1:Sığınak, tanışma
2:Sığınak, veda
Güneş puslu bir gökyüzünde yavaşça yükseldi önce. O yükselirken şehir yavaşça uyandı. Şehir uyanırken bir çok insan o gece gördüğü rüyaları hatırlayamadı. Bazıları yüzlerinde gülümsemelerle uyandı bazıları ise sebebini bilemediği bir boşluk ile başladı yeni bir güne. Birçokları için o günün bir anlamı yoktu hatta bazıları o günün kimliğini bile bilmiyordu. Günlerin kimliği önemlidir ve her bir gün aynı isimlerle anılıyor olsa da birbirinden farklıdır kimlikleri farklı olduğu için. Ancak bütün bu farklılıklar insanların asla bilemeyeceği ufak detaylardı. Aslında bilmekte istemezdi insan. Her günü birbirine benzetip kendisini sıradanlaştırmaktan garip bir zevk alırlardı. Sonuçta onlar bunun için eğitilmişlerdi doğumlarından beri. Bu sebeptendir ki günlerin bir isimleri vardı ve güneş aynı isimli günlerde farklı şekillerde yükselirdi. O gün diğerlerinden farklı bir şekilde doğmuştu güneş ki bu farklılıktan haberdar olan kimse yoktu.
Bir duvardan ayrılıp farklı yönlere doğru ilerleyen iki iz vardı o sabah. Güneş çınar dalları arasından o yollardaki ayak izlerinin üzerine düşüyordu o sabah. Her gün güneşin doğması için bir sebep vardı ve her gün güneş doğduğunda sebeplerinin varlığını kontrol ederdi. Bu yüzdendi dalların arasından süzülen ışığın ayak izlerinin üzerinde yavaşça gezinmesi. Eğer birisi o izleri görse ve inceleseydi iki yana doğru uzayan kırmızılığı da görürdü. Eğer birisi o kırmızılığı fark edip araştırsaydı iki farklı acıya rastlardı bedenlerden akıp zemine yayılan ki bu iki acı ölçülseydi eğer birisinin kendisiyle olan bir savaştan diğerinin ise kırık bir kalpten kaynaklandığını anlardı. Ancak kimse bu incelemeleri yapmayacaktı sonuçta bulunabileceklere hiçbir değer biçilmemişti hayatın fiyat kataloğunda.
Uzun bir süreden sonra huzurlu bir şekilde uyumuştu erkek. Ne bir rüya görmüş ne de kabuslarında kendisiyle savaşlar yapmıştı. Sadece sabaha karşı eve gelip kendini koltuğuna bırakmış ve orada uyuya kalmıştı. Göz kapaklarını açarken göz kenarlarında birikmiş çapaklar onu zorladı. Sol gözünü tam olarak açamayacağını anlayınca sağ eliyle çapakları temizledi. Bir zamanlar duyduğu bir efsaneye göre insan eğer uykusunda ağlarsa o göz yaşları çapaklaşırmış. Bu yüzden şimdiye kadar hiç çapak birikmemişti yüzünde ve şimdi ise kendini rahatlamış hissediyordu başka efsanelerde anlatıldığı gibi. O efsanelere göre insan ağladığında rahatlarmış ki bu efsanenin gerçekliğini hiçbir zaman ölçememişti asla ağlayamadığı için. Gözlerindeki çapakları ve içindeki rahatlamayı da hesaba katıp "neden olmasın" dedi kendine. Hala koltuğunda uzanmış ve kıpırdamamıştı.
Ayılmak için başını iki yana salladı doğrulurken. Daha sonra elleriyle yüzünü sildi yavaşça bastırarak. Bu yapmasının nedeni bir rüyada olup olmadığından emin olmak içindi aslında ki rüyada olmadığını anlayınca ayağa kalktı. Kalkarken duvardaki saate baktığında ise akrep ve yelkovanın en yukarıdaki birlikteliğini gördü. Çok fazla uyumamıştı aslında ama yine de kendini oldukça iyi hissediyordu. Önce banyoya doğru ilerledi elini yüzünü yıkamak için. Banyo aynasıyla karışlaştığında yansımasının yüzünde garip bir mutluluk fark etti. Garipti çünkü bu güne kadar yansıması hep üzgündü, hep ağlardı aynadaki suret. Şimdi ise gülümsüyordu ki onun ne zaman bu kadar içten gülümsediğini hatırlamıyordu bile. O an içindeki bir ses bugüne kadarki bütün gülüşlerinin yalan olduğunu söyledi kısık bir sesle. O ise başıyla onayladı sadece belki de öyle idi. Belki de bütün mutlulukları bir oyunun parçasıydı ki o kendine hep iyi bir oyuncu derdi hayat oyununda. Evet, bir oyundu hayat!
