Düş panayırı - hikaye


Hastanede yaşananları asla unutamıyordu kız. Adamın masalı anlatırkenki sen tonu aklından bir an için bile çıkmıyor, küçük kızın son gülümsemesi gözlerinin önünden gitmiyordu. Hayat bazı zamanlarda ağır bir mesai oluyordu omuzlarına. Onu anlamlı kılma çabası yüzünden yorgun düşmüştü çünkü bir anlamı yoktu hayatın. Yılları hep bu düşünceler sarkacının iplerinde geçmişti. Bu yaşamı istemiyordu ama mecburdu ve yaşıyordu.

O akşam hastanede olmasının sebebi sokakta sinir krizi geçiren kıza yardım etmesiydi. Onunla ilgilenmiş, sakinleştirmiş ve hastaneye götürmüştü. Aslında yanlarından geçip gidenler gibi görmemezlikten gelebilirdi veya ilgilenmez, yardım etmezdi herkes gibi. Ancak insanın bu durumlarda nelere ihtiyacı olduğunu en iyi o bilirdi. Yalnızlığının ona öğrettiği en önemli derslerden birisi de buydu. İnsan bazen birisinin ona “her şey düzelecek” demesini isterdi ve o da bu sözcükleri söylemeyi görev biçmişti kendine. Dayanacak duvar bulamadığında anlamıştı bu görevin kutsallığını.

Tutunacak dal arama uğraşında kendisi hariç hiçbir şey bulamıyordu. Bu hayatı yaşamayı, bu dünyada bulunmayı istemiyordu. Başka evrenler görüyor onlardan birisinde olmanın düşlerini kuruyordu. Sanrılarına mesafeli durabilmek için her yolu deniyordu. Bütün bu kavram karmaşasının arasında ise yaşamaya, bu dünyaya ait olmaya çabalıyordu. Kendisi ile o kadar çok çelişiyordu ki bazı zamanlar anlamı kalmıyordu olayların. Onun için “daha fazlası” vardı ulaşamadığı bir yerlerde.

Kuralları anlamsız buluyor, masallara inanıyordu. İlişkilerden uzak durmasının sebebi özgürlüğünü kısıtlamalarıydı. Başka birisinin kelimelerinde yapamıyor, cümlelerine sığamıyordu. Dört duvarların arası ona asla yeterli gelmiyordu. Daha fazlası saklıydı içinde ulaşmak isteyip de ulaşamadığı. Yaşamının bir amacı vardı ama anlayamıyordu.

İki tane o vardı birini sadece kendisi bilir, kendisi tanırdı, diğerini ise başkaları görürdü. Diğerleri ise çok güzel bir kız görüp ona imrenirdi. Kahkahaları insanlara neşe verirdi, insanların kötü gün dostuydu. Kötü günlerde dost görürlerdi onu. Kendi acıları hariç acıları dindirmeyi çok iyi bilirdi. Onun acıları maddelerden veya insanlardan kaynaklanmazdı çünkü. Başka bir hayat yaşamayı istediği ölçüde seviyordu geceleri yıldızları seyretmeyi.

“Sen meleksin” demişti hastaneye götürdüğü kız “senin kanatların var”. Melek olamayacak kadar günahkâr ve kanatları olamayacak kadar yerleşik yaşıyordu hayatı. Eğer kanatları olsaydı uzak evrenlere seyahat eder ve gerçekliğin hiç olduğu topraklarda yaşardı. Bu düşüncelerinden hiç bahsetmemişti serumlar bağlanmış kıza. Onun o anki mutluluğunu bozmaya hiç hakkı yoktu. Uykuya daldığında yanından ayrılmış ve birkaç oda ötedeki adamın ölüm döşeğindeki kızına anlattığı masalı dinlemişti.  Sonrasında ise kendisini dışarı da ıssız sokaklarda yürürken bulmuştu. 

Sabah uyandığı gölgelerden bir tanesi onu uyarmış, “vaat edilecekler gerçekler değil” demişti. Üniversitede bir gün boyunca sadece bu cümlenin anlamını düşünüp durmuştu. Sonrasında spora gitmemiş ve sahilde düşüncelere dalmıştı. Sinir krizi geçiren kızla da burada karşılaşmıştı ve o içini param parça eden masalı da bu yüzden duymuştu. Gölgenin uyarısını da bunlarla ilişkilendirmişti.

