Umudun bittiği yer 5. bölüm - yeni roman

 


Lucian Beykoz'a doğru yürürken içinde çok büyük bir heyecan vardı. Yıllar sonra ondan bir not bulmuştu. Bu onun gerçek olduğuna dair en büyük kanıttı aslında. Yıllarca bir hayalin peşinden koştuktan sonra onun gerçekliğine dair hiçbir iz bulamamıştı. Şimdi ise herkesin ona deli demesine rağmen haklı olduğu ortaya çıkıyordu. Hepsinin yüzüne tokat gibi yapıştırmak istiyordu ama bunu yapmaya vakti yok. 

"Peki onu nerede bulucam ben?" Kendi etrafında birkaç tur döndükten sonra sahil kenarına gidio İstanbl boğazına bakmaya başladı. Onu sürekli arayarak bulamazdı, onu gördüğügbi olmayabilirdi, o sağa bakarken sola gidiyor olabilirdi, caddenin karşı tarafından yürüyor olabilirdi belki onun yüzünü görmeyebilirdi. Bir plan yapması gerekiyordu belki bir ressama onun resmini çizdirip her yere asabilirdi ancak bu da işe yaramazdı başkalarının onu görmesini istemiyordu. 

"Saçmalamaya başladım iyice durmalıyım şimdi ve düşünmeliyim. Bir yolu olmalı onu bulmanın yoksa beni bul demezdi bana. O her şeyin  en iyisini biliyor olmalı. Zaten hep onu arıyordum ben ve bulamadım. Ne zaman bulduğumu düşünmeyi düşünsem hemen silahlarını çıkardılar. Hançerler, kılıçlar, bıçaklar aklıma ne gelirse artık hepsi vardı. Daha fazla yanılmak istemiyorum bu yüzden karşıma çıkacak ilk kıza sen o musun fikri çık hemen aklımdan. Kalbim çok hızlı atıyor şu anda, biraz durmalıyım yoksa bu heyecana dayanamam daha fazla. Kalbim yerinden çıkabilir veya beynim patlayabilir çok düşünmekten."

Lucian ne yapacağını bilemeden otururken midesindeki kazınmayı çok yoğun bir şekilde hissetmeye başlamıştı. Seyyar satıcıdan bir simit aldı onu yemeye başladı. Simit yeterliydi onun için aslında biraz yürüse börek veya pide yiyebilirdi ama onlar lüktü o anda. Aldığı simitin bir bölümünü martılara atıyor bir bölümünü kendisi yiyordu. "Keşke bende martı olsaydım. Hiçbir şey düşünmeden uçmak ne güzel olurdu. Acaba onların da benim gibi düşünüyor mudur? Şşt martı sen düşünüyor musun?"

Martılar ona cevap vermezdi genellikle. Bazen sesli konuştuğu zamanlarda başkaları martıların yerine cevap verip gülerlerdi ve Lucian öyle insanları hiç sevmezdi. Bir keresinde yine aynı yerde birisi ile kavga etmişti ve onu tutup denize atmıştı balıkların karnı doysun diye ama sonra ona acımış ve denize atlayıp onu kurtarmıştı. Hep böyle olurdu zaten başkalarına çok acır ve onlara yardımcı olmaya çalışırdı ancak bir süre sonra yardımcı olmaya çalıştıkları da silahlarını çıkarırdı. Herkesin en az bir silahı vardı bu hayatta ve doğru zamanı bekliyorlardı. Doğru zaman gelince de umursamadan silahlarını saplıyorlardı. Ne kadar yara aldığı, yaranın büyüklüğü veya ne kadar kanadığı hiç önemli değildi.

Ancak öğrenmişti kendine pansuman yapmayı, yaralarına dikiş atmayı, kendini iyileştirmeyi veya daha kötü yapmayı. Zaten bu yüzden orada oturup martılarla konuşuyordu çünkü insanlara güvenilmezdi. Yanına yaklaşan beyaz renkli bir köpeğe simidinden bir parça verdi ve onu sevmeye başladı. Hayvanlar insanlar gibi değildi ama onlar kimsenin kötülüğünü istemezlerdi. Lucian'ın yanına gelmesini onun iyi olmadığını anlamasına bağladı. 

Köpeği sevmek düşüncelerinin sayısını önemli ölçüde azaltmıştı ki buna ihtiyacı vardı yoksa beyni kesin patlardı. İnsanın beyni düşünmekten dolayı patlar mı acaba diye düşündü sonra beyninin patlamasını hayal etti ve gülümsedi. Uzun zamandır ilk kez gülümsemişti ve bir simit daha alıp onu köpeğe verdi. Ona çok yardımcı olmuştu ve bir simiti hak ediyordu. Şimdi onu bulması gerekiyordu ve yanılmaması. Onu bulacağından emindi ve tekrar yanılacağından çünkü o yanılmada bir dünya şampiyonuydu. Yanılma olimpiyatları olsa kesin evren birincisi olurdu. Jupiter'de bile onun kadar yanılan olamazdı.

"Hoşçakal köpek, sana bir isim bulmak lazım ama şimdi acelem var, ben gidiyorum artık. Kendine dikkat et." Köpeği arkasında bırakarak otobüs durağına doğru ilerledi eve yürüyerek gitmek onu çok yorardı hemde yolda bolca düşünürdü. Evi ile Beykoz arası yaklaşık 20 dakika sürüyordu sonra indikten sonra birkaç dakika daha yürümesi gerekiyordu. 

Otobüsten indikten sonra biraz peynir, ekmek ve yumurta aldı. arada bir şeyler yemesi gerekiyordu sonuçta. Kulaklığında bir şarkı çalıyordu aslında aynı şarkıyı tam 13 gün ve yaklaşık 6 saattir dinliyordu. Ancak o şarkıyı değiştirmek istemiyordu. Duygularını o kadar iyi anlatıyordu ki şarkı daha iyi yapılamaz diye düşündü. 

Eve girdiği zaman etrafa baktı ve koltuğa oturup konuşmaya başladı.

"Efendim bu gün neler oldu inanmazsın. Beykoza gitmiştim ve ağaç ile konuşuyordum. Hangi ağaç olduğunun ne önemi var efendim araya girmeyin lütfen. Şimdi ağaçla konuşurken bir anda o geldi yanıma biraz konuştuk. Bana onu beklememi söyledi ben hep beklerim onu, beklemek hiç sorun değil inan. Ömrümün sonuna kadar bekleyebilirim, Rabbim canımı alana kadar beklerim hep ben. Sonra o gitti ve gittiği yerde üstünde beni bekle yazan bir kağıt bıraktı. Bak kağıt burada acaba el yazısından onu bulabilir miyiz? Kağıt nerede? Cebime koymuştum onu. Hayır efendim bana deliymişim gibi bakmayın lütfen onu gördüğüme yemin edebilirim. Kağıt düşer belki diye elimi cebime sokmadım ben. Acaba köpek mi aldı onu hayır cebime hiç yaklaşmadı o benim. Başka bir şey olması lazım, birisi kesin çalmıştır, onu bulmamı istemeyen birisi yapmıştır kesin, kuyumu kazan birisi var biliyorum sadece onu tanımıyorum, beni o kuyuya gömmek istiyor biliyorum ama o bulmama engel olamayacak. Sonunda ne olacak bilmiyorum ama onu bulacağım. Palyaço çabuk buraya gel, sende bize katıl avize acil bir plan yapmamız gerek. Onu bulmalıyız en kısa zamanda.

0/Post a Comment/Comments