O gün güneşin neden göründüğünü
kimse sorgulamadı veya önceki gece yıldızların nereye gittiğini. Kimse gökyüzün
renginin değiştiğinin farkında varmadı. Eğer birisi sebepleri sorgulasaydı
onları kolaylıkla öğrenebilirdi. Binaların neden yamuk olduğu veya her yerin
neden bu kadar yakın olduğu da kolaylıkla anlaşılabilirdi. Birisi sokakta
yürürken onlarca yıl önce ölen bir arkadaşını görmesi de aynı sebeptendi. Köşe başlarında
saklanan yaratıkların çokluğu da bu yüzdendi. Kimse bilmese de onlar rüya
diyarındaydı.
Herkes gördüğü rüyaların kendi
zihninde olup bittiğini sanırdı. Gördüğü her şey beyninin onlara oyunlarıydı. Böyle
düşünen insanlar bir rüya diyarının varlığından habersizdi. Bunun en temel
sebebi rüya dünyasının kurallarının tamamen farklı olmasıydı. Var oluş
boyutunda eğri bir yapısı vardı o diyarın. Mesafe kavramı yoktu orada. Yan yana
iki evin arasında dünyalar saklanabilirdi. Bazense o kadar yakın olurdu ki
rüyalar birbirlerinin içinden geçerdi. İnsanlar birbirlerini uzaktan görür ama
asla fark etmezdi. Bunun en temel sebebi ise o insanların gerçekte farklı
şehirlerde veya farklı ülkelerde yaşamasıydı.
Aynı anda tüm mevsimler
yaşanırdı orada. Her ay ve her gün yine zamanda yaşanırdı. Bir adın atınca
Nisan’ın yirmi üçünden Eylül’ün on dördüne kolaylıkla geçilebilirdi. Havada
güneş varken kar yağabilirdi bu sebepten ötürü. Rüyalar diyarının mantığını
anlayabilmek bu yüzden imkânsızdı. Ona alışan insanlar vardı. Onlar rüya âleminin
içinde daha rahat hareket edebiliyorlardı. Ve bir de onun içinde istediği gibi
dolaşabilen birisi vardı.
Çok katlı bir binanın içindeydi
adam. Merdivenlerden yukarıya çıkıyordu. Lambaların bir bölümü yanmıyordu. İnsanın
titremesine neden olacak kadar soğuktu. Kapıların arkasından kötü kahkahalar
duyuluyordu. Kahkahalara çığlıklar eşlik ediyordu. Bazı kapılar kapanıyor ve
tekrar açılıyordu. Gölgelerin içinde bekleyen yaratıklar vardı ve annesini
arayan kaybolmuş bir çocuk.
Çocuk hızlı adımlarla
merdivenlerden yukarıya doğru çıkıyordu. Bu esnada yanaklarından süzülen yaşlar
yere düşüyor ve gözyaşlarının düştüğü zemin parçalanmaya benziyordu. Bir süre
boyunca çocuğun rüyasını inceledi. Rüyanın hammaddelerini ölçtü. Annesine ulaşmaya
çalıştığına göre annesi uzaklara gitmişti ve ona nasıl ulaşacağını bilmiyordu. Sürekli
engellerin çıkması ise onu annesi ile görüştürmeyen birisinin varlığını haber
veriyordu. Çocuğa yardım etmesi gerekiyordu.
Önce çocuğun yanına gidip “merak
etme annen iki kat üstte seni bekliyor” dedi. Daha sonra kılıcını çıkarıp
gölgelerde saklanan birkaç yaratığa sapladı. Çocuktan birkaç adım önde gidip
onun yolunu temizledi. Kılıcıyla yaratıkların boğazını kesti, soluk alarak
havayı kirletmelerine izin vermedi. Çocuğa yardım ettikçe yüzünde bir mutluluk
oluşmaya başlamıştı. Çocuk annesinin olduğu kata vardığında uyandı ve o başka
bir rüyaya geçti.
Gri renkli bir şehirdeydi.
Şehir düz sokaklardan oluşuyordu. Hiçbir binanın ne kapısı ne de penceresi
vardı. Siyah renkli bir yağmur yağıyordu. Ve şehrin tam orta yerinde bir adam
çığlıklar içinde koşuyordu. Onu inceledikçe karşısına çıkan her sokakta yön
değiştirdiğini fark etti. Etrafında sürekli bir işaret arıyordu. Sanki o
işareti görmediği sürece eksik kalacaktı ve ilginçtir ki hayatı o işareti
bulmasına bağlıydı.
