Duvarları yumruklamaktan
yorulmuştu adam. Kısılıp kaldığı o zindandan çıkmanın bir yolunu bulmalıydı. Yoksa
tüketirdi kendini. Bir süre sonra kendi etini yemeye başlardı. Daha fazla
dayanacak gücü kalmamıştı. Bir çıkış yolu bulmalıydı hayatta. Yoksa tüm
kemiklerini kıracak ve mutluluğu önemsiz bir son bekleyecekti.
Tüm umutlarını teker teker
mezarlıklara gömdükten sonra yüreğinde açılan boşluğu hiçbir şeyle
dolduramıyordu. O kadar büyük bir boşluktu ki evren bir gün yok olmak istese
onun yüreğine gidebilirdi. Var olan en büyük kara delik onun içindeydi. Sahip
olduğu her şeyi, hissettiği tüm duyguları yok ediyordu. Duyguların olmadığı bir
hayat anlamsızdı. Anlamı olmayan bir hayat yaşamaya değmezdi.
Duvara yumruk attığı sağ elinin
derisi soyulmuş kanamaya başlamıştı. Beyaz duvarında da kan lekeleri tasarıma tat
katmıştı. Evin her tarafına yapmak lazım diye düşündü elini bir bezle sararken.
Fazla kan kaybetmesinin bir anlamı yoktu sonuçta yine evi kendisi
temizleyecekti. Bu yüzden bir süre koltuğunda oturdu, acı bir kahve içti. Belki
acı kahve onu gördüğü kâbustan uyandırabilirdi. Belki eskiden rüya görüyordu ve
gördüğü o rüyadan uyanmıştı. Belki onun hayatı yaşamı komik olmayan bir şakaydı
ve hayat ona kahkahalarla gülmekteydi.
Koltuğun üzerinde oturmuş
düşünmeye çabalarken düşüncelerindeki boşluğun büyüklüğü karşısında hayrete
düştü. Zihninde iki kelime yan yana gelmiyordu cümle kurmak bir yana. Bu yüzden
boş gözlerle duvarı seyrediyordu. Bir akvaryum almayı düşündü en azından renkli
balıkları seyrederdi. Ancak akvaryum alsa balıkların fazla yaşamayacağını çok
iyi biliyordu. Kendine bakmayı beceremezken başka bir canlı ile nasıl
uğraşabilirdi ki?
Günler sonra evden çıkmaya
karar verdiğinde amacı biraz uzaklaşmaktı sadece. Farklı olayların beklentisine
girmekten çok uzaktaydı. Hayat hep aynıydı, her gün bir diğerinin tekrarıydı.
Aynı günü yeniden yaşamaktan ibaretti her şey. Daha doğrusu birkaç farklı gün vardı
ve onlar sonsuz bir döngü içerisinde hareket ederlerdi. Başkaları için belki
daha fazla sayıda gün vardı. Ancak onun için o sayı birden daha büyük değildi.
Bu yüzden nerede olursa olsun, nereye giderse gitsin değişmezdi yaşadıkları.
Belki yaşadıkları bir parça değişebilirdi ama hissettikleri hep aynı kalıyordu.
Evden çıkmadan önce aynaya
baktı ve kendinden nefret etti. Acaba kaç ay önce tıraş olmuş, en son ne zaman
saçlarını taramıştı? Bu yüzden aynaları da sevmezdi, kendine hiç tahammülü
kalmamıştı. Kendini boğmak için bir kaşık suya ihtiyacı kısa bir süre önce yok
olmuştu. Belki ölçeklendirebilmek için bir kaşığa ihtiyacı olabilirdi ama
bundan da emin değildi.
Evden çıktıktan sonra nereye
gitmesi gerektiğini düşündü. Şehrin sokaklarında dolaşmak istemiyordu. Şehrin dışına
da çıkmak istemiyordu. O an bulunduğu yerde sonsuza kadar durmak istiyordu.
Birisi gelip onu balmumu ile kaplayıp bir heykele dönüştürse oldukça memnun
olurdu. Şehrin sokaklarında dolaşırken şehirden de nefret ettiğini fark etti.
Yüzünde sahte bir gülümsemeyle yanından geçen insanlardan da nefret ediyordu.
Bu sebeple uzaklaşması gerektiğini anladı.
Şehrin biraz dışında eskiden
gittiği bir park vardı. Daha doğrusu bir tepeydi orası. Bir taraftan şehre
yüksekten bakarken diğer tarafta yemyeşil çimler görülürdü. Güney yönünde ise
deniz gözükürdü. Orayı çok severdi, ne zaman mutsuz hissetse oraya gider ve kendini
değil doğayı dinlerdi. Doğa ona çok fazla şey anlatırdı. Kuşlar şarkılar
söyler, bulutlara bakıp hayvanat bahçesini ziyaret ederdi. Hem orada fazla
insan olmazdı ki o anda en çok ihtiyacı olan şeydi.
Parka doğru giderken gökyüzü
ile aynı renkte bir uçan balon aldı. Onu serbest bırakıp yükselmesini
seyredecekti. Rüzgârla beraber yaptığı yolculuğa gıpta edecekti daha sonra.
