Puslu bir Eylül akşamıydı.
Mevsimler sırasını şaşırmışçasına soğuktu hava. Bu sebeple birçok insan
mevsimlerin birbirine karıştığından bahsetti. Başka birçok insan da havaların
sıcak olmasına güvenip akşam olunca üşüdü. Birçok insan söylendi sahip olduklarından
ve sahip olamadıklarından dolayı. Hava tahminlerinin hiçbiri doğruyu bilemedi.
Bazı insanlar hava tahminlerine kızıp “zaten onlar bir şey bilmiyor” diye
söylendiler. Aslında bazı günlerin farklı olması çok doğaldı. Ancak
farklılıklardan hoşlanmayan insanoğlu bu sebeple mutsuzdu.
Ancak onun mutsuzluğunun sebebi
havanın soğuk olması değildi. Herkes ısınacak bir yer ararken onun yavaş
adımlarla yürümesinin de havanın soğukluğu ile hiçbir alakası yoktu. Eğer
umursuyor olsaydı üşüdüğünün farkına varabilirdi. Ancak o adımlarını saymakla
meşguldü. Hep belirli sayıda adım atarsa hayatının farklılaşabileceğini
düşünürdü. Mesela beş milyonuncu adımında mutlulukla karşılaşabilirdi. Veya beş
milyarıncı adımında huzurun ne demek olduğunu anlayabilirdi. Bu sebeple yürürdü
o.
Yürümesi onu mutlu etmezdi ama.
Yürümeye başlamadan önce içindeki bazı parçaları başladığı yerde bırakmak
isterdi. Onların olmadığı bir hayatı merak ediyordu. Bazı düşüncelerini geride
bıraksa mesela hayatı farklılaşabilirdi. Geçmişinde yaşadıklarını
ardında bırakabilse belki rahat nefes alabilirdi. Fakat geçmişi peşini hiç
bırakmıyordu. Unutmaya çabalıyor ama yapamıyordu.
Attığı her adım onun için
zorluk demekti. Bazen daha fazla ilerleyemeyecekmiş gibi hissederdi. Böyle
zamanlarda kendini bırakmak, devam etmemek isterdi. Ertesi gün işe gitmemeyi,
arkadaşlarıyla görüşmemeyi hatta evinden dışarıya çıkmamayı düşlerdi. Düşlediklerine
kavuşamazdı ama. Kendini ne kadar bırakmak istese de o kadar tutunmuş görürdü
hayata. Onun oyununda yere düşmek yoktu. Her zaman ayakta durması gerekiyordu.
Her zaman sırtı dik yürürdü.
Sanki gökyüzünden sarkan iplere başlanmıştı. Kendini o kadar güçsüz
hissediyordu ki kamburunu çıkarmak istiyordu. Ağlamak istiyordu mesela. Yüzüne
en üzgün ifadesini takınmayı ve kimseyi umursamamayı planlıyordu. Ancak bunun yerine
sürekli olarak gülümsüyordu. Onun gülümsemesi evrendeki en güzel şeydi.
Gülümsemesini gören herkes onun hayatına gıpta ile bakardı. Onun yerinde olmak
isteyen birçok kişi vardı. Ancak onların hiçbiri neler yaşadığını bilmiyordu.
İnsanların onun hakkında
düşündükleri ile gerçekte hissettikleri arasında o kadar büyük farklar vardı ki
herhangi birinin anlama imkânı yoktu. Bir zamanlar anlatmayı denemişti. Ancak
boşuna bir çabaydı bu. O istediği çabaladıkça insanlar anlamamak için
çalışıyordu. Bu sebeple vazgeçmişti. Sürekli gülümsemesinin sebebi buydu
aslında. Üzgün gözükürse eğer başkaları nasıl olsa görmeyecekti. Kimse ona
gelip bugün neden üzgünsün diye sormayacaktı. Bir gün makyaj yapmasa mesela,
saçlarını taramasa kimse ona sebebini sormayacaktı.
Yaşadığı şehir ona ufak
geliyordu. Binalar üstüne doğru geliyor onu sürekli olarak sıkıştırıyordu. Gitmek
istiyordu o şehirden. Yanına hiçbir şey almadan sadece uzaklaşmak niyetindeydi.
O şehre ait her ne varsa unutmayı düşlüyordu. Başka bir yerde tekrardan başlamak
niyetindeydi. Ancak ne şehirden ayrılabiliyor ne de unutabiliyordu. Bazen
hiçbir şeyi düşünmeden sadece yürümek isterdi. Şehirden, ülkeden, dünyadan
uzaklara kadar yürüyüp başka bir gezegende yeniden başlamanın hayallerini
kurardı. O zaten hep tek başınaydı, hep yalnızdı nerede olduğunun bu sebeple
bir önemi yoktu.
