlasak. Pencerelere çaktığım tahtaları söksek beraber. Sonra yine
çay içsek. Yaşadığım her şeyi ona ulaşabilmek için yaşadığımı düşünsem ve
şükretsem çektiğim tüm acılara.
Sonra o gelse, elimi tutsa ve ben
gitmeyeceğim dese."
Hayaller çok garip aslında. Yüreğimin
içine hapsetmişim kendimi ve bu karanlık dünyamda tek başıma kalmışım.
Yalnızlığın kelime anlamının çok ötesini öğrenmişim bu evde ama bir gün oluyor
ve birisi geliyor. Kapıyı çalmıyor ama. Kapıyı çaldığı zaman ne olacağını
bilmiyorum. Zaten çalmıyor kapımı ama evimin, yüreğimin etrafında dolaşıyor.
Öyle ki onun içeriye gelmesini istiyorum ama kapıları açacak cesaretim yok.
Kapıları açtığımda yine canım yanarsa daha fazla dayanamayacağımı düşünüyor.
Keşke kapıyı çalsa diyorum hatta. O kapıyı çalsa ve çay istese benden.
O kapıyı çalsa ve içeriye gelse. Sonra
ezberlediğim tüm cümleleri unuttursa bana. İyi ki varsın dese mesela.
Kalbimin kapıları kilitledim ben,
pencerelere tahtalar çaktım. Bir zamanlar cümbüş yeri olan yüreğimi susturdum.
O kadar susturdum ki yazı bile yazmadım. Yazmamak işkenceydi benim için ve
yalnızlığım için bunu bile göze aldım. Ancak şimdi o kapının etrafında
dolaşıyor ve ben onu içeriye almak istiyorum. Acaba gelip kapıyı çalacak mı?
Yoksa sessizce gidecek mi yüreğimin kıyılarından. Bilmiyorum ve bu bilinmezlik
benim canımı yakıyor. Belki de ismimi değiştirip yalnızlık yapmalıyım.
Damarlarında yalnızlık dolaşan birisinin yapabileceği fazla bir şey yoktu
aslında.