Önceki gece onları hatırladıkça mutluluğu yerini bir parça gurura bıraktı. Dün gece öteki kendisiyle yaptığı bir savaşın ilk perdesini kazanmıştı. Bu zafer onun için önemliydi elbette bu sayede soluduğu havadan zevk alabiliyordu. Yine bu sayede kimliğini nefret etmeden taşıyordu boynunda. Her insan kimliğini boynunda taşırdı ve her kimlik o güne kadar yaptığı ve yapmadığı bütün seçimlerdi. Her insan geçmişini boynunda taşırdı bir noktada fırlatıp atmadıysa eğer. Fırlatıp atarsa kimliksiz olurdu ve boşlukta sallanırdı bir süre. Ancak bu sabah kimliğini fırlatıp atmamıştı ve onu boynunda gururla taşıyordu. Dün gece aldığı yaraların veya ne kadar kan kaybettiğinin bir önemi yoktu artık. Uzun bir aradan sonra bugündeydi ve tarihe baktı "29 Mart" saat 12.23 günlerden Perşembe.
Yatak odasına gidip elbiselerini değiştirmesi gerekiyordu. Siyah gömleğini çıkardı ve bir kenara fırlattı hemen ardından da pantolonunu. Dolabını açıp yenilerini alacakken bir an durdu sanki onunla birlikte dünyada durmuştu. İçindeki ses bir soru sordu hemen ardından "O kız gerçek miydi?" Bu soru karşısında nefesi kesildi ve yatağının kenarına oturdu "O kız gerçek miydi?" Bu soruya verebilecek bir cevabı yoktu bir taraftan onun gerçek olması için dua etti. Diğer taraftan ise onun bir hayal olması düşüncesi ise onu korkutuyordu. Eğer o bir hayal ise, bir sanrı ise o durumu düşündüğünden daha korkunçtu. Tekrardan hatıraları arasından savaşına döndü ve içindeki o gücü hissetti. Hayatı boyunca hiçbir zaman hissetmediği bir güç vardı onda. Tek kişilik ömrü hayatı boyunca hiçbir zaman!
Çıkardığı elbiseleri tekrardan giydi eğer o kız gerçekse belki tanır diye. Normalde asla yapmazdı bunu aynı elbiseyi ikinci gün giymezdi. Ancak bugün başka bir şansı yoktu giyinip mutfağa gitti ve kendine bir şeyler hazırladı. Önceki sabah kahvaltı yapmadığını hatırlıyordu ve midesindeki yanma da bu yüzdendi. Hızlı bir biçimde kahvaltısını yaptıktan sonra evden çıktı ve sığınağına doğru ilerledi. Dış kapıyı kapattıktan sonra müzik çalarını açtı ve rastgele bir şarkı seçti. "Şebnem Ferah, Sil Baştan" çaldığında ise kısık sesli bir kahkaha attı ve merdivenlerden hızlı bir şekilde indi.
...
Sığınağına vardığında orada kimseyi bulamadı. Sadece etrafta gezinen insanlar vardı ve onları umursamadı. Sığınağının üstüne oturup boğazı izledi bir süreliğine. Saatine tekrar ve tekrar baktı "14.03, 14,29, 14.51.." Bu süreçte sahilden geçen araçları inceledi bezginlikle. Çığlıklar atarak ilerleyen bir ambulansı takip etti ve içindeki her kim ise onun için dua etti. Bir süre sonra sokaktaki insanları incelemeye başladı. Oyunlarını gördü bu süreçte onların nasıl sürüklendiklerini anladı. Çiftlerin neden birlikte olduklarını ve nasıl ayrılacaklarını tahmin etti. Sonra ilişkiler içindeki çıkarların listesini sıraladı kendine ve ilişkilerin gereksiz olduğunu tekrarladı iç sesine. Sonuçta hayat bir oyundu, içindekiler birer oyundu ama o oynamak istemiyordu. Saatine tekrardan baktı "15.37". Beklemekten yorulmuştu ve sahile gidip bir çay içmeye karar verdi ve bir şeyler atıştırmak istedi. Sonuçta bu gece geri dönmeyi planlamıyordu "ya O gerçekse?"