Sokakta yürürken saat ilerlemiş
ve etrafındaki insanların sayısı azalmıştı. Hala gülümsüyordu içinde büyük bir
öfke barındırmasına rağmen. Hızlı adımlarla ilerliyor etrafına dikkat
etmiyordu. Yürürken yere bakıyordu çünkü insanları görmeye tahammülü yoktu.
Hepsi yalancıydı onların, güvenmiyordu artık. İnanmıyordu onlara.
Hızlı adımlarla yürürken bir
anda durdu. Birisine çarpmıştı. Başını kaldırdığında bir adam gördü, yüzünde
şaşkın bir ifade vardı. “Dikkat etsene biraz” diye çıkıştı adama. Aslında suç
onundu, bunu biliyordu ama öfkesi kelimelerinin kontrolünü ele geçirmişti. Adam
geriye doğru bir adım atıp kıza avuç içlerini gösterdi. Başını hafifçe aşağıya
doğru eğdi, yüzünde utanma ifadesi vardı. Ancak kız hala öfkeliydi “hiç dikkat
etmiyorsunuz. Sizin gibiler yüzünden yürüyemiyoruz bile” dediğinde adam sağ
işaret parmağıyla gözünü gösterip avuç içlerini yukarıya doğru kaldırdı.
Görmedim demeye çalışıyordu herhalde. Adam konuşamıyordu. Ancak kızı
duyabiliyordu. Daha sonra kız “neyse boş ver” deyip elini yukarıya doğru
salladı ve adamın yanından hızlıca uzaklaştı.
O akşam eve döndükten sonra
fazlasıyla yorulmuştu ve güzel bir uyku çekti. Rüyasında ne gördüğünü
hatırlamıyordu. Zaten ne gördüğünün çok da önemi yoktu. Ya kâbuslar görüyordu
ya da yeşil bir tepede oturduğunu. Ertesi gün kalktığında hayatı yine aynıydı.
Tekrardan işe gitti. İş çıkışı evine döndü. Ertesi gün de aynı şeyleri
tekrarladı. Sonraki gün ve daha sonraki günde aynılarını yaptı. Hayatındaki
anlam giderek azalıyordu ve bunun için yapacak hiçbir şeyi yoktu.
Başka bir akşam yine şehrin
içinde yürüyüşe çıkmıştı. O akşam hava soğuk değildi. İnsanlar evlerine
dönmemişti, üşümüyorlardı da. Kalabalık sokaktan yürürken kalabalıktan ne kadar
nefret ettiğini hatırladı. Daha sonra ana caddeden çıkıp ara bir sokağa girdi.
Dar bir sokaktı orası. Kaldırımları bile geniş değildi. İki kişi yan yana
yürüyemezdi mesela. Yine de o sokakta yalnız olmak onu rahatlatmıştı.
Sokakta biraz ilerledikten
sonra geçenlerde çarpıştığı adamı gördü. “Yine başa bela aldık” diye düşündü
ama adama yaklaştığında gülümseyerek geri doğru çekilip kızın geçmesine izin
verdi. Fazlasıyla şaşırmıştı. Kız biraz daha yürüdükten sonra sokağın
bitimindeki köşeyi dönecekken adamla karşılaştığı yerde bir kâğıt gördü. Bir
merak duygusu kapladı içini ve geri dönüp kâğıdı aldı. Kâğıdı aldıktan sonra
kısa bir süre boyunca baktı ona. Siyah bir kalemle özensizce yazılmış bir yazı
vardı ve okumaya başladı “28 yıl oldu ve
ben hala aynı hayatı yaşıyorum ve sen hala yoksun. Düşünsene hayattaki tek
amacım seni bir kez görebilmek iken gölgen bile uğramıyor sokağıma. Hiçbir şeyi
istemiyorum, hiçbir şeyi umursamıyorum. Sadece seni göremeden ölmek var o da
korkutuyor beni. Belki çok mutlusundur bensiz belki yaşadığın şehir sana dar
geliyordur. Belki insanlara güvenmiyorsundur benim gibi. Belki tek başına başka
bir evrene gitmek istiyorsundur. Belki siyah saçlarını kökünden kazımak
istiyorsundur. Belki gülümsemek için yanaklarına attığın dikişleri sonsuza
kadar parçalamak istiyorsundur. Hiçbirini bilmiyor, yaşadığından bile emin
değilim. Yine iyi değilim, sana yazmayı çok istesem de dayanamıyorum buna.