Parka vardığında biraz dolaştı. Köklerinin üzerine oturduğu ağaçların yanından
geçti. Yalnızlığını kazıdığı çınarlara gülümsedi. Kazıyacak bir sevgisi
olmadığı için o da hep hüznünü aktarmıştı ağaç gövdelerine. Daha sonra
balonunun ipini sıkıca tuttu. Vedalaşması gerekiyordu onunla. Belki yüzlerce
başka balon olsa onlarla beraber uçabilirdi. Belki bir gün bunu deneyebilirdi.
Onun bir umuda ihtiyacı vardı.
Soluk alması için nedenleri olmalıydı. Yoksa tutardı nefesini, bir daha hiç
almaz ve bayılırdı. Umudu bulamazdı insan sonuçta pazarda satılmıyordu o. Hoş
sattığını iddia edenler vardı fakat şehirde yalan satmak artık bir meziyet
sayılmıyordu. Bir fikir geldi aklına. İhtimalleri hesaplayınca çıkan sonucun imkânsızdan
milyarda bir daha imkânlı olduğunu görünce yapmaya karar verdi. Bir mektup
yazacaktı ve onu balonuna bağlayacaktı. Sonra balonu serbest bırakıp o mektubun
gitmesi gereken yere gitmesini bekleyecekti Milyarda bir oranında bir ihtimal
bile başka bir günü beklemek için yeterli olacaktı onun için. Mektubu yazıp
balonuna bağladı ve sonra onu serbest bıraktı. Balonun ondan uzaklaşması
seyretti daha sonra. Milyarda birlik bir ihtimal yeterli olmalıydı.
Balon yolculuğuna devam etti.
Sokaklardan geçti, sürekli yön değiştirdi. Nereye gitmesi gerektiği belli
değildi. O mektubun kimse yazıldığı bilinmiyordu. Milyarda birden daha büyük
bir ihtimal vardı ve belki doğru yere gider ve doğru insana ulaşırdı. Doğru
insanın kim olduğu da bilinmiyordu. Balonu küçük bir çocuk buldu. Mektubu açtı
ama okuma bilmediği için evlerinin önünden geçen bir kıza okutmak istedi.
Küçük çocuk balonu uzattığında
kızın yüzünde bir gülümseme belirdi. Havada uçan bir balonla gelen bir mektup
ilgisini çekmişti ve okumaya başladı “Yaptıklarıma
bir bak. Sana mektup yazıyorum. Kim olduğunu, nerede olduğunu bilmeden
yazıyorum hatta. Belki sana ulaşır diye umut ediyorum. Hayatım boyunca hep seni
aradım ben. Bu yüzden hep kayboldum. Sensiz bir ömür yaşamak istemiyorum. Ancak
cümlemin içindeki belkinin ihtimali o kadar zayıf ki başka bir kelime kullanmam
gerekiyor ama o kelimeyi bilmiyorum. Bu mektubun sana ulaştığını düşünmek
istiyorum ve bu mektubu okurken kendini tanımanı. Tabi diyebilirsin ki beni hiç
anlatmadın ki nasıl tanıyacağım kendimi. Bu yüzden biraz senden bahsetmek
istiyorum. Gözbebeklerinin içinde saklı kocaman bir evren var mesela senin. Bir
gün onlara bakabilirsem eğer başka galaksiler görebilirim mesela. Başka
gezegenler vardır ve her birini keşfetmeyi isterim. Siyah saçlarından bir keman
yapılabilir mesela. O keman şimdiye kadar yapılmış en güzel keman olur. Kokun
tüm gülleri kıskandırmaya yeter mesela. Belki insan olmaması gereken bir
melektin sen. Ancak kazara insan oldun ve sonra hep üzüldün. Bazı güller hüzün
kokar bilir misin? Onlar gibisin sende. Hiç kimse seni anlayamadı biliyorum.
Yapayalnızsın ve üzgünsün. O kadar çok kırıldı ki hayallerin, hayal kurmayı
unuttun biliyorum. Kimseye güvenemiyorsun. İpekten bir koza ördün kendine ama
kelebek olamayacağını düşünüyorsun. Sonra bende kalıp sana mektup yazıyorum.
Söylediğim gibi bu mektubun sana ulaşma ihtimali yok denecek kadar az. Yine
yazıyorum ama çünkü bir umuda ihtiyacım var. O umut olmadan ben yaşayamam.
Dikkat et kendine ve seni hep bekleyeceğimi unutma. Asla vazgeçmeyeceğim senden.”
Kız mektubu okuduktan sonra bir
süre boyunca nefes alamadı. Tekrar ve tekrar okudu. Gökyüzünden uçarak gelen
bir mektubun onu anlatması ne kadar düşük bir ihtimaldi. Sanki birisi gelip onu
yıllarca tanıdıktan sonra beş farklı cümle ile anlatmak istemişti. Tamamen
yabancı bir insanın bilmesi çok farklı hissettirmişti. Mektubun üst tarafında
bir yazıyordu. İkinci bir mektup olmalıydı belki. Bir kâğıt aldı ve onun
üzerine iki yazdı. Daha sonra kendi çocukluğuna bir mektup yazmaya karar verdi.
