Zaman ilerlemeye devam ediyordu. Sohbet devam ettikçe kahkahalar yükseliyor neşemiz giderek artıyordu. Herkesin içinde belli etmek istemediği bir şeyler vardı. Bir çoğumuz yarın gece yapacaklarımızı düşünüyordu. Kabul edelim zihnimin bir bölümü savaşa ayrılmıştı. Bir bölümü ise tahmin edeceğiniz gibi Melvenia'ya ayrılmıştı.
Ben sanki kendi içimde iki farklı kişi olmuştum. Bir yanım alevler içindeyken bir yanım buzlarla kaplanmıştı. Canım yanıyordu evet hatta canım çok yanıyordu. Aklımdan Melvenia'nın beni terk etmesi geçiyordu elbette. İçimdeki kişilerin sayısını bir kaç kere çarpalım. Sonra bir kaç kere daha çarpalım. O kadar farklı sesin aynı anda konuştuğunu düşünün.
O seslerden birisi beni bir kere terk eden kişinin kurtarılmaya değmediğini söylüyordu. Bir başka ses ise bana yaptıkları için ona acı çektirmem gerektiğini ekliyordu. Kabul ediyorum o seslerin hepsini haklılık payı vardı. Ancak ben Melvenia'ya kötülük yapamam. Bu hem kendime hemde içimdeki duygulara hemde inandığım her şeye ihanet etmek anlamına geliyordu.
Arkadaşlarımın yanında onlardan çok uzakta bir yerdeydim ben. Bedenim sabit dururken ruhum uzayı ve zamanı dolaşıyordu sanki. Şimdiye kadar kaçtığım herşey bir anda karşıma çıkmıştı ve ben artık kaçmak istemiyordum. Gidip Melvenia'yı kurtarırdım sonra o yoluna giderdi bende kendi yoluma. Evet, kesinlikle böyle olurdu. Bana olasılıkları anlatmayın lütfen, bir hayal kırıklığını daha kaldıramam ben. İnsanın düşüncelerinden kaçmasının bir yolu olmalı yoksa bu şekilde yaşamak çok zor.
Biraz daha geçtikten sonra zaman gece yarısını geçmeye başladı. Elbette güzel şeylerde vardı. Özellikle Aranhil'i tekrar görmek beni çok mutlu etmişti. Uzun yıllardan sonra onunla beraber savaşacaktık ve bunu çok özlediğimi fark ettim. Eski günlere benzeyen yeni bir gündeydik.
Bir süre sonra Naserious ile göz göze geldik ve onunla konuşacaklarımız olduğunun farkındaydım. Bu sebeple izin isteyip odaya geçtim. Naserious bir sure sonra gelirdi o gelene kadar düşünmemeye çalışacaktım ve bunun ne kadar zor olduğunun farkındaydım. İçimdeki sesleride susturmayı başardığım zaman gerisi çok kolaydı.
Düşüncelerimdeki zaman ile gerçek zamanın farklı olduğunu çok iyi biliyordum. Düşüncelerimde saatler hatta günler geçerken gerçekte sadece birkaç dakika geçtiğinin farkındaydım.
Bütün düşüncelerin içine birde kendimi suçlama eklenince ben deliliğe bir adım daha yaklaştığımı hissettim. Kendimi iyi hissetmiyordum. Keşke -ki bu kelimeyi hiç sevmem- Naserious'tan yiyeceğim sağlam bir dayak beni normale getirse ama hiçbir işe yaramayacağını biliyordum. Sonuçta hiçbir fiziksel acı yüreğimdekiler kadar acı veremez bana.
Aradan biraz daha zaman geçtikten sonra Naserious hızlı adımlarla içeriye girdi ve "Nasılsın?" diye sordu bana.
- İyiyim desem inanmayacaksın bana kötüyüm desem yalan söylemiş olacağım.
- İlla edebiyat yapacaksın sana çok basit bir soru sordum.
- Haklısın dostum ama bazen soru ne kadar basit olsa da cevap o kadar da zor olur.
- Tamam ben anladım kafan karışmış senin.
- Ne yapmaya karar verdin?
- Kaleyi ele geçirip kralı kurtardıktan sonra Melvenia'yı kurtaracağım. İsterseniz gelmek zorunda değilsiniz benimle.
- Sonra Naserious, Lucian'ı neden dövdü? Yok efendim neden kemiklerini kırdı? Arkadaş yemin ederim bu dünyadaki en sert nesne kesinlikle senin kafan. Elbette senin yanında olacağım.
- Teşekkür ederim Naserious sen benim en iyi dostumsun. Melvenia'ya bir borcum var benim.
- Tamam, tamam uzatma. Onu kurtarmaya gideceğiz. Şimdi yat uyu biraz yoksa yemin ederim çok fena döveceğim seni.
- Bir şeye daha karar verdim eğer onu kurtarma görevi birinizin canını sıkarsa veya saçınızın teline zarar gelirse ben bu yolculuğa hiç girmeyeceğim.
- Bak hala konuşuyor hadi yat, uyu. Seni dövme hakkımı saklı tutuyorum.
- Tamam, Naserious iyi geceler sana -sanki iyi bir gece kaldı. -