Adam kaybolmuştu hiç bilmediği
bir şehirde. Nereye gideceğini veya nasıl gideceğini bilmiyordu. Yanından
geçtiği her bina, yürüdüğü her sokak bir diğerinin aynısıydı. Şimdi rüyayı
inceleme vaktiydi. En büyük korkusu kaybolmaktı onun. Bu yüzden sürekli olarak
kaybolduğunu görüyordu rüyalarında. Ona yol göstermesi gerekiyordu. Bunun için
ileriye onun yoluna bir yön levhası astı. Rüyasındaki dışarıdan müdahaleyi fark
edememesi için biraz daha ileriye bir tane daha astı ve daha ileriye başka bir
tane. Onun emek vermesi gerekiyordu. Çabalamak istiyordu. Adamın yolu açık bir
kapı ile kesiştiğinde onun uyanma vaktiydi. En azından uzun zaman sonra mutlu
uyanacak diye düşündü ve başka bir rüyaya doğru yola çıktı.
Eksik bir evin içerisindeydi. Evin
içerisinde dolaştıkça her şeyin yarım olduğu fark etti. Yarım bir koltuk, yarım
bir masa veya yarım resimler. O evin bir parçası eksikti. Eşyaları incelediğinde
onların kesilmiş olduğunu gördü. Demek ki birisi onların diğer yarısını
çalmıştı. İlginç bir rüya diye düşündü ve biraz daha incelemeye karar verdi.
Koridorda yürüdüğünde orta
yaşlı bir adamın tahta bir kapıyı yumrukladığını fark etti. Adam tüm gücüyle
kapıya vuruyordu. Elinin derisi parçalanmıştı artık. Parmaklarından akan kan
kapının üzerinde bordo izler bırakmıştı. “Lütfen aç şu kapıyı, gerçeği öğrenmek
istiyorum. Başka birisi mi var?” kapıyı yumruklayan adam gözyaşları içinde
bağırıyordu. Karısının onu aldattığından şüpheleniyordu ve bu yüzden evinin
yarısı yoktu. Kapının kapalı olması gerçeği öğrenemediğini gösteriyordu. Adamın
yanına yaklaşıp ayaklarının altına kapının anahtarını bıraktı. Bir süre sonra
adam kapıyı açıp içeriye girdi. Uyandığında üzgün olacaktı ve gerçeği bilmek
onun hakkıydı.
Rüyaların arasında gezmeye
başladı. Bir süre boyunca gördüğü hiçbir rüya onun ilgisini çekmedi. Hepsi çok
sıkıcıydı. Kâbuslar gören bir çocuğun rüyasında birkaç yaratık daha öldürdü. Daha
sonra ağlayan yalnız bir kıza mendil verdi. Birisinin onunla ilgilenmesini
istiyordu hep. Başka rüyalardan geçti ve sonra başkalarından. Canı sıkılan bir
çocuğu oyun parkına götürdü, birkaç yaratık daha öldürdü. Kavga eden bir çifti
barıştırdı. O rüyaları değiştirebiliyordu ve onu gören kimse onu unutamıyordu. Eğer
gerçek hayatta da karşılaşsalar hepsi hatırlardı onu ama gerçek dünyada
yaşamıyordu o.
Rüyalar arasında dolaştıktan
sonra mutlu bir rüyaya gidip bir süre boyunca oturdu. Gökyüzüne renklerini
kendisi seçtiği bir gökkuşağı yaptı. Ayağa kalkıp biraz daha dolaştı. Onun göreviydi
rüyaları dolaşmak, onlara şekil vermek. Başlangıçta rüya görmek için uyku
ilaçları alıyordu. Daha sonra aldığı ilaçların miktarını arttırdı. Bu esnada
rüyalar arasında yolculuk yapmayı öğrendi. Rüyalara şekil vermeye başladığında
bir daha uyanamadı. Herhangi bir yerde her hangi bir evde uyuyordu o ve nerede
olduğunu kimse bilmiyordu.
Bir sonraki rüyada siyah saçlı
bir kız vardı. Parmaklıklarla çevrili bir zindandaydı kız. Kendinin dünyadaki
en yalnız insan olduğunu düşünüyordu o. Duvara kelepçelerle bağlanmıştı. Karşısında
bir tane ayna vardı ve sürekli kendisine bakıyordu. Suçluluk aynasıydı o. Ona bakanlar
sürekli olarak kendisini suçlardı. İçtiği bir kap su vardı ama o su gözyaşından
yapılmıştı. Onu içtikçe ağlıyordu hep. Bu yüzden uyandığında gözlerinin
kenarları ıslaktı. Kelepçeleri pişmanlıktan yapılmıştı ve onun etini
çürütüyordu. Zincirleri ise saç tellerinden örülmüştü. O kızın gerçekten
yardıma ihtiyacı vardı. Elinin bir hareketiyle ayna paramparça oldu. Parmağını şaklattığında
zincirler parçalandı. Tam kelepçeleri yok etmek üzereydi ki kız uyandı.