Yanından geçtiği insanların dönüp bakmasına sebep olacak kadar güzeldi ama o bunu hiçbir zaman umursamamıştı. Sokak lambalarının solgun ışığı beyaz teninde parlıyor ve onu koyu gecede biraz daha ön plana çıkarıyordu. Fakat o bunların hiçbirinin farkında değildi, sadece küçük adımlarla ilerliyor ve düşüncelerinde uzun adımlarla koşuyordu. Zihnindeki sesler sessizliği seçtiğinde bir an olsun kendine gelebilmişti. Bir çıkmaz sokakta zifiriye doğru uzanan karanlıktaydı.

Gölgeler etrafını dört bir yandan sarmaya başladığında ne yapacağını bilemez haldeydi. Hepsi aynı anda farklı lisanlarda konuşmaya başladığında kaçmak için bir yol arıyordu. Çığlık atmak, yardım çağırmak istese de yapamadı. Ona uzanmak isteyen elleri savuşturuyordu bütün gücüyle. Uzun tırnaklı parmaklar ise tenini parçalamak için saldırıyordu. Tam bu sırada bir ses duydu “bu taraftan” ve ona yöne doğru koşmaya başladı.

Hangi yöne doğru gittiğinden bihaber olarak ilerledi kimsesiz gecede. Sokakların, evlerin ve yüksek binaların yanından geçti. Hiçbir şeyi düşünmeden sadece koşuyordu bedeni izin verdiği ölçüde. Hesaplayamadığı bir süre sonra daha fazla devam edemiyordu ve ellerini dizlerine dayadı. Sadece nefes aldı yüksek sesle, kaburgalarını parçalamaya çalışan kalbinin sakinleşmesini beklerken. Tekrardan ilerleyebilecek duruma geldiğinde başını kaldırdı, rengârenk ışıklarla süslenmiş, davetkâr bir pano gördü “Düş Panayırı”.

Sadece ismi bile her şeyi unutup ilerlemesi için yeterliydi. Ancak bundan çok daha fazlası vardı önünde. Yüksek sesli müzik damarlarına işliyor, ışıkların dansı onu büyülüyordu. Büyük, renklerle boyanmış çadırlar ileriye doğru uzanıyor, etraflarında heyecan verici gösteriler canlandırılıyordu. Alev üfleyen adam parmaklarıyla istediği şekillere büründürüyordu ateşi diğer tarafta ip cambazları boşlukta yürüyor ve kimse buna şaşırmıyordu. Belki de aradığı değişikliği burada bulacaktı belki de hayatı hiçe saymayı burada öğrenecekti. 

Etrafını hayranlık ve şaşkınlıkla incelemeye bir süre ara verdiğinde hızlı adımlarla ilerlediğini fark etti. Daha fazlasını keşfetmeli ve öğrenmeliydi! Girişten geçtikten sonra kahkahaları duyamıyordu daha fazla. Müziğin neşesi kaçmış gibiydi, az önceki kalabalıktan eser yoktu. Sanki bir anda herkes ortadan yok olmuştu. Ya az önce gördükleri gerçek değildi ya da şu anda gördükleri, iki resmin arasında büyük farklılıklar vardı detaylarda. Keşfetmesi gerekiyordu ve ilerlemeye devam etti.

Boş panayırda renklerin ve küçük çadırların arasında ilerledi. Her çadır rengârenk bezlerle kaplanmış, çeşitli ışıklara süslenmişti. Sanki kaldırım taşlarında değil de renk paletinde yol alıyordu. Etrafında kendisi ve çeşitli yönlere uzanan gölgeleri haricinde kimse yoktu. Ancak bu yalnızlıktan şikâyetçi değildi sonuçta tek kişilik bir ömür yaşıyordu ve bundan dolayı da mutluydu. Küçük çadırlar ilgisini çekmiyordu, panayırın orta yerinde büyük bir çadır vardı ve onun kapısının önünde bekliyordu.