Lütfen affet beni ama şimdi gitmem gerekiyor.”
Kız yazıyı okuduktan sonra
tekrar okudu ve daha sonra bir kez daha. O yazıyı her kim yazdıysa onu
anlatmıştı sanki. Sanki birisi gerçekten onu tanıyordu, sanki içimden geçenleri
anlamıştı. Daha önce hissetmediği garip bir duygu hissetti daha sonra kendine onu
tanıyamayacağını sadece yazıda kendini gördüğünü söyledi. Aslında kendini
kandırıyordu. Kızdı kendine düşüncelerinden dolayı. Onu tanımayan birisinin onu
anlatabilme imkânı yoktu.
Ertesi sabah olduğunda yine
aynı hayat ile karşılaştı. Ancak düşünecek farklı bir konusu vardı “acaba birisinin onu anlayabilme ihtimali
var mıydı?” Hayatı boyunca onu tam anlamıyla anlayan olmamıştı ve bu
sebeple eksik hissetmişti kendini. Başka bir günün akşamında yemek yemek için
bir restorana gittiği sırada yerde bir kâğıt gördü ve aldı. Aynı el yazısı
vardı üzerinde ve okumaya başladı “artık
kimsede aramıyorum seni. Vazgeçtim inan bana. Ne zaman seni aramaya kalksam
hayal kırıkları ile karşılaşıyorum. Artık çok yoruldum. İnsanların yüzüne
bakmıyorum. Onları duymuyorum. Üç yıldan beri tek kelime etmedim. Konuşmamın
anlamı yok çünkü. Söylediğim her kelime boşa gidiyor. Sanki ağzımdan çıktıktan
sonra sonsuz bir uçuruma düşüyorlar ve bende onlarla birlikte iniyorum dünyanın
merkezine doğru. Sen olmadan konuşmanın anlamı yok inan. Sensiz hiçbir şey
yapmak istemiyorum”
Konuşabildiği halde bir insan
neden konuşmazdı ki? Neden susardı veya neden kapatırdı kendini? Kimseyle
konuşmadığını düşündü ve konuşmamanın ona sunabileceği yalnızlığı. Düşüncesi
bile onun ilgisini çekmişti. Kendisinin yapamayacağını düşündü ne konuşmaktan
vazgeçebiliyordu ne de gülümsemekten. Adamı merak etmeye başladı. Onun bir hikâyesi
vardı sonu sessizlikle biten ve o hikâyeyi dinlemek istiyordu.
Başka zamanlarda başka kâğıtlar
gördü. Hepsinde ona ulaşmaya çabalayan cümleler vardı. Hepsinde kendisinden
parçalar buluyordu. Birisi onu tanımadan nasıl anlatabilirdi ki? Birisi onun
sakladıklarını nereden öğrenebilirdi? Yeni soruları olmuştu ve yepyeni
düşünceleri. Artık hayatında küçük de olsa bir amacı vardı ve hayatı biraz daha
yaşanılabilir olmuştu.
Şehirden biraz uzaklaşmak
istemişti ve şehrin dışındaki bir yere gitmişti. Çayırlar vardı orada ve
ağaçlar. Güzel çiçekler yetişirdi orada ve birçok renkli kuş vardı. Oraya gitmeyi
severdi çünkü her şeyin dışına çıkardı kuşların şarkılarını dinlerken. Kısa bir
süre de olsa unuturdu her şeyi. Çimlere uzanır ve bulutları seyrederdi.
Bulutları hayvanlara benzetmek çok keyif alırdı. Severdi şehrin dış
taraflarını.
O gün de dolaşıyordu ağaçların
arasında. Kuşların şarkılarını dinliyor ve onlara eşlik ediyordu. Güzel,
güneşli bir gündü. Bir süre boyunca yürüdükten sonra ileride bir duvarın
üzerinde oturan bir adam gördü. Biraz daha yaklaştığında ona çarpan adam
olduğunu fark etti. Adam başka bir yöne doğru bakıyordu düşünceli bir şekilde.
Kamburu çıkmıştı ve olukça güçsüz görünüyordu. Adama doğru yaklaştığında omuzuna
dokundu ve “merhaba” dedi.
Ona bakan adam bir anlık
şaşkınlık yaşadı ve hemen sonra gülümsemeye başladı. Başını aşağı yukarı
salladı daha sonra. Eliyle hoş geldin dermişçesine bir hareket yaptı. Kız
adamın kâğıtlarını saklıyordu hep. Belki bir gün onu görürse ona vermek için.
