Buluttaki şehir 9. Bölüm yeni roman

 


Lucian rüya görmedi. Rüyası geçen günlere alışıktı ve bu yüzden uyandığı zaman rüya görmemesini sorun etmedi. Yatağından hızlıca kalktı ve banyoya gitti. Naserious girmişti zaten o hep böyle yapardı. Onu tanımasaydı gizli işler çevirdiğini düşünürdü ama Naserious ondan gizli adım bile atmazdı. Birbirlerinin her şeyini bilirlerdi. Bir insan ne kadarını anlatabiliyorsa o kadarını bilirlerdi belki kelimelerden daha fazlasını bilirlerdi.


Naserious'un kalan kahvaltısını yaptıktan sonra onun için hazırladığı kahveyi içmeye başladı. Daha zamanı vardı yine aynı saatte çıkacaktı evden ve bekleyecekti. Neden bekleyeceğini bilmiyordu. Sadece o kızıl saçlı kızın yanında kendisi gibi hisettmişti. Sebepleri umursamıyor, nedenleri çöpe atıyordu. Ona ne olduğunu öğrenmesi gerekiyordu ve belki kendini anlatma isteği daha fazlaydı.


Koltukta oturup kahvesini içerken düşünmemeye çalıştı. Aslında beyninden geçen milyarlarca düşünceyi görmezden geldi. Duymadı içinde kopan fırtınaları. Yüzüne yarım bir gülümseme yerleştirdi ve kahvesinin bitmesini bekledi. Ona kalsa hemen çıkardı ama daha zamanı vardı.


O kız onu etkilemişti evet ama onu neyin etkilediginden emin değildi. Evet o çok güzeldi, yeşil gözlerine bakmak bile onu rahatlatıyordu. Diğer taraftan onu gerçekten anlamıştı kimsenin onu anlayamadığı dünyada.


Kahvesini bitirdiği zaman önüne gelen uzun kollu bir tişört giydi ve koyu renkli bir pantolon. Elbiselerin bir önemi yoktu aslında.


Dışarıya çıktığı zaman hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yazdan kalma bir gün vardı ve hava son sıcak günlerinden birisindeydi. Yanından geçen insanlara bakmadı bile. Kaç kişinin yanından geçtiğini satmadı, insanların yaş istatistiği yapmadı. Hepsi ona çok anlamsız geliyordu.


Sahile vardığı zaman banka geçip oturdu. Bekleme zamanı gelmişti, güneş tam tepesindeydi. Sokaklar kalabalık sayılabilirdi. Martılar denizdeki gemilerin etrafında dolaştığı sırada martıları sevdiğini düşündü. Ancak martılardan iyi bir dinleyici olmazdı bu nedenle onlarla konuşmayı denemedi.


Once 5 dakika geçti sonra 10 dakika daha. Yarım saat daha geçti ve sonra bir saat daha. Acaba saniyeleri saymaya başlasaydı daha hızlı geçer miydi zaman. Başka bir şey düşünmelidi çünkü beklediği zamanlar hep yavaş akardı zaman. Ancak hiç bu kadar yavaş aktığına şahit olmamıştı. Bir saat daha geçtikten sonra biraz yürümeye karar verdi bacakları uyuşmaya başlamıştı.


En iyi biraz önce  yukarıya sonra aşağıya aşağıya doğru yürüyüp kahveciye geçmekti. Kahve is ek istiyordu ve ilerleyen saatlerde acıkacaktı. Ufak bir şeyler atıştırırdı sonra birkaç tane kahve içerdi ve elbette bir dedektif gibi etrafı gözlemleyecekti. Sonra ipuçlarını toplayacak ve onları birleştirerek sonuca ulaşacaktı.


Kahveciye geçtiği sırada değişik hiçbir şey olmadığını fark etti. Cam kenarında yöne aynı koltuğa oturdu. Şanslıydı ki ondan önce başka birisi oturmamıştı koltuğa. Kahvesini söyledi artık konforlu bir yalnızlık içindeydi. Canı yanmıyordu onun, parçalanmış gibi de hissetmiyordu. Kendini ilk parçaları birleştirilmiş bir Puzzle gibi hissediyordu.


Bir saat daha geçtiği sırada kahvesini bitirdi ve başka bir tane daha söyledi. O gün bolca kahve tüketecek gibi görünüyordu ve bu durumdan şikayetçi olduğu söylenemezdi.


Bir saat daha geçtikten sonra kahvesi bitti ve başka bir tane daha istedi. Karnı açılmaya başlamıştı ve makarna istedi. Yemek seçmek niyetinde değildi ancak karnının doymadı gerekiyordu.


Bir saat daha geçti ve başka bir kahve daha istedi. Beklemek oldukça zordu. Melvenia'nın onu terk ettiği günü hatırladı. Onu günlerce beklemişti yerinden kıpırdamadan. Ancak Melvenia'nın gelmeyeceğini biliyordu. Fakat şimdi kızıl saçlı kız ona geleceğini söylemişti ve beklemeye devam edecekti.


Bir saat daha geçti ve kahvesi bitti. Ardından Lucian hesabı ödeyerek dışarıya çıktı. Güneş batmaya hazırlanıyordu ve bulutsuz gökyüzü kızıla bürünmeye başlamıştı. Banka oturmadan önce gökyüzündeki renkleri izlemeye karar verdi.


Yaklaşık bir saat boyunca gökyüzünü seyrettikten sonra banka oturdu. Güneşin son ışınları da terk etmişti onu ve hava kararmıştı. İnsanların da sayısı azalmıştı ve bu onun daha rahat hissetmesini sağladı. Artık kendisi ile basbaşa kalmıştı. Çalan şarkıyı değiştirdi ve beklemeye devam etti.


Gözleri uzaklara dalmıştı. Bir süre sonra neyi beklediğini unutmaya başladı. Belki de o beklemeyi seviyordu. Zaten insan beklemeseydi ne anlamı kalırdı yaşamanın. Herkesin bir beklentisi olmalıydı eğer beklenti sona ererse kişi ölürdü. Belki bedeni yaşamaya devam ederdi ama o ölürdü. Zaten yaşamak nefes alıp vermekten ibaret değildi. Daha fazlası olmalıydı yaşamakta.


Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Geçen zamanın da bir önemi yoktu. O beklemeye devam etti o gemi mutlaka gelecekti.


Biraz daha zaman geçtiğinde yanına birisi oturdu. Aslında onu fark etmiş olsaydı "Dur oturma orada benim yalnızlığım oturuyor" diyebilirdi veya "Bir arkadaşımı bekliyorum yani tam olarak arkadaşım olmayabilir daha dün tanıştık. Aslında herhangi bir şeyim olup olmadığını bilmiyorum." da diyebilirdi. Ancak herhangi bir şey söylemesine fırsat vermeden adam gelmiş yanına oturmuştu.


İçinden bir sürü cümle geçerken yanına oturan adamı tanıdığını fark etti. Geçen akşam gördüğü şapkalı adamdı o ve şapkalı adam şimdi yanında oturmuş ve ona bakıp gülümsüyordu. Kafasındaki soru sayısı bir anda milyarlar çarpılmıştı. "vurulmuştur o, siyahlı polislerden nasıl kurtulmuştu. Siyahlı polislerden kaçış mümkün müydü hele onu vurmuşlarken." 

0/Post a Comment/Comments