Buluttaki şehir 22. Bölüm yeni roman

 


Bir süre boyunca Lucian ve şapkalı adam birbirine baktı. Şapkalı adam o kadar mutlu görünüyordu ki ona sorsalar dünyadaki hiçbir şeyin onun mutluluğunu bozamayacağını söyleyebilirdi.


Lucian'ın aklında binlerce soru dolaşıyordu sanki ancak bu soruların hiçbirinin önemi yoktu. Aptal beyninin bir oyunu diye düşündü. Ne zaman Lucian cevaplara ulaşmaya yaklaşsa beyninin bir bölümü ona engel olmaya çalışırdı. Hep de başarılı olurdu onun sorunlu beyni ama artık ona yenilmek istemiyordu.


Bir süre daha bakıştıktan sonra kapıya 3 kere yarım saniyelik aralarla vurdular daha sonra 5 kere 0.3 saniyelik aralıkla. Lucian hızlıca ayağa kalktı ve kapıyı açtı Kylana ve Galdor gelmişti. Kylana hala çok güzel gülümsüyordu.


Onlar salona geçince şapkalı adam ayağa kalktı ve ikisi ile vedalaştı. Daha sonra Lucian'a sıkıca sarıldı ve onunla gurur duyduğunu tekrarladı. Şapkalı adam mutlu bir ifade ile dışarıya çıkıp merdivenlere yöneldiği sırada Galdor kapıyı kapattı.


- Ne konuştunuz bakalım?

- Havadan sudan konuştuk be Galdor. Kış bir türlü gelmedi malum yaz da gitmek bilmiyor. Şimdiye kar yağmalıydı hep küresel ısınmanın suçu dedik.

- Demek ki neymiş Galdor'un herşeyi bilmesine gerek yokmuş.

- Sen benimle dalga geçmeye devam et Kylana. Ne haliniz varsa görün ben sıkıldım sizden.

- Madem ki Galdor efendi sıkılmış biz de gidelim Kylana. Ne dersin?

- Muhteşem bir plan, sabırsızlanıyorum. Kahve içmeye gideceğiz değil mi?

- Elbette kahve içeceğiz. Galdor'un kahvesi kesmedi beni.


Lucian ve Kylana ayağa kalkıp dışarıya çıktı. Sanki Lucian onları çok uzun zamandır tanıyordu. Farklı bir duyguydu onun için. Sanki aralarında görünmez bir bağ vardı. Belki paralel evrendeki onlar çok yakın arkadaştılar. Kesin onlar paralel edende bir şeyler yapmıştı yoksa onlara nasıl bu kadar güvenebilirdi. Belki de çok büyük bir hata yapmak üzereydi ancak nedense en güzel hata gibi geliyordu ona.


Kylana ile merdivenlerden indikten sonra kahveciye yürümeye başladılar. Kylana'nın neşesi yerindeydi. Aslında onu gördüğü her zaman ki bu iki kere olmuştu, o hep mutluydu. Ancak şimdi onda başka bir şey vardı. Sanki gözlerindeki ormana bahar gelmişti.


- Neden bu kadar mutlusun sen? Bilmediğim bir şey mi oldu?

- Senin haberin yok mu bizimle kalmaya karar verdin.

- Sen nereden biliyorsun onu? Bir tek şapkalıya söyledim daha.

- Gözlerin Lucian gözlerin, o kadar çok şey anlatıyorlar ki bana.

- Ne anlatıyormuş gözlerim sana? Söyle de bende öğreneyim.

- kendini ilk kez bir yere ait hissediyorsun. Göz bebeklerinde yorgunluk var ama öyle bir ışık varki küçük bir bebeğin tebessümü gibi masum ve temiz. Dışın harebe halde, kırılmışsın, parçalanmışsın ama içinde öyle bir yer var ki ayın yüzeyi gibi kimse oraya gitmemiş. Özenle saklıyorsun orayı.

- Çok iyisin gerçekten çok iyisin. Sen geçmişi geleceği falan mı görüyorsun? Zihnimi mi okuyorsun?

- Evet boş vakitlerimdr falcılık yapıyorum. Bir falan bakayım mı güzel abime?,

- Baksana ben ne zaman mutlu olacağım?