Hatta adamı gördüğü sokaklarda daha sık yürümüştü onu bulabilmek sorular
sorabilmek için.
Çantasından çıkardığı sayfaları
adama uzattı ve “bunları düşürmüşsün” dedi
gülümser bir şekilde. Adam mektupları aldıktan sonra başını aşağıya doğru eğip
sağ elini sol göğsünün üzerine koydu. Gülümsemesi biraz daha büyüdü, eliyle
duvarı işaret edip kıza oturmasını söyledi. Daha sonra kız ona nende
konuşmadığını sorduğunda adam açıp kapatarak konuşma işareti yaptı ve avuç
içlerini gösterdi omuzlarını boynuna doğru kaldırdığı sırada.
“Onu neden bulamıyorsun?” diye
sorduğunda adam elleriyle bilmiyorum işareti yaptı. Yüzündeki gülümseme bir
parça çarpılmıştı. “Onu bulduğunda ona ne söylemek istiyorsun” sorusunu duyunca
adam eliyle ilerideki bir yeri gösterdi ve sağ eliyle kalbinin üzerine birkaç
kez vurdu. Kız gülümsedi bu tepkinin üzerine. Adam konuşmuyordu ama yine de birçok
şey anlatabiliyordu.
Daha sonra kız adama
yazılarında kendinden çok fazla şey bulduğunu söyledi. Hatta onu takip edip
etmediğini sordu neşeli bir ses tonu ile. Adam aynı şene ile kızı işaret etti
eliyle bir yaptı ve gözünü gösterdi. Seni ilk kez gördüm demeye çalışmıştı.
Biraz daha konuştuktan sonra
adam kendini gösterip ileriyi işaret etti. Sağ elini yan çevirip aşağıya
yukarıya hareket ettirdi gidiyorum dermişçesine. Kız “görüşürüz” dediğinde adam
gülümseyerek karşılık verdi ve hızlı adımlarla uzaklaştı. Garip bir anın
içindeydi kız. Yaşadıkları sanki bir masal gibiydi. Onun hikâyesini daha fazla
merak ediyordu. Ne yapacağını düşünürken adamın oturduğu yerde küçük bir defter
buldu ve açtı. Sayfaları hızlıca çevirdi daha sonra, yazılara göz attı. Bir
yazı onun dikkatini çekti ve okumaya başladı “Bu gün neler olduğu anlatsam inanmazsın. Bir kızla çarpıştım. Sana
benziyordu ki ne yapacağımı bilemedim. İlk kez birisini sana benzettim, bir an
boyunca onun sen olduğunu düşündüm. Çok garip bir duygu bu. Anlamaya
çabalıyorum ama anlamamın imkânı yok. Korkuyorum ondan ve aynı şekilde onu
tekrardan görmek istiyorum. Birisi nasıl sana benzeyebilir ki anlayamıyorum. Keşke
adını sorabilseydim ona. Belki senin adını söylerdi. Hayal derdi mesela ve ben
onun sen olduğunu anlardım. Onunla tekrardan görüşemeyeceğimizi biliyorum.
Hatta onun gerçek olmadığını bile düşünüyorum ama şu anda tek istediğim onu
tekrardan görebilmek Onu tekrar görürsem neler olabileceğini bilmiyorum ama
inan tek istediğim bu.”
Kızın yüzünde bir tebessüm
oluştu. Uzun zamandır hiç hissederek gülmemişti. Gerçekten mutlu olmanın çok
güzel bir duygu olduğunu düşündü ufka doğru bakarken.
Ve aşk iki farklı yolun bir
noktada kesişmesi ve bir daha asla ayrılmamasıydı.
Not: bazı hikayeler birisi okusun diye yazılır. Sadece onun okuması içindir tüm cümleler ama o okumaz. Belki başka bir işi vardır, belki önemsememiştir, belki görmemiştir veya sadece gerçek değildir ama o okumamıştır kendisi için yazılanları. Aslında onca satırın arasında bir tane cümle vardır ve o cümleyi okuduğu zaman dünya değişebilir. Savaşlar bitebilir mesela, insanlar mutlu olabilir, masalların gerçekliğinden konuşulabilir o zaman. Dünya herkes için çok daha güzel olabilir. Ancak o okumaz yazılanları ve her şey aynı kalır. Belki sadece gerçek değildir o, hiçbir zaman gerçek olmamıştır. Bu yüzden de değişmez dünya, hep aynı kalır.
Resim: Oleg Tchoubakov