İçeriye girmek ve girmemek arasındaki karar verme sürecindeydi. Bilinmedik şeyler hep ilgisini çekmişti şu güne kadar ancak şimdi içindeki kötü bir his devasa çadır kapısından içeri girme isteğini bastırıyordu. Sanki bedeni onun emirlerini dinlemiyordu, ilerlemesi için emirler veriyor ama bedeni kımıldamıyordu. İçeriden gelen müzik sesini dinliyor ve bir şeylerin olmasını bekliyordu. Bir anda karşısında birisi belirdi. Aslında “bir anda” geçen zamanı ifade etmek için yeterli etmek için fazlasıyla uzun kalıyordu. Orada kimse yoktu sonrasında karşısında renklere bulanmış bir cübbe giymiş, yüzünü makyaj kutusuna daldırmış gibi duran bir adam vardı. Orta boylarlardaydı aslında kızdan hayliyle kısaydı, yaşını yüzündeki makyajdan dolayı anlamak mümkün değildi. Cübbesinin her yanından keseler sarkıyor, attığı ufak bir adımda bile keselerin içindekiler farklı bir senfoninin notaları oluyordu.

“Düş Panayırına hoş geldin güzel kız” dedi ve gülmeye başladı. Kahkahaları sadece neşe barındırıyordu içinde, kesinlikle yapmacık değildi. Ses tonundan yaşını kestirmek zaten mümkün değildi.

“Burası neresi?” diye sordu kız. Sesi tedirgin ve bir o kadar da heyecanlıydı.

“Düş Panayırı demiştim zaten hadi gel ve fazlasını öğren” bu teklife karşı koyamazdı kız. Burada farklı bir şeyler vardı bunu soluduğu havada, baktığı her yerde görebiliyordu. Çadırın içerisinde her ne olursa olsun bu onun hep beklediği, sıradan dünyadan kaçışı için güzel bir fırsattı. Bu şansı tepemezdi ve önünde dans ederek ilerleyen adamı takip etti.

Tahminlerinin aksine çadırın içi büyük bir kubbe şeklinde değildi. İçeriye duvarlar ve odalar inşa edilmişti. Kapıdan girdikten sonra geniş bir koridorda ilerlediler. Yol boyunca adam dans ederek, taklalar atarak devam etti. Koridorun sonuna yaklaştıklarında ileride bir kapı vardı, sağda ve solda da birer tane. Komik görünüşlü adam kapının önüne geldiklerinde durdu ve onu takip eden kıza döndü. “evet, güzel kız. Oynamak istiyor musun?” yüzünde büyük bir gülümseme, sesinde heyecan vardı.

“Elbette” diye cevapladı kız heyecandan sesi titremişti “ücreti ne kadar?”

“Senin paran burada geçmez. Bana en büyük düşlerinden birisini söyle ve başlayalım” adamın elinde bir baston belirdi ve kollarını iki yana açtı.

Aklından birçok düşünce geçiyordu kızın, oyunun ne olduğunu ve nasıl oynandığını merak etti. Sonrasında hangi düşünü seçeceği konusunda biraz düşündü ve “uçmayı düşlüyorum” dedi. O cümlesini bitirdiğinde adam önünde mor bir duman bırakarak kayboldu ve kız soldaki kapıdan içeri girdi. 

Bir süre boyunca nerede olduğu anlayamadı. Sadece rüzgârı hissediyor, bedenin hiçbir hücresi zemine değmiyordu. Boşluktaydı sanki bazen yüzüne vuran rüzgâr hızlanıyor ve göz kapaklarını kapamaya zorlanıyordu. Başını geriye doğru çektiği zaman yıldızları gördü, aşağıda ise gri bir zemin vardı ve ileride ışıklar.

Bir kez daha kanat çırptı.

Sanki uçmak onun doğasında vardı. Bir kuşun hiçbir zaman olamayacağı kadar özgürce uçtu. Gökyüzünde rüzgârın ve havayı döven kanatlarının sesi vardı. Yavaşça şehrin üzerinden uçtu. Mükemmel anın tadını çıkartıyordu. Işıkları ve boş sokaklarda gezinen araçları seyretti.  Yüksek binaların ışığında martılarla dans etti. Sonrasında alçaldı ve geceye bürünen şehrin tadını çıkardı. İki köprünün renklerle dansını seyretti hayranlıkla. 