Başka rüyaya gitmek istemedi.
Kız çok güzeldi ve onu bir kez daha görmeliydi. Kızın tekrardan geri gelmesini
bekledi ve bir süre sonra onu tekrardan gördü. Zincirleri tekrar bağlanmıştı ve
kelepçeleri duruyordu. Elinin bir hareketi ile ikisini de yok etti. Daha sonra
kapıyı açtı ve içeriye girdi tam bu esnada kız uyandı. Adam beklemeye devam
etti kız geri geldi tekrardan kelepçeleri parçaladı. Kız tekrar geldi ve tekrar
gitti. Kaç döngü boyunca orada kaldığını bilemedi. En son kız tekrar geldiğinde
artık zincirler yoktu ve kapıyı açıp kıza doğru yürüdü. Kıza doğru yürürken bir
anda başını çevirip ona doğru baktı. Normalde onu görmemesi gerekiyordu. Görünmez
bir elbise giymişti üzerine ama kız yine de onu görmüştü.
“Teşekkür ederim” dedi kız “benim
için yaptığın her şey için.” “Bir şey yapmadım ki senin için” dediğinde kız “nefes
almamı sağlıyorsun. Daha ne yapacaksın ki” dedi. Kız ona doğru bir adım attığı
sırada uyandı. Bir sonraki rüyada ona kim olduğunu sordu. Kim olduğunu
hatırlamıyordu. Nerede yaşadığını sordu ama nerede yaşadığını hatırlamıyordu.
Çok uzun zaman dünyaya dönmemişti ve unutmuştu her şeyi. Kıza yaşadıklarının
hepsini anlattı, “uyanamıyorum” dedi.
Bu arada kız tekrar ve tekrar
uyandı. Adam ise daha fazla bekledi onu. Kızın gözlerindeki hüzne âşık olmuştu.
O konuşurken hayatı boyunca duyduğu en güzel müziği dinlediğini zannediyordu. Daha
sonra kıza hatırasında kalan görüntüleri anlattı. Bir evden bahsetti, büyük bir
çınar ağacından ve kırmızı renkli bir gökdelenden. Apartmanın numarasını
hatırladı daha sonra ama dairesini bilmedi.
Kız ona “seni bulacağım ve o
zaman uyanacaksın” demişti. Çok garipti. Sadece birkaç tane zincir kırmış ve
onu kelepçelerden kurtarmıştı. Hiç alışık değildi bu kadar ilgiye. Onun sessizliğinde
tek bir kelime olsa yeterdi veya gözlerinde saklanmış galaksilerde küçük bir
meteor olsa başka bir şey istemezdi. Saçlarına yapışan tek bir toz tanesi olmak
için her şeyini verirdi. Aslında dünyaya dönüp kızı bulması gerekiyordu onun
ama yapamıyordu. Dünyayı unutalı çok zaman olmuştu. Çok daha güzeldi yaşamdan.
Sonra o kız çıkıp geri dönmeye ikna etmişti onu. Yapamayacaklarının varlığı onu
çok rahatsız ediyordu. Hayatı boyunca mutlu olmayı istediği tek bir an vardı ve
o andan bir adım uzaktaydı şimdi. Kız ona öyle bir büyü yapmıştı ki tekrardan
yaşamayı istiyordu.
Defalarca kez gördü kızı.
Defalarca kez konuştular. Komik bir şekilde sadece rüyalarında
bulabiliyorlardı. Bir gün kız ona “uyan” dedi “uyan artık. Nerede yaşadığını
buldum. Şu anda hemen yanında yatıyorum. Elini tutuyorum, sana sarıldım ama sen
beni hissetmiyorsun. Lütfen artık uyan.” Kız konuşurken ağlıyordu. Onun gözyaşları
adamın düşünce nefes alış verişi hızlandı. “Lütfen bana gel” diye tekrarladı kız
adam ona sarıldı. Beraberce aynı şarkıda ağladılar.
Daha sonra rüya diyarındaki tüm
ışıklar söndü. Işıklar tekrardan açıldığında adam bir yatakta yatıyordu ve kız
ona sarılmıştı.
Ve aşk onun için her şeyden vazgeçmekti.
Resim: Vincent van Gogh