Kısa bir sure sonra Kylana yanımıza geldi ve hemen ardından Galdor katıldı. Herkes her ne kadar neşeli olsa da bir o kadar düşünceliydi. Hepimizin karnı açtı ve kahvaltılık bir şeyler istedik Galdor her ne kadar güne bira ile başlamak istese de uzun uğraşlar sonucunda ona engel olduk.
Herkesin dün gece fazla uyumadığı belliydi ancak bu bizim için önemli değildi. Bazı zamanlarda uyumak çok anlamsız olurdu. Bazı zamanlarda ise uyumak uyanık olmaktan çok daha güzel olurdu rüyasında gördüklerine bağlı olarak ki ben rüyamda Melvenia'nın sesini duymuştum ve onun başının belada olabileceğini öğrenmiştim.
Yemekler geldikten sonra hep beraber yemeye başladık. Onları dinlemediğimi kabul ediyorum. Savaştan bahsediyor, planlar yapıyorlardı benim aklım ise çok başka bir yerdeydi. Evet, yanılmadın Melvenia'yı düşünüyordum. Gülümsemesi gözlerimin önüne geliyordu. Arada bizimkilere cevap veriyordum ama onun yüzü hep aklımdaydı. Hatırlıyordum onunla ve onsuz geçen zamanları. Sol kaburgamın tam içinde farklı bir şey vardı sanki canım yanıyordu, sanki bir şey yüreğimi koz bir demir ile deşiyor ve beni paramparça ediyordu.
Galdor'un gözleri savaşacağı için parlıyordu, Kylana biraz sessizdi, Naserious ise her zaman olduğundan daha düşünceliydi. Bu kadar düşünceli olmasının sebebinin ben olduğunu biliyordum ama konuşmadım. Benim bir karar vermem lazımdı ve her zaman en zor kararlar beni bulurdu. Hatırlamayı hiç sevmiyorum ben hele canımı yakmasından hiç hoşlanmıyorum ama bir diger taraftan onun gülümsemesini hatırlamak beni mutlu ediyordu. Neden nefret edemiyorum ki ondan? Nefret etseydim daha kokay olurdu ama unutamıyorum onu. Bende kesin bir sorun var neden hep imkansızlar beni buluyor.
Lanet olsun gülümsemesi çok güzel. Kendimi toparlamam lazım benim. Ne istiyorum biliyor musun? Sadece onu bir kere daha görmek istiyorum hepsi bu kadar. Onu bir kere daha görmek belki de hiçbir şeyi değiştirmeyecek ama olsun en azından onu kurtarmış olurum şu anda içinde olduğu durumdan ben sorumluyum.
Kahvaltıyı bitirmeye yakın yaşlı adam yanımıza geldi ve herkesin hazır olduğunu söyledi. Aralarında kralın ordusundan bir bölüm de varmış ve bu bizim için çok önemli. Ben neden böyle oldum aklimdan çıkmıyor sanki ikiye bölündüm. Bir tarafım normal hayatına devam ediyor diğer tarafım ise sadece o, sadece gülümsemesi.
Devasa büyük bir savaşa görmek üzereyiz ve olaylar benim unurunda bile değil. Gidelim, kim varsa dövelim ve hemen Mel'in yanına gideyim. Çok şey mi istiyorum ben? Acaba içimde hala bir umut mu var? Canım çok yanıyor! Hüngür hüngür ağlamak istiyorum ama bunu yapamam, olmaz, yapmamalıyım. En iyisi gülümseyen bir maske takayım ben nasıl olsa kimse anlamaz.
Yemek bittikten sonra yaşlı adamı takip ederek dışarıya çıktık. Daha sonra yarım saat kadar ormanın içinde yürüdük. Sık ağaçların arasından geçtik. Yol boyunca hiç konuşmadık neredeyse, hatta Galdor bile hiç konuşmadı. Demek ki o da sessiz olabiliyormuş. En sonunda küçük bir tepeye ulaştık ve orada bizi bekleyen yaklaşık 800 kişi gördük. 800 kişi içlerinde en az 100 tane iyi savaşçılar varsa bizim icin yeterli olur.
Sanki o hafızama kazınmış gibi. Ben üstünü balçıkla örtmeye çalışmışım, sonra onu alıp bataklığa atmışım ama bir şekilde dışarıya çıkmış gibi. Hatıralarım hatira olarak kaldığı sürece hiç sorun yok ama hatıralarım şimdime etki ediyor. Bu biraz büyük bir sorun. Ondan kurtulmak istiyorum ama aklıma geldikçe bunu yapmak istemediğimi fark ediyorum. Kendime gelmeliyim benim en kısa zamanda.