Hep aradığı, bunca yıl boyunca düşlediği özgürlüğe sonunda ulaşmıştı. Kendisini farklı hissediyordu ilk kez. Kanatlarının altından akıp giden hava bile her şeye değerdi. Şehrin yüksekten görüntüsü tek kelime ile muhteşemdi. Aşağıdaki her şey o kadar küçük görünüyordu ki! Orada hüzün yoktu,  orada acı yoktu! Ilık bir esintide serbest bıraktı kendini ve havada süzülmeye başladı. Şehirden uzaklaşmak ve yeni yerler keşfetmek istiyordu. Kumsala doğru gitti denize vuran yakamozların peşine.

Kıyıda terk edilmiş plajın üzerindeki turunu tamamladıktan sonra bir kayaya oturup biraz dinlenmeye karar verdi. Üşüdüğünde beyaz kanatlarını bedenine örttü, huzurluydu. Ayaklarını uzattı ve yakamozları seyre daldı. Bu esnada denizde hareket eden bir karaltı gördü. Suya batıp çıkıyor, sanki bir yaşam mücadelesi veriyordu. Kanatlarını birkaç kez hızlıca çırptı ve yükseldi.

Biraz yaklaştığında küçük kayığı paramparça olmuş yaşlı bir adamın son çırpınışlarını gördü. Kurtarılması gerekiyordu ve kaybedecek hiç vakti yoktu. Adamın saçsız başını tekrardan suyun üstünde görmeyince bundan emin olmuştu ve suya daldı. Adamı belinden kavradığı sırada onunda birlikte çok hızlı bir şekilde derinlere yolculuk ettiğini fark etti. Ne kadar çabalarsa çabalasın ıslanmış kanatlarının onu aşağıya çekmesin engel olamıyordu. Kollarındaki adamın hareket etmediği anladığında fazla vakti kalmadığını gördü ve adamı bıraktı. Çok fazla zaman geçmeden çabalamayı bıraktı ve kendini soğuk karanlığa telsim etti.

Bir süre boyunca sadece öksürdü kız, nefes bile almadan ciğerlerine dolan tuzlu suyu attı. Öksürmesi bittiğinde derin ve acı dolu bir nefes aldı ve teninin morarmış olduğunu fark etti. Alacalı, siyah bir yerdeydi. Etrafında ise ne bir ses, ne de bir nefes! Neler olduğunu anlamlandıramadığı ölçüde korkuyordu. “İçinde bulunduğu siyah hiçlik neresiydi? Neler olmuştu ve saat kaçtı” gibi sorular zihnini doldurmuştu. Ayağa kalkıp yürümeye başladığında hiçbir yere varamadığını fark etti. Çıldırmış gibi koşup bir çıkış aradı boşuna. Aynı hiçlikte, aynı zamanda ve aynı yalnızlıkta sıkışıp kalmıştı ve çıkış yoktu.

Hiçbir şey yapamadığını anladığında ağlamaya başladı kız. Şimdiye kadar hiç ağlamamıştı en azından hatırlamıyordu. O güzel yanakları ıslanmış, gözleri kızarmış ve sesi haykırmaktan kısılmıştı. Dizlerinin üstüne çöktü ve hiçbir şey yapmadı. Demek ki ölmek böyle bir şeydi. Hiçbir şeyin olmadığı bir boşluğa gider ve sonsuza kadar beklerdin sonsuza kadar. Demek ki o ölmüştü ve yapacak hiçbir şeyi yoktu.

Ölmüş olduğuna kendisini iyice inandırdıktan sonra tanıdık bir kahkaha duydu. Sesin yankısı her yerdeydi ve bitmeden tekrar başlıyordu. Avuçlarının arasında aldığı başını kaldırdı ve panayırdaki adamı gördü. Elinde bir baston tutuyordu ve cübbesinin renkleri devamlı değişiyordu. “Yok.. Yok… Sen daha ölmedin. Sadece ilk oyunu kaybettin. Üzülme daha çok oyun var senin için” cümleleri kısaydı ve kahkahalarla bölünüyordu.

“Geri dönmek istiyorum” dedi kız öfkesi ses tonundan anlaşılabiliyordu.

