Adam denizi gören bir tepenin
üzerinde durmuş gün batımını seyrediyor, gökyüzündeki renklerin çeşitliliği
karşısında hayran kalıyordu. Daha önce bu kadar fazla renk olduğunun farkında
değildi. Hatta her şeyin gri tonlarından oluştuğunu düşünürdü. Siyah beyaz bir
fotoğraf gibiydi onun dünyası. Bilmezdi kırmızıyı, maviyi veya yeşili.
Anlamsızdı onun için renkler, önemsizdi. Belki de hissedememesi ile alakalıydı her
şey. Her renk bir duyguyu anlatırdı ya hani o duygularının olmadığına
inanıyordu. Bu yüzden renksiz bir dünya gerçek dışı değildi.
Köprülerin kenarında dururdu
hep. Çatıların sınırında yürürdü. Kırmızı ışıkta geçerdi hep. Bir amacı yoktu
onun. Köprüden geçerken sert bir rüzgâr esse mesela aşağıya düşebilirdi. Belki
de onu istiyordu sadece. Belki kaza süsü vermeye çabalıyordu gölgesini
kaybetmesine. Durup düşünecek bir geçmişi yoktu onun veya hayal kuracak bir
geleceği. Sadece şimdisi vardı ve ondan nefret ediyordu. Kendini zamanın
arasında kısılıp kalmış hissediyordu.
Nereye gitse veya hangi yoldan
yürüse anlamsızdı onun için. Onun beklediği otobüsün geçtiği bir durak
yapılmamıştı henüz. Bu yüzden beklemeyi de bilmezdi. Umut kelimesi onun
sözlüğünde yoktu. Herhalde birisi gelip çalmıştı. Bir gece yüreğinin kapısını
kilitlemeyi unutmuştu ve güzel gözlü bir hırsız tüm kelimelerini çalmıştı. Hırsızın
kimliğini bilmediği için şikâyet edemiyordu. Polise gidip kelimelerimi çaldılar
benim de diyemiyordu. Kılık değiştirmede uzman birisiydi büyük ihtimalle. Onu
sokakta görse tanıyamazdı.
Sonra başka bir gün seri bir
katil gelip onu öldürmeye çabalamıştı. Önce güzel bir akşam yemeği yemiş daha
sonra adamı konuşturmuştu. Herhalde güzel kelimeleri ne kadar içten söylerse o
kadar değerliydi onun kalbi. Bu yüzden gece yatağına gelip sökmüştü kalbini. En
kötüsü ise nasıl bir uyuşturucu kullandıysa üzerinde hiçbir acı
hissetmemesiydi. Onunda gözleri güzeldi ama. İsteydi kendisi söküp verirdi
kalbini. Ancak bir alışkanlıktı hırsızlık veya katillik. İhtiyaçtan değil
zevkten yapılırdı.
Yine köprülerden birisinin
kenarında yürürken hayatı değişmişti. Hayatının değişebileceğine inancı yoktu.
Hatta bir anda tüm renklerin ve tüm kelimelerin geri geleceğine ihtimal bile
vermiyordu. Olasılık hesaplarının dışındaydı yaşadıkları. Bir gün köprünün
kenarında beklerden birisi omuzuna dokunup saati sormuştu. Dönüp baktığında
üzerinde el işlemeleri bulunan bir kurşunun kafasını parçalayıp geçtiğini
hissetti. Sonra bir diğer kurşun kalbine saplandı. Acılar içinde yere yığılıp o
anda ölmek istedi.
Fakat bu mümkün değildi ve kıza
saati söyledi. Kız teşekkür edip uzaklaşırken o arkasında nefes almadan
bekliyordu. Sanki var olan tüm duygular birleşmiş ve yüreğinin tamamını
kaplamıştı. Sadece bir kez görmüştü onu ve toplamda beş kelimesini görmüştü.
Ancak onunla geçen kısa süre tüm ömründen daha büyüktü sanki. O kadar detaylı
bir biçimde işlemişti ki zihnine onun her şeyini anlatabilirdi. Resim yapmayı
bilse mesela göz retinasını tüm detaylarıyla çizebilirdi.
Kız gittikten sonra saatler
geçmesine rağmen adam kımıldayamamıştı. Sanki yanına geldiğinde yasaklanmış bir
büyü yapmış ve onu ele geçirmişti. Önce aradan günler geçti sonra haftalar.
Aylar geçmeye başladığında onu neden göremediğini merak etmeye başladı. Sahi o
neden hiçbir yerde yoktu.