Yaşlı adam bizi askerleri ile tanıştırıyor bir şansımız olabilir diye düşünüyorum. Şimdiye kadar nelerin üstesinden gelmedik ki zaten bir. Onun gülümsemesini neden unutamıyorum ben. Askerler bir kaç parçaya ayrılıyor. Galdor en önde onları motive edecek konuşmalar yapıyor. "Sizin olanı geri alma zamanı geldi. Artık hak ettiğiniz gibi bir hayat yaşayacaksınız. Ben hayatım boyunca zulmün karşısında hiç susmadım ve sessiz kalmayacağız."
Kalabalık çılgınlar gibi alkışlıyor onu. Kalabalık alkışladıkça Galdor da iyice gaza geliyor. Adamın içinde bir komutan yatıyormuş o an anlıyorum. Galdor'un konuşması bitince askerleri birkaç parçaya bölüyor ve bizlerle tanıştırıyor. Eğitim yakında başlayacak hem belki kafam bir şeyle meşgul olursa Melvenia'yı daha fazla düşünemem. Bana o kadar güzel bakıyordu ki unutmak istemiyorum.
Ben kendi yerime geçiyorum artık benim konuşma zamanım "Hepiniz hoş geldiniz. Bundan sonra yapacağınız tek bir yanlış hareket ölmemiz demek. Ben size nasıl yanlış yapmayacağınızı öğreteceğim. Rakibiniz tam karşınızda ve size doğru kılıcını savuruyor ve sizin yapabileceğiniz birkaç hamle var. İlki geriye doğru zıplamak ikincisi ise kılıcını kendi kılıcınız ile kesmek.. " Hatırlıyorum da o güldüğü zamanlar yanaklarındaki gamzeler iyice belirgin olurdu. O gamzelere gömülmek istediğimi hatırlıyorum. Belki de hep olmak istediğim yerdi o benim.
"Tekrar yap. Geniş bir biçimde savur kılıcını ve hemen ardından ileriye doğru bir saplama hamlesi yap! Onun gülümsemesine şiirler yazardım eskiden şimdi onun yokluğu roman oldu. Bazen saçlarını düzleştirirdi ve ben hic sevmezdim bunu. Bana inat yapıyordu biliyordum.
"Savunmamızı hiçbir zaman düşürmeyin. Savaşırken bir sonraki hamleyi düşünmeniz yetmez en az 5 hamle sonrasını düşünmeniz gerek." Peki yq gözleri! Gözlerine baktığım zaman sanki evreni görürdüm ben bu yüzden sonsuza kadar onun gözlerine bakmak istiyordum ben.
"Tekrar saldırın. Önemli olan yaptığınız hamleleri kusursuz yapmanızdır. En ufak hatanızda ölürsünüz. Hepimiz ölürüz. Tekrar!“ Benim yanımda uyurdu bazen. O uyanmasın diye nefes bile almazdım. Başını sağ göğsüme yaslardı ve uyuya kalırdı bense saatlerce onun saçlarını koklardım. Evrenin en güzel kokusuydu onun saçları.
"Sen saldırırken rakibinin boynunu hedef al. Sen daha güçlü saldır çok zayıfsın. Kendinize gelin artık bu şekilde devam ederseniz şansınız olmaz!" Dudaklarındaki çizgiler peki. Hele parmaklarındaki izler onun kırılan tek bir saç teli için gezegeni yıkmak istiyordum. Birisi baska birisini bu kadar sevemez, sevmemesi gerekir. Severse o gider hayatın yazılmamış kuralıdır bu.
" Askerlerden birisi bana dogru saldırı yaptığı sırada ben onu saldırısını kolaylıkla uzaklaştırdım ve kendi kılıcımın kazası ile burnuna sertce vurdum ve burmu kanamaya başladı. "Şu anda bir savaşta olmuş olsaydık ölmüştün ve yanında birkaç arkadaşını da getirmiştin." Bazen hiç konuşmazdık, konuşmamıza gerek yoktu. Onun beni anladığını sanardım. Aklından yaramaz bir düşünce geçtiği zaman başını hafifçe yere eğer ve gözlerime hınzır bir biçimde bakardi. Yüzünde ufacık bir gülümseme olurdu. Gülümsemesinin sol tarafı biraz daha yukarıda olurdu. Neden akkimdan çıkmıyor benim sanki kaçtığım herşey bir anda karşıma çıkmış gibi.
"Siz bundan çok daha iyisiniz. Kendinize güvenin biz size güveniyoruz. Bana doğru gelen bir diğer kılıç hamlesinden yama çekilerek kurtuldum ve kılıcımı onun silah tutan eline vurdum. Unutmayın silahınız elimizden düşerse de ölürsünüz. Tekrar! Daha güçlü olun silahlarınız sizin bir parçanız olsun." Ben artık kaçmak istemiyorum. Gülümsemesi geliyor aklıma, her bir parçasını ezbere biliyorum ben onun. Sesinindeki her bir tonu, bedeninin her bir kıvrımını. Sinirlendiği zaman bana sürekli bir şeyler fırlatırdı amacı hiçbir zaman bana zarar vermek olmazdı ama sadece devam etme demek isterdi.