Buluttaki şehir 6. Bölüm yeni roman

 


Ne yaptım ben diye düşündü Lucian. Ne güzel kimsenin olmadığı bir hayat yaşarken bir kızla kahve içmeye gidiyordu. Daha kötüsü ise bunu güzel bir kızla yapmasıydı. Ne hissesi gerektiğini bilmiyordu içinden geçen sayısız düşüncenin arasında ne söylemesi gerektiğini bilmediği gibi. Konuşmayı unutmuş olabilir miydi? Normalde konusabilmesi gerekiyordu ama sanki tüm kelimeler uzaklara gitmişti.


Kahveciye gittikleri zaman kızıl saçlı kız "Bence burası güzel hem denizi de görüyor" dedi ve cam tarafındaki bir masaya oturdular.


Kız gülümsüyordu, gülümsemesi çok güzeldi gerçekten. Sanki onun gülümsemesi gerçekti ve kalan her şey sahteydi. Şimdi ne söylemesi gerekiyordu onun? Ne yapması lazımdı? Sadece kızıl saçlı kızın gülümsemesine karşılık veriyor ve onun yeşil gözlerine bakıyordu. Sanki gözlerinde kocan bir ormanın tüm renklerini saklıyordu. Bir an için o işsiz ormanda kaybolacağını düşündü.


Ancak kız sıkılmış olmalıydı ki ilk konuşan o olmuştu. Sesi sanki unutulmuş bir şarkı gibiydi. Kelimelerinin değdiği tüm yaraların o an kapanacağını düşündü. 


- Çok sessizsin umarım konuşmayı biliyorsundur. 

- Elbette konuşmayı biliyorum sadece ne söyleyeceğimi bilmiyorum. 

- yıllardır insan içine çıkmamış gibisin. Bu kadar çekingen olmana gerek yok. 

- aslında öyle gibi oldu. Birkaç yıldır evden çıkmadım ve çıkmaya karar verdiğim zaman seninle karşılaştım. 

- Doğruyu söylemek gerekirse bana çarptın. 


Kız gerçekten çok güzel gülümsüyordu. O gülümsediği zaman Lucian bildiği her şeyi unuttuğunu düşündü. İki kere ikiyi sorsa ona 5 diyebilirdi. Belki 2 kere 2 3 sonucunu verirdi. Şimdi Lucian'ın sırasıydı ve konuşmayı devam ettirmek istiyordu. Sebebinin kızın uzun zamandır tanıdığı gerçek gibi görünen tek kişi olduğunu düşündü. 


- Bunu hatırlatmasaydın iyiydi. Ne güzel tam unutmaya başlamıştım. 

- Daha beni tanımıyorsun bile hen unutmak istiyorsun. Unutmadan bir rekora koşuyorsun galiba. 

- Beni yanlış anladın ben seni unutmak istemiyorum sadece sana çarptığımı unutmak istiyorum. 

- hemen savunmaya geçmene gerek yok. Sen hep böyle ciddiye mi alırsın her şeyi. 

- Bir yerde hayat ciddiye almaya değer yazıyordu yıllar önce okumuştum. 

- Evet hayat her şeye rağmen güzel ve daha da güzel olacak. Her şeyin bir zamanı var, seninde etrafına ördüğün o sırları indireceğin zaman gelecek. 

- Nasıl yani surları görebiliyor musun? Şimdiye kadar kimse onları görmedi. 

- Şimdiye kadar benimle tanışmadın demek ki. Etrafına surlar örmüşsün sonra evinin tüm camlarına tahtalar çakmışsın. Kapılar zincirlenmiş, ziyaretçi istemiyorsun. 

- Evet bunları yaptım kendimi kimsenin olmadığı bir yere kapsettim ve kendimi çürümeye terk ettim

- Bu yüzden ne söylemen gerektiğini bilmiyorsun. Ne yapman gerektiğine dair hiç bir fikrin yok. Bende bir zamanlar senin gibiydim. 

- Sonra ne oldu da değiştin? 

- Dışarının içeriden daha iyi olduğunu fark ettim. Kendimle savaşırsam kaybeden ben olacaktım ve ben daha fazla kaybetmek istemedim. 

- Bende bu sebeple dışarıya çıktım bu gün. Seninle karşılaşacagımı bilseydim daha erken çıkardım. 

- belki daha erken çıksaydın benimle tanışamazdın. Hayatta her şeyin bir zamanı vardır ve sen bu zamanı değiştiremezsin. Benimle tanışman için doğru zaman bugündü belki de. Ağzım kurudu benim hadi kahve söyle de içelim. 


Lucian elini kaldırıp garsonu yanına çağırdı ve iki tane kahve istedi. Konuşmanın çabuk bitmesini istemediği için büyük boy istedi kahveleri. Ne yapıyordu o? Nasıl oraya gelmişti? Hayatında bir değişiklik istemişti ama bu kadar büyük bir değişim beklemiyordu. 


- Şu anda buraya nasıl geldiğini düşünüyorsun. Bir anda tüm hayatın değişmiş gibi hissediyorsun büyük ihtimalle. 

- Sen benim düşüncelerimi mi okuyorsun. 

- Hayır, henüz düşünceleri okuyamıyorum. Sadece o kadar sessizce bağırıyorsun ki bir an sağır olacağımı düşündüm. 

- Ben kimsenin beni anlamadığını düşünürken hata yapmışım demek ki. Belki de once seni tanımalı sonra dusunmeliydim. 

- Seninle bir gün tekrar karsilacağız. Numaramı istemeyeceğini biliyorum, adımı da sormayacaksın. Zaten sorsaydın da söylemezdim, bir daha ki görüşmemizde hepsini öğreneceksin. 

- Yani bir daha görüşeceğiz? 

- Elbette görüşeceğiz. Senin kendini içine hapsettigin o kaleden kurtarmak gerek.

- Şimdi gidiyorsun sanırım, başka bir soru sormayacağım sana. Lütfen tekrar görüşene kadar kendine dikkat et. 

- Son olarak sakın birazdan görebileceğin olaylara karışma. Seninle tekrardan buluşacağız. 


Kız kahvesini yarım bırakarak dışarıya çıktı. Deniz kenarında yürürken bir an siyahlı polisler ortaya çıktı ve kızın etrafını sardı. Once dizlerine vurarak onu yere düşürdüler sonra ise ellerine siyah kelepçe taktılar. Kız ise sadece gülümsüyordu. 


Lucian ise şaşkınlık içinde olayları izliyordu. Kızıl saçlı kızı götürdükleri sırada hareket bile edemedi. Neden onu götürmüşlerdi ki? Neden onu anlayan tek insanı uzaklaştırmışlardı? Hersey neden bu kadar hızlıydı? Neden hemen gitmişti o? Bu siyahlı polisler ne yapmaya çalışıyordu? Acaba lanetli miydi o? 


0/Post a Comment/Comments