“geri dönmek mi? Neden bunu isteyesin ki? İstediğin her şeyi sana verebilirim” adam bastonunu havada çevirdi ve etrafında birçok farklı gezegenin görüntüsü oluştu. “başka evrenler görmek istiyorsan sana onları veririm, gerçekliği değiştirmek istediğinde gerçekliğin kendisi olursun. Sadece oyunlarıma katıl ve hepsi senin olsun” dedi adam yüzünün makyajın değişiminden ifadeleri takip edilemiyordu.

Kız için zor bir seçimdi ama oyunların sahteliğini çok uzun zaman önce öğrenmişti acı bir biçimde. Adam ona istediği her şeyi sunsa da gerçek hayatın ıstıraplarını yalanlarla dolu oyunlara tercih ederdi. Bu yüzden etrafında beliren kapılara ve önüne serilen altın kaldırımlı yola yaklaşmadı. “Geri dönmek istiyorum” dedi soğuk ve tehditkâr bir şekilde.

“Sen bilirsin” dedi adam “senin kaybın nasıl olsa bir daha asla bu şansa sahip olamayacaksın” kahkahası bir anda sustu ve her yer karardı. Kız gözlerini açtığında çıkmaz bir sokaktaydı.

Evine nasıl geldiği hakkında pek bir şey hatırlamıyordu. Taksiye binmiş ve eve gelmişti hepsi bu kadardı. Başka bir zamanda olsa etrafını dikkatle inceler ve her an her şeye hazırlıklı olurdu. Ancak bu sefer arka koltuğa oturmuş, başını cama yaslamış ve elektrik direklerini saymıştı. Evine geldiğinde son parasını taksiciye verdi ve apartmana girdi. Dairesi ikinci kattaydı ve oraya çıkması beş uzun dakikasını almıştı. Hiç acelesi yokmuşçasına anahtarı çantasından çıkardı ve içeriye girdi.

İçeriye girdikten sonra çantasını bir kenara fırlattı, düzenli olmaya hiç niyeti yoktu. Bir bardak soğuk su içti ve salona gitti. Elbiselerini çıkaramayacak kadar tükenmişti ve kendisini koltuğa bıraktı. Sevgili kuklasını aldı ve bir süre boyunca sevdi. Sebebini bilmiyordu ama bu kukla onun her şeyi olmuştu birkaç ay içerisinde. En kötü zamanlarında bulmuştu onu ve en yakın dostu, sırdaşı ve hatta ailesiydi. Kuklayı dizine oturttu ve anlatmaya başladı.

“Bu gece o kadar farklı şeylere tanıklık ettim ki anlatsam inanmazsın. Zaten anlatmaya gücüm yetmez olanları. Belki gerçekti yaşadıklarım, belki de değildi ama çok zor bir karar verdim. Bu kararı verip geri dönmemdeki en önemli nedenlerden birisi sendin. Garip bir şekilde hayatımda öyle bir yerin oldu ki anlam veremiyorum bazen. Gariptir bu gün seni ilk kez özlediğimi fark ettim sevgili kuklam.

Biliyorum ki beni duymuyorsun veya anlamıyorsun söylediklerimi. Sana ne zaman baksam farklı bir şeyler hissediyorum sende. Hikâyeni öğrenmek için neleri feda ederdim bir bilsen. Belki çok uzun zaman önce masal ülkesinin yakışıklı prensiydin ve kötü bir cadı seni kuklaya çevirdi. Sonra sen binlerce yıl boyunca kukla olarak yaşadın ve bana geldin. Eğer bunların en ufak bir bölümü bile doğru olsaydı bana bir şekilde haklı olduğumu söylerdin. Sonra seni öperdim ve sen benim prensim olurdun. Sonsuza kadar mutlu yaşardık.

Seninle sohbet etmeyi çok seviyorum ama çok yorgunum ve uyumalıyım. İyi ki bulmuşum ve yanıma almışım seni. Sensiz ne yapardım bilemiyorum. İyi geceler dilerim sana, tatlı rüyalar. Seni…” kuklasını öptüğünde insana dönüşmeyeceğini bildiği halde dudaklarını onun tahta dudaklarına değdirdi. Hiçbir erkeği öpmediği gibi öptü onu ve koltukta rüyalar diyarına yolculuğa çıktı…

0/Post a Comment/Comments