Umudun bittiği yer 20. bölüm - yeni roman

 


"Sanırım şimdi kayıplarıma ağlamak için çok güzel bir zaman. Düşünsene diğer benler teker teker öldürüyor. Nasıl veya neden bilmiyorum ama sıranın bende olduğunu biliyorum. Kim, neden benim peşime düşer hiçbir fikrim yok. Hele diğerler benlerin hiçbir suçu günahı yoksa durum çok daha vahim. Sadece bana benziyorlar diye öldürüyorlar onları ama neden yapıyorlar bunları. 

Bir de katillerin bana aşıkmış gibi davranması var. İnsan sevdiğini öldürmez ki! Sevdiğinin kılına zarar gelse en büyük acıları çeker. O iyi olsun diye ölmeyi bile göze alır hatta. Demek ki onlar beni sevmiyor, aşık falan da değiller bana yoksa beni neden öldürmek istesinler ki.

Evet ona ulaşmamam için yapıyorlar bunu. Adım kadar eminim çok yaklaştığımı biliyorlar ve beni durdurmaya çalışıyorlar. Şu katilleri konuşturmam gerekiyor belki bana yaptıkları gibi acı çektirmeliyim onlara. Yalanlar söylemeliyim, aldatmalıyım onları. Duyguları geriye hiçbir şey kalmayana kadar ezmeliyim. Herkes gibi olmam gerek sanırım. Herkes gibi olursam aramam onu, arasam da bulamam. Kendim olmam gerekiyor benim, herkese inat kendim olmalıyım. Şu aptal katilleride konuşturmaya çalışmalıyım.

Ah evet pusulayı takip etmeliyim. Pusula beni ona ulaştırır mı bilmiyorum ama beni bir yere götüreceği kesin. Acaba orada beni ne bekliyor? Kesin katiller çıkacak karşıma. Her seferinde daha güçlü olacaklar benim de daha güçlü olmam gerekiyor. Nasıl güçlü olacağımı bilmiyorum aslında ben. Güçlü olmak için yara almak mı gerekir ille? Parçalara dölündükten sonra yerde amaçsızca uzanmak yerine ayağa kalkıp devam etmek mi gerekir? Ben hiçbir şeyi bilmiyorum o kadar bilmiyorum ki adımı sorsalar bana kesin yanlış cevap veririm onlara. 

Pusulayı takip etmeliyim şimdi. Kuzeyi gösteriyor ve bende o yönde ilerliyorum. Aradıklarımız kuzeyde olmak zorunda mı acaba? Arananlar sokağı diye bir yer mi var? O sokağı bulsam o hemen karşıma çıkacak mı? Hiç zannetmiyorum kesin önce kuzeye giderim sonra başka bir yöne sonra bir başkasına. Bu şekilde döner dururum gölgemin etrafında."

Lucian bir elinde pusulayı diğer elinde kanla kaplı kılıcını tutuyordu. Pusulanın gösterdiği yöne doğru ilerlerken aklındaki milyonlarca soruyu düşünmemeye çalışıyordu. Eğer düşünürse yavaşlardı, cevapları düşündükçe savunmasız kalırdı ve siyahlı bir katil onu öldürürdü. Ölürse ona ulaşamazdı bu yüzden düşünmemesi gerekiyordu. Şimdiye kadar hep düşünmüştü de ne olmuştu? Acı çekmişti bol miktarda.

Yıkılmış bir şehrin kalıntıları arasından geçiyordu. Etrafındaki tüm binalar parçalanmış, tüm çiçekler kurumuştu. Nerede olduğu bilmiyordu. Nerede olduğunu umursamıyordu bile. Herkes bu hayatta yolunu kaybetmişti zaten o da herkes gibiydi. Herkesten tek farkı ise ne aradığını biliyor olmasıydı. Herkes adındaki güruh rüzgarlara göre hareket ediyordu. Zaman, mekan gibi kuralları dikkate alındığında onların hiçbir yere gitmedikleri görülebiliyordu ancak herkes güruhu görmek istemiyordu. Kör olmak yeterliydi onlar için.

"Keşke pusuladaki işaretten başka bir işaret olsaydı. Onu bulmam kolaylaşırdı böylece. Ancak ona kolayca ulaşırsam onu kolay kaybederim ki bunu istemiyorum.36 yıldır onu aradığımı hesaba katarsak ve benim gibi onu arayan yüzlerce ben olduğumu hesaba katarsak en az 5000 yıldır onu aramış olurum ben. 5000 yıl boyunca insan ararda nasıl bulamaz. Evet çok haklıyım onu kaçırdılar ve 5000 yıldır onu tutsak tutuyorlar. Onu kurtarmam lazım ama önce bulmam gerekir. Acaba önce kurtarıp sonra mı bulsam onu yok yok bu saçma oldu en iyisi önce bulayım ben."

Lucian pusulanın gösterdiği yöne doğru giderken yıkılmış binaların arasından geçiyordu. Tüm binaların yıkılmış olması dışında hiçbir farklılık göremiyordu. Ne saçma bir yerdeydi sanki aynılığın merkezindeydi. Öyle ki aynı yıkılmış binanın önünden defalarca geçtiğini düşündü ki bu sadece bir yanılgıydı. Acaba binalar neden yıkılmıştı? Kim yıkmıştı onları? Katiller yapmış olabilir miydi? Eğer binalar yıkıldıysa içlerinde yaşayanlara ne olmuştu? Belki de hepsi ölmüş ve bedenleri çürümüştü. O zaman hiçliğin tam ortasındaydı.

Biraz daha yürüdükten sonra yıkılmış şehrin dışına çıktığını düşündü. En azından etrafında yıkılmış bina göremiyordu. Kurak bir yerdeydi artık. Etrafındki yeşiller kaybolmuş gökyüzünü gri renki bulutlar kaplamıştı. Demek ki bulunduğu yerde renkler de gitmişti. Renklerin gitmesi oldukça kötüydü. Renkler giderse önceki hayatı ile hiçbir fark kalmazdı. Önceki hayatının benzeri devam edecekse neden buraya kadar gelmişti.

"Bunların hepsi beni yolumdan geri çevirmek için bir kandırmaca. Birileri aklıma oynuyor benim. Delirmemi istiyorlar delirdikten sonra da beni cam bir kutuya koyarak sergileyecekler adım gibi biliyorum bunu. Beni şehirdeki herkese gösterip aşkın sonu deliliktir diyecekler. Herkes bana bakıp dalga geçecek sonra."

Lucian ilerlemeye devam ederken karşısında bir canlı gördü. Köpekten daha büyüktü, büyük köpekten bile daha büyüktü. Kirli beyaz tüyleri vardı ve zümrüt yeşili gözleri. Kurt olmalıydı o ve göründüğü kadarıyla oldukça vahşiydi. Boynunu hafifçe öne eğmiş ve saldırma duruşuna geçmişti. İki seçeneği vardı onun. Seçeneklerden ilki kurttan kaçmayı denemekti ama kurtun ondan daha hızlı koştuğu hesaba katılırsa anlamsız olurdu. İki seçenek ise hafif adımlarla kurda doğru ilerleyerek yanından geçmekti ki bu seçenek de fazlasıyla anlamsızdı. Üçüncü bir seçenek olmadığını düşündüğü zaman ikinci seçeneği uygulamaya karar verdi. İleriye doğru küçük bir adım atmadan önce kılıcını kınına yerleştirerek silahsız olduğunu göstermek için iki kolunu da havaya kaldırdı ve küçük bir adım attı.


0/Post a Comment/Comments