Buluttaki şehir 14. Bölüm yeni roman

 


Galdor ile birlikte yürüdükleri sırada onun neşesine hayran kalıyordu. Yüzündeki gülümseme bir an olsun azalmiyordu. Sanki o dünyaya bu is için gelmiş gibiydi. Sanki yaşamının tek amacını yapıyordu. Sanki kalbi hiç kırılmamış hiç incinmemişti.


Ne güzel bir hayat diye düşündüğü sırada kendini onun yerinde hayal etmeye başlamıştı. Belki mutluluk az düşünmektir zaten düşünme denilen şey insanin canını yakmaktan başka ne işe yarardı? Bu nedenle beynini sikmeyi düşünmüştü, kırıklarla dolu olan kalbini söküp siyah bir çöp kutusuna atmak istemişti. Kukla Luci olarak yaşasa veya tahtadan yapılsa ne değişirdi.


İsim garip tarafı ise Galdor'un yüzüne baktığı zaman içinin neşe ile dolmasıydı. Sanki ona bakmak tüm sıkıntılarından kurtulmak gibiydi. Ondaki umudu gördükçe her şeyin gelip geçeceğini düşünüyordu. Acaba şapkalı adam bu yüzden mi onunla görüşmesini istemişti? Kendisi ile olan sessiz konuşmasına ara vermek istedi. Galdor ile konuşmalıydı ve onu daha fazla tanımalıydı.


"Sence istatistikci nereye gitmiş olabilir Galdor?"


"Kesin evdedir o. Bazen yemek yemeyi şu içmeyi böle unutuyor. Garip bir adam o. Bir keresinde konuşuyorduk ve bana o gün başıma gelecekleri bir bir saydı. Sonra ne oldu biliyor musun söylediklerinin hepsi gerçek oldu."


"O nasıl bilebilir ki hepsini. Geleceği mi görüyor yoksa?"


"yahu adam dahi diyorum sana. Senin zekanı al sonra benimkini ekle birde onu bayağı bir çarp o kadar zeki işte."


Lucian ve Galdor yeşil, iki katlı bir evin önüne geldikleri zaman durdular. Galdor cebinden bir anahtar çıkarıp anahtar deliğine soktuğu sırada Lucian'a bakıp" İşte geldik. Bakalım bizim manyak nereye kaybolmuş."


Kapıyı açıp içeriye girdikleri sırada Lucian evin darma dağın olduğunu fark etti. Evin hiçbir düzeni yoktu. O evde yaşaması mümkün bile değildi.


Evin salonunda büyükçe beyaz bir tahta vardı ve tahtanın üzerinde anlam veremediği formüller yazılmıştı. Salonda küçük bir masa ve yıpranmış iki tane koltuk bulunuyordu.


"Sen etrafı araştır bende üst kata bakayım. Kesin kendini elbise dolabında unuttu bu manyak."


Lucian tahtanın yazılarını anlamaya çalıştı bir süre. Bir sürü formül yazılıydı ve ona göre o formüller bu dünyaya ait değildi. Üst sıradaki yazı düzgün gibiydi ancak en alt sıra sanki acele içerinde yazılmıştı. En son bölüm ise tamamlanmamış gibiydi. Daha önce formülleri görmüştü ve sondaki formüller hep yarım kalmıştı. Zaten en sondaki formüller büyük bir acele içinde yazılmış gibiydi.


Tahtanın kalemi yerdeydi ve silgi ise birkaç adım uzakta. Tahtanın yan durduğunu fark ettiği zaman evin devamını incelemeye karar verdi. Orada yanlış giden bir şeyler vardı.


Tahtanın etrafını araştırırken ahşap zeminin üzerinde bir kaç damla kan gördü. Kanı takip etmeye başladığı zaman kan izlerinin kapıya doğru ilerlediğini fark etti. Demek ki kanayan kişi kapıdan çıkmıştı veya götürülmüştü. Nedense götürülmüş olma ihtimali daha yüksekti.