...
Eğer o gerçekse ne diyeceğini bilmiyordu. Belki sadece teşekkür ederdi, belki sadece dünkü savaşı onun sayesinde kazandığını anlatırdı. Çayını yudumlarken sürekli olarak saatine bakıyor ve şarkılar arasında geziniyordu. "Steel Heart, She is Gone" çalarken onun gerçek olmasını tekrar düşledi içindeki bir ses gerçek olmadığını söylese de. Üçüncü bardak bittiğinde saatine tekrardan baktı "17.23" ve hesabı ödeyip sığınağına doğru yola çıktı güneş yavaşça gökyüzünden kaybolurken. Duvara doğru olan yol sanki milyonlarca kilometreymiş de günlerdir yürüyormuş gibi hissetti. Bu sürede kızın neye benzediğini hatırlamaya çabaladı ama beyaz tenine vuran ay ışığı haricinde bir şey hatırlayamıyordu ve bir de rüzgarda savrulan siyah saçları vardı.
Uzakta duvarı gördüğünde içindeki burukluk biraz daha büyüdü. O gerçek olsa bile bir daha buraya gelmeyebilirdi ve onu hiç göremezdi. Belki onun yüzünden sığınağını terk etmişti. Eğer o gerçekse ve bunlar olduysa kendini asla affetmezdi. Bir an düşündü ve bir sanrı olmasını tercih edebileceğini gördü onu üzme ihtimali karşısında. İçinde sayısız düşünce dolaşırken duvarın üstüne oturmuş ve ayaklarını boşluğa bırakmıştı. Herhalde 8 metre vardı yükseklik eğer o gerçek değilse ve hayat bir oyunsa burası yeterli olmalıydı. Hayatın oyun olduğundan emindi ve içindeki bütün yalanlardan da. Sadece bir tane gerçek arıyordu, onu hayata bağlayacak bir gerçek.
"Jewel, Foolish Games" çalıyordu. Saat 18,02 idi ve o gökyüzünü kaplayan kızıllığa bakıyordu ve bir ses duydu. Daha doğrusu hissetti bir kadın sesini "Gerçekmişsin!"
Kıza doğru döndüğü sırada oda bilinçsizce aynı kelimeyi tekrarladı "Gerçekmişsin!" ve uzun bir süre boyunca gözlerinin içine baktılar. Eğer kelimeleri olsaydı söyleyecek hiç susmamayı planlıyordu fakat bilinen bütün kelimelerin ötesinde bir yerdeydiler. Başka bir lisanda hiç bilinmeyen kelimeler lazımdı onlara. Bunun yerine yine aynı eş seslilikle "teşekkür ederim" dediler. Kız adamın hemen yanına oturdu ve başını omuzuna yasladı. Eğer onları umursayan birileri olsaydı onların birbirleri için yaratıldığını söylerdi. Fakat bu detayı görebilecek kimse yoktu ve hayatın fakat listesinde bunun hiçbir önemi yoktu.
Sadece uzakta bir adam onlara doğru bakıyor ve yüzünde bir gülümseme ile bekliyordu. Aslında o uzun zamandan beri oradaydı fakat kimse için bir değeri olmadığından kimse onu görmedi. Kız başını adamın omuzuna yasladıktan sonra gülümsemesi biraz daha arttı bir tutam gururla. Sonra sırtını onlara döndü ve kısa adımlarla yürümeye başladı. Dudaklarında ise henüz söylenmemiş bir şarkı vardı.
Sığınak, başlangıç
byOğuz Marangoz
-
2
Tags
sığınak
Gönderen Oğuz Marangoz
Merhaba bloguma hoş geldiniz. Yazılarımı düş mezarlığımda sizinle paylaşıyorum. Yazdığım romanlar, hikayeler, şiirler ve denemelere bu adresten ulaşabilirsiniz.
gerçekti...