İçinden geçenler yazmaya karar
verdiğinde kurduğu cümleler onu korkutmaya başlamıştı “şimdi neredesin bilmiyorum. Yanıma geldin ve birkaç kelime söyledin. Seni
gördüm. Beni mezarımdan çıkarıp aldın. Kurtçukların bedenimi parçalamasını
beklerken beni gökyüzü ile tanıştırdın. Bunu nasıl yaptığını anlamıyorum. Sana karşı
hissettiğim duyguların ismini de bilmiyorum. Bu kadar güçlü bir kelime olabilir
mi dünyada. Var olan tüm sözcüklerini birleştirsem mesela hepsinde cümleler
kursam, romanlar yazsam yine anlatamayacağım hissettiklerimi. Sadece bir an
boyunca gördüm seni ve şimdi bir kez daha görebilmek için her şeyimi feda
edebilirim.”
Zaman geçtikçe kızın içinde
kapladığı alan giderek büyüyordu. “Bir
virüs gibisin sanki. Bana dokunduğunda bedenime işledin ve çoğalmaya başladın
içimde. Çok kısa bir zamanda kalbimi ele geçirdin sonra durmadın ama yayılmaya
devam ettin. İnsanı hasta ederdi virüsler, öldürürlerdi ama sen bana zarar
vermiyorsun. Hayatım boyunca hiç hissetmediğim kadar iyi hissediyorum. Şimdiye kadar
hep sahte cümleler kurduğumu hissediyordum. Ancak senden sonra gerçeği bulmuş
gibiyim. İlaçları vardır virüslerin içersin ve iyileşirsin. Senin ilacın olsa
mesela hepsini parçalardım. Senden önce hiç iyi olmadım ki ben” cümleleriyle
anlatmıştı içinde onun büyümesini.
Hayatını o köprünün üzerinde
geçirmeye başlamıştı. Onu bir kez daha görebileceği için evine gitmiyordu. Uyurken
yanından geçip de göremez diye uyumuyordu. Onu evsiz zannediyorlardı, bir ayyaş
olduğunu düşünüyorlardı. Ancak onun bir anlık hatıralarından başka hiçbir şey
içmiyordu o. Damarlarında onun sesinden başka hiçbir şey dolaşmıyordu.
Hissettiklerinin delirmenin
belirtilerinden olduğunu düşünürdü çünkü başka hiçbir açıklaması yoktu
yaşadıklarının. Aylar yıllara döndüğünde zihninin tamamını kaplamıştı o kız. Onun
için yazdıklarını birleştirse kitaplar oluşurdu. Belki öyle yapsa kız kendini
görür ve tanırdı ama başkalarının okumasına dayanamazdı ki. Anlayamazlardı onu.
Hissettikleri var olan tüm duyguların çok üstündeydi. Sanki dünyanın üzerinde
yaşıyordu artık. Daha önce hiç keşfedilmemiş bir gezegene gitmişti. Hayatla olan
tüm bağları kopmuştu.
Kızı o kadar çok düşünüyordu ki
yaşadığı sokaktan okuduğu bölüme en sevdiği şarkıdan evinin dekorasyonuna kadar
binlerce farklı yaşam öyküsü kurgulamıştı. Sonra öykülerini onun gözlerindeki
çizgilere, yüzündeki kırışıklıklara ve saç tellerindeki ton farklılıklarına
göre elemiş ve onlara kadar indirmişti.
Sürekli olarak onu düşünüyordu.
Tekrar görse mesela onu ne söyleyebileceğini bilmiyordu. Anlatacak kelime yoktu
ya hislerini ne söyleyebilirdi ki “ben
yıllar önce görmüştüm seni ve o güne kadar hissettiğim her şey sahteydi ve seni
gördükten sonra gerçeği buldum.” Her halde söyleyebileceği her hangi bir
cümle daha az saçma olurdu. “bana yıllar
önce saati sormuştun benim zamanım akmıyor diyemedim sana. Benim zamanım yok
hiç diyemedim. Sonra sen geldin ve saniyelerimi saymaya başladım” dese
hiçbir şey anlatamazdı mesela. “Seni gördüğüm ilk anda bedenimden kurşunlar
geçti, paramparça oldum. Sana karşı hissettiklerimi anlamıyordum ya ölesiye
korktum senden ama seni bir kez daha görebilme ihtimalim beni uzak tuttu
sonlardan” herhalde kurabileceği daha kötü cümlelerin sayısı bir hayli azdı.