Etrafı incelemeye devam etti. Yere düşmüş bir kağıt bir bardak ve yere dökülmüş şu vardı. Yerlerde daha fazla iz olacağını düşündü ve yerleri araştırmaya başladı. Kış bir süre sonra bir tabanca kovanına rastladı ve bir tane daha. Birisi iki el ateş etmişti ama neden neyi amaçlıyorlardı?, Kapıya doğru ilerlediği zaman orada bir kurşun gördü ve bir diğeri duvara çarpıp yere düşmüştü. Yerdeki kurşunun üzerinde kan izleri vardı. DNA testi yapmasına gerek kalmadan kurşunun İstatistikçi'ye isabet ettiğini düşündü ve sonra onu kaçırmışlardı. Kendini bir an pipo içen dedektifler gibi hissetti. İlk davasında önemli ipuçları bulmuştu ve hen Galdor'a anlatmalıydı.


"Galdor çabuk buraya gel İstatistikçi'yi kaçırmışlar."


Aradan çok kısa bir zaman geçtikten sonra Galdor merdivenlerden hızlı bir biçimde indi. "Ne olmuş? Kim kaçırdı onu? Şimdi neredeler? Nereye gittiler peki? Lan o manyağı kim kaçırsın? Kesin kaybolmuştur."


"Kaçırılmış olması gerek bak yerde kan izleri var ve şurada iki tane kurşun. Birinin üzerinde kan var diğeri ise duvara çarpmış. Büyük ihtimalle kaçırmaya geldikleri zaman mücadele etmiş."


"Nereye kaçırmış olabilirler onu, kendi halinde bir adamcağızdı. Evinden dışarıya çıkmazdı. Onu kim kaçırdıysa hepsinin ağzını burnunu kıracağım. Çok pişman olacaklar, yemin ediyorum onları pişman edeceğim. Nereye gittiler acaba?"


"Kapıdan girmiş olmalılar diye düşünüyorum kesin kapının kilidinde zorlama izleri vardı. İçeriye iki kişi girmiş bak ayak izleri şurada, biraz çamurlu bir yerden gelmişler. Bu da çıkarken ki izleri ancak yine iki tane iz var demek ki İstatistik'çiyi sırtlarına almışlar. Bak şurada kan damlaları var ve kan damlaları kapıya doğru gidiyor. Hadi gel dışarıya bakalım izler ne tarafa doğru gidiyor."


"Bak şurada tekerlek izleri var. Normalden daha kalın ve daha uzun bu onu daha büyük bir araçla götürdüklerini gösteriyor. Belki bir minübüs ile gitmişlerdir. Teker izleri şu tarafa doğru gidiyor. Hadi takip edelim."


"Gidelim ama gidemeyiz şapkalıya anlamamız gerek. Sonra silah almalıyız. Silah kullanmayı biliyor musun? Tabanca, tüfek, tank savar, kılıç veya balta?"


"Hayatım boyunca hiç silah kullanmadım."


"Önemli değil öğrenirsin. Kimse bilerek doğmaz zaten sana bir tabanca ayarlarız. Çok kolak tetiğe basınca ateş ediyor ama önce nişan alman gerekiyor. Yoksa kendini vurursun kötü olur. En iyisi sen gerekmedikçe ateş etme. Hadi gel şapkalıyı bulalım."


Lucian her ne kadar soru sormak istese de Galdor'un ona cevapları veremeyeceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden Şapkalı adamı bulana kadar hiçbir şey sormam kararı aldı. Ne tür bir işin içine girdiğini bilmiyordu ama tahminleri doğruysa çok büyük olaylar olacaktı. O ise şimdide kalacaktı gelecekte veya geçmişte ne olduğu veya olacağı onu ilgilendirmiyordu. Şimdi, geçmiş gelecek hepsi aynı andı aslında. 

0/Post a Comment/Comments