Buluttaki şehir 35. Bölüm yeni roman

 


Yol boyunca konuşmadılar. Güneş çoktan batmıştı ve dikkat çekmek istemiyorlardı. Boğazın karşı tarafından alevler yükseliyordu ve yangın kokusu her yerdeydi. İleride bombalar patlıyor ve onun ışıklarını görebiliyorlardı. Hepsi içlerinde öfkenin büyüdüğünü hissediyordu. Eğer birisi onlara ellerinde kılıçlarla nereye gittiklerini sorsaydı ne cevap vereceklerini düşündü Lucian. Sahi ne yapıyordu onlar? Kylana neden ona bakıp gülümsüyordu? Sorular başka soruları doğuruyordu ve cevaplara ulaşmak mümkün değildi. Hayatının sadece bilinmezlikten oluştuğunu düşündü Lucian daha sonra hep o bilinmezliğin içinde yaşadığını hatırlattı kendine.


Gemiye ulaştıkları zaman içine girdiler. Galdor dümene geçip motoru çalıştırdı ve yavaş bir şekilde hareket ettiler. Naserious Galdor'un yanında oturuyordu. Kylana ve Lucian ise onların hemen arkasındaydı. Uzun ve zorlu bir yolculuk başlamıştı.


- Ben anlamıyorum ya neden eften püften işlerle uğraşıyoruz da gidip onları pataklamıyoruz.

- Sakin ol Galdor. Eğer elek olmak istiyorsan gidebilirsin tabi ama bize beklememiz söylendi.

- Beklemek çok saçma değil mi Naserious? Ben hiç sevmiyorum beklemeyi. Neyi beklediysem, kimi beklediysem o gelmedi.

- beklemek aslında bir ihtimale tutunmaktı. Bende çok bekledim ama sonra beklediğim şeyin kişiler olmadığını anladım. Beklemek saçma evet ama kendini bekliyorsan eğer beklemek güzel oluyor.

- Ünlü filozof Lucian konuştu ve çok doğru söyledi. Arada böyle yapıyor kendisi. Beklemek zordur, acıdır, her gün dünyanın yıkıldığını hissedersin ama sadece bekleyenler kazanır.

- Saolasın Naserious her fırsatta gömme beni. Sen neyi bekliyorsun Galdor? Neyi bekliyorsun ki canın yanıyor?

- Saçma sapan konuşma Lucian tabi ki şu şerefsizleri pataklayacağım günü bekliyorum. Başka neyi bekliyor olabilirim ki?

- Ne güzel duygusal duygusal konuşuyorduk. Sorduğum soruya bak hem de Galdor'u soruyorum. Az kaldı ya hepsinin kafasını kıracaksın merak etme. Peki, sen Kylana neyi bekliyorsun hiç konuşmadın.

- Ben başka bir roman bekliyorum, çiçeklerin arasında bir gölün kenarında. Ben bu dünyaya ait değilim hep kaybetmekten yoruldum artık. Ben galiba kazanmayı bekliyorum. Ufak bir mutluluk bekliyorum, sessizlik istiyorum. Ben sanırım aşkı bekliyorum. Karar verdim ben anlaşılmak istiyorum. Birisi beni konuşmadan anlasın istiyorum. Ben beklemeyi bekliyorum. 

- İste bu yüzden konuşmuyordun demek ki. Hepimiz onları istiyoruz sanırım Galdor bile istiyordur umarım. Düşünsene Galdor'un hayatı sessiz sakin, bahçesinde sebze, meyve falan yetiştirdiğini. Çok inanamadım buna. Sen ne bekliyorsun peki Naserious?

- Ben bıraktım beklemeyi. Galdor'u hak veriyorum. Beklesen olmuyor, beklemesen yine olmuyor. O hiç gelmiyor, sen eksikiyorsun hayattan tat almak mümkün olmuyor. Beklemek sönmek bilmeyen bir yangın gibi ve hep sen yanıyorsun. Kapatalım bu konuyu artık sonra savaşın ortasında ağlamaya başlayacağız.

- Ne ağlayacağım ben? Ağlamak yerine gidip kafalarını kırarım hepsinin.

- O lafın gelişi söyledi onu Galdor. Sen ve ağlamak çok mümkün değil biliyorum.

- Köprünün altına kadar geldik. Şuraya bakın köprünün üstünde tanklar var. Manyak gibi ateş ediyorlar birbirine. Buradan hızlı bir şekilde geçsek iyi olur. Işıkları kapatalım, bende motoru susturacağım.


Köprünün altından sessizlik içinde geçtiler. Kimse çıt bile çıkarmadı. Köprünün üstünde silah seslerini duyuyorlardı. Şehirden alevler yükselmeye devam ediyordu. Gökyüzü kırmızı bir renge bürünmüştü ve her yerde dumanlar vardı.


İskeleye yanaştıkları zaman büyük bir patlama sesi duydular ve koprudeki patlamayı gördüler. Köprü yıkılıyordu. Ayaklarında olan patlama köprünün yıkılmasına neden olmuştu ve köprünün denize doğru düşmesini izlediler. Büyük bir gürültü duyuldu ve boğazda devasa dalgalar büyüdü. Herkes korkudan açılmış gözleriyle köprüyü izlerken Galdor avazı çıktığı kadar bağırdı “Kaçın!"


0/Post a Comment/Comments