Hayatı olmuştu onun, yaşamı,
düşleri, hayalleri. Onu tekrardan gördüğünde hemen yanından geçmişti. Koşar
adımlarla yanına gidip “merhaba, acaba beni tanıdınız mı” dedi. Kız gözlerini kısarak
onu hatırlamaya çalıştı. Onda pek hatırlama ibaresi görmediğinde tanışmalarını
anlatmaya başladı adam. Saat sormasını teşekkür ederim demesini tüm
detaylarıyla anlattı. Elbette kelimelerin çokluğunda değildi detaylar. Saçlarını
tarama biçimindeydi, giydiği elbiselerdeydi, parmaklarındaki kesiklerdeydi veya
göz bebeklerindeki hüzünde. O kadar detaylı bir biçimde anlatmıştı ki kızın
gözleri şaşkınlıktan açılmıştı. Herhangi bir insan onu o kadar detaylı
incelememişti. Sadece bir an boyunca görmüş olmasına rağmen o kadar iyi
tanımamıştı.
Daha tekrardan görüşmeye karar
verdiler. Adam evine geri döndü. Daha fazla konuştular adam kıza yazdığı tüm
yazıları verdi. Her şeyi bilmesini istiyordu onun. Onun için kurduğu tüm
hayalleri öğrenmeliydi. Her şeyi ona sadece bir kez dokunduğu için hissetmişti.
Eğer bir gün elini tutarsa biliyordu ki onun için yeni bir lisan oluşturabilirdi.
Öyle bir lisan olurdu ki o içindeki tek bir kelimeyi romanlar açıklayamazdı.
Daha sonra elini tuttu adamın.
Dünya en mutlu insanı olduğuna dair yemin edebilirdi. Her şey güzeldi onun
için. Her şey kusursuzdu. O hayatı yaşadığına inanamıyordu bir türlü. En büyük
hayalinin bile çok ötesindeydi hissettikleri. Sonrasında kız gitti ama sebebini
bilmediği bir şekilde gitti ama. Yine de onu bir kez görüp ona dokunmuş olmak
gidişinin acılarını bastırmaya yetiyordu. O kadar büyük hatıraları vardı ki her
birisi için bir ömür boyu yaşayabilirdi.
…
“Peki ya bu hastanın nesi var?”
diye sordu beyaz önlük giyen adamlardan birisi. “Kendi içinde bir dünya
yaratmış ve o dünyanın merkezinde bir kız var. Ona âşık olduğu zannediyor. Tüm
tedavileri reddediyor ve mutlu. Bu yüzden bizde onu kendi haline bıraktık ve gözaltında
tutuyoruz. Kızı bir zamanlar görmüş olduğuna inanıyoruz. Ancak sonrasına dair
bir bilgi yok elimizde. Büyük ihtimalle onuna konuşacak cesareti bulamadı ve
derin bir travmaya girdi” dedi beyaz önlük giyen başka bir adam ve hastanenin
koridorunda yürümeye devam ettiler. Bu esnada odasında yatan gülümsüyordu,
mutluydu.
Ve aşk onun için başka bir
gerçeklik kurgulamaktı.
Resim: Mark Spain
Dinle: Dream Theater, Space dye west
Şarkının hikayesi: Grubun klavyesisi bir dergiyi okurken orada bir kız görür ve o an ona aşık olur. Sonra o şehirde bulunduğu süre boyunca dergiyi hep yanında taşır ve kızı tanıyıp tanıyamadıklarını sorar. Uzun bir süre boyunca şehirde kaldıktan sonra gitmesi gerekir ve gittikten sonra bu şarkıyı yazar. Bu yüzden çok özelir bu şarkı. Benim eski hikayelerimde "belki bir gün bu satırları okursun ve kendini tanırsın" dememe benzer. Çok çok özeldir.
Şarkının hikayesi: Grubun klavyesisi bir dergiyi okurken orada bir kız görür ve o an ona aşık olur. Sonra o şehirde bulunduğu süre boyunca dergiyi hep yanında taşır ve kızı tanıyıp tanıyamadıklarını sorar. Uzun bir süre boyunca şehirde kaldıktan sonra gitmesi gerekir ve gittikten sonra bu şarkıyı yazar. Bu yüzden çok özelir bu şarkı. Benim eski hikayelerimde "belki bir gün bu satırları okursun ve kendini tanırsın" dememe benzer. Çok çok özeldir.