Onu ne kadar özlediğinden bahsetti ve sonra balona bağlayıp rüzgâra bıraktı.
Balon önce yaşlı bir adama
ulaştı. Kızın mektubunu okurken geçmişini hatırladı. Daha sonra vefat eden
eşine bir mektup yazıp gökyüzüne gönderdi. O mektubu yeni sevgili olan bir çift
buldu. Başka bir çifte tavsiyeler yazdılar. Onların mektubu ilkokula giden bir
çocuğa ulaştı. Ayda yaşamak istediğini anlattı çocuk. Mektup yalnız bir adama
ulaştığında o da yalnızlığı anlattı cümlelerinde. Şiirler yazıldı daha sonra,
resimler yapıldı ve en sonunda tekrardan kıza ulaştı.
Kız balonu aldığında tamamen
başka bir yerdeydi. Aceleci bir şekilde mektubu açtı ve okumaya başladı. Birisi
umutsuzluğundan bahsetmişti. Bu esnada gözü sayfanın üstündeki sayıya takıldı “153”
yazıyordu. O balon tam yüz elli üç insanın arasında bir bağ olmuştu. Çok farklı
bir duyguydu. Dünya ne kadar da küçük diye düşündü o an. İmkansız ne kadar imkânlı.
Daha sonra başka bir mektup yazmaya başladı “Düşünsene
153 kişiye ulaştı bu balon. Onların arasında bir aracı oldu ve şimdi tekrardan
bana geldi. İlk mektubunu okurken bana yazılmış olduğunu düşünmedim. Beni
anlattığını hissettim ama bana olduğunu hiç düşünmedim. Çünkü imkânların
dışındaydı o mektubu bana yazman ve balonun bana gelmesi. Olasılık diye bir
ders görmüştüm üniversitede bu yüzden biliyordum imkânsızlıkları. İlk
gönderdiğin mektubu defalarca kez okudum inan bana. Beni nasıl anlatabildiğini
düşündüm hep. Tabi gözlerimde evrenler saklı değil ama ben yine de kendimi
buldum. Sonra o balon dönüp dolaşıp tekrardan bana geldi. Bende sana bir mektup
yazmak istedim. Eğer bana yazdıysan ve mektup bana geldiyse belki senin için
yazdığım mektup sana ulaşır. İşin komiği ne biliyor musun, yokluğunu hep
hissettim ben.”
Balon tekrardan uçmaya başladı.
Rüzgârla şekillendi yolculuğu, tepelerin üzerinden geçti ve tekrardan başladığı
yere döndü. Adam balonu gördüğünde çok şaşırmıştı. Aradan günler geçmesine
rağmen hala uçabiliyordu. Balonu yakaladıktan sonra üzerindeki mektuba baktı.
Onun yazdığı satırlar değildi. Daha sonra sayfanın üst köşesindeki sayıyı gördü
“154” yazıyordu. Yüz elli dört kişiye ulaşmıştı balonu.
Hayretler içinde kalmış bir
şekilde mektubu okumaya başladı. Ona ulaşmıştı. Tüm ihtimalsizlikleri bir kenara
bırakıp ona ulaşmıştı. Hayatla kumar oynayıp milyarda bir ihtimali seçmişti. O
an ne kadar doğru bir şey yaptığını düşünüyordu. Belki de bir amacı vardı
yaşamının. O gerçekse eğer bir şekilde ulaşabilirdi. O gerçekse eğer soluk
almasının bir sebebi olabilirdi. Mektubu tekrar ve tekrar okurken omzuna birisinin
dokunduğu hissetti.
Dönüp baktığında karşısında
siyah saçlı bir kız duruyordu. “Merhaba” dedi kız “balonun sana ulaşacağını
biliyordum.” Erkek tam daha fazla şaşıramayacağını düşündüğü sırada daha fazla
şaşırmış buldu kendisi. Söyleyecek bir kelime yoktu. Kız ilk mektubunu ona
uzatırken gözlerinin içine baktı. Saklanmış evrenleri gördü daha sonra. “İlk
bana geldi balon sonra bende bir şeyler yazıp gönderdim. Bayağı bir dolaşmış ve
sonra tekrardan bana geldi. Beni yazdığı düşündüm satırlarında eğer bende sen
yazarsam sana gelirdi” gülümsüyordu kız. O gülümserken adam kalbinde çiçeklerin
açtığını hissetti. Bir süre boyunca bakıştılar sonra bolca güldüler.
Geçmişlerinden hiç bahsetmediler. Ortak bir geleceğe doğru bir yol açılmıştı
önlerinde ve o yolda yürümek istediler. Daha sonra olasılıksızlığın nasıl bir
ihtimal yaratacağını anlatan bir yazdılar, balona bağlayıp rüzgâra bıraktılar.
Balon uzaklaşırken gülümsüyorlardı.
Ve aşk asla
gerçekleşemeyeceğini düşünülen bir ihtimalin peşinden koşmaktı.
Resim: Virginie Caillet