- Mutluluk ne geçmişte ne de gelecekte mutluluk şimdide. Hadi sen söyle bana baktığın zaman ne görüyorsun.

- Bilseydim evden fal küremi de getirirdim. Tamam, tamam başlıyorum öyle bakma bana. Sen çok güzelsin ki zaten bunu biliyorsun. Sende benim gibi kimsesizsin, etrafında bir kaç kişi var ama hiçbirisi seni dinlemiyor. Senin de kırıkların var, yıpranmışsın, paramparça bir tarafın var ama onu saklıyorsun. Belki görürlerse canını daha çok yakacaklarını düşünüyorsun. Bunu nereden anladım biliyor musun?

- Sakin gözlerimden deme gözlerimde öyle bor yazı yok.

- Evet, yok. Güldüğün zaman dudağının sol tarafında bir milimden daha ince bir orantısızlık oluyor. Hiç bir zaman tam anlamıyla gülmedin sen. Belki de bu yüzden hareketli bir hayatı seçtin.

- İşte gözlem yeteneği buna denir. Haklısın her kelimende ve birbirimizi tanımıyoruz bile.

- Aksine ben seni çok uzun zamandır tanıdığımı düşünüyorum. Şu kadar kısa zamanda hayatımın merkezine geldin girdin.

- Daha hayatının merkezinde değilim oraya ulaşabilir miyim bilmiyorum ama önemli değil. Nasıl olsa 5 yıl bekleyeceğim ben en iyisi 10 yıl yapalım bunu.

- 15 yıl yapalım tam olsun. Bence sürekli arttırmayalım. Sonsuz bir kahve borcum olsun sana.

- Sonsuz kahve borcu mu olurmuş, beğenmedim bunu. Başka bir şey bulalım.

- Ben teklifimi arttırıyorum bu evrende ve tüm paralel, yatay, diken evrenlerde sana kahve borcum var artık. İtiraz istemiyorum.

- O zaman bende bütün evrenlerde, tüm zamanlarda, tüm boyutlarda geçmişte ve gelecekte hep senin yanında duracağım. Sınırsız kahve bulmuşum hiçbir yere gitmem.

- O zaman hadi kahve içelim. Zaman ne kadar hızlı aktı, yol ne çabuk bitti öyle.


Lucian ne zaman kahveciye geldiklerini bilmiyordu ancak geçen gün oturdukları yere oturdular. İkisi de sebepsiz yere gülümsüyordu. Lucian düşüncelerinin arasından birkac tanesini çıkartıp konuşmaya başlamak istiyordu ancak o an için seçim yapmak çok zordu. Doğru kelime var mıydı acaba? Yoksa bazı zamanlarda söylenene değil söylenmeyene mi bakmak gerekirdi? O hangi zamandaydı peki?


- Sen hiç gelmeyecek birisini bekledin mi?

- Bekleniyorsa mutlaka gelecektir o. Gelmiyorsa o beklenmiyordur aslında.

- Peki ya beklenen ile bekleyen aynı kişiyse ne olur?

- Kendini bulman gerekir. Kendini tanımalısın. Insanlar genellikle kendilerini tanımıyorlar.

- Belki kendimi tanımama yardım edersin.

- Sen kendini tanıyorsun sadece tanıdığını bilmiyorsun. Senin kendini tanımaya cesaretin var. Sen gizli bir süper kahramansın bence.

- Ben tayt giymek istemiyorum. Ben tek bir gülü besleyen çiftçi olmak istiyorum.

- Kitaplardan alıntı da yapıyoruz ne güzel bir sohbet böyle.

- İyiki çarpmışım sana iyiki tanımışım seni.

- Bari buna iyiki deme, hala kendime gelemedim.

- İki tane sert kahve istiyoruz biz. Yanına da atıştırmalık bir şeyler getirirsen seviniriz.

Garson siparişi aldıktan sonra hızlı adımlarla uzaklaştı ve geride bir anlık sessizlik oldu. Lucian Kylana'nın gözlerine bakıyor, o ormanda kaybolmak istiyordu. 

0/Post a Comment/Comments