Umudun bittiği yer 2. bölüm - yeni roman

 


Lucian'ın uykuya dalması biraz zaman alsa da uykuya daldığı zaman kendini siyah bir boşluğun içinde buldu. Etrafını kaplayan siyahı seyretti önce, hangi siyahın daha koyu olduğunu düşündü. Siyahlar arasında bir fark bulamayınca gözlerinin önünde uçuşan beyaz noktaları bekledi. Çocukluğundab beri çok severdo noktaları. Hatta çocukluğunda onları görmek için avuçlarını gözlerini bastırırdı. Onları şekillere benzetmeyi bulutları hayvanlara benzetmekten daha çok severdi. O ışıklar kimi zaman bir yol olurdu, kimi zaman bir dost, kimi zaman ise aşması gereken bir engel. O tüm engelleri aşmaya çalışırdı ama, hep aradığı yolu bulmak isterdi. Bazen de kaybolmayı düşlerdi.

"Gene karşıma çıktın siyah, gene her yerde sen varsın. Senden başka hiçbir şeyim yok benim. Renklerim gitti benim. Hepsini çaldılar bir tek sen kaldın geriye. Ne istiyorsun benden? Sana verecek hiçbir şeyim kalmamışken ne istiyorsun? O bile yok biliyor musun Siyah? Ben bile yokum?"

Lucian bir ses duyduğuna yemin edebilirdi ancak o bir ses duymamıştı. Sesi hissetmek mümkün olsaydı eğer bir ses hissettiğini söyleyebilirdi ancak ses hissedilmezdi. Elleriyle kafasına bağlı bir kablo olup olmadığını kontrol etti ki kablo yoktu aslında kablo yoluyla ses göndermek oldukça mantıklıydı. Beyninde bir çipte olmuş olamazdı. Ona "Ben hep yanındayım senin. Ne kadar kaçmak istersen iste sonunda bana geleceksin" diyen kim olabilirdi. Siyah konuşmuş olabilir miydi?

"Kusura bakma Siyah pek konuşma fırsatımız olmadığı için seni tanımakta zorlandım biraz. Tabi ki sana geleceğim ben zaten başka kimsem yok. Hayat tam siyah değil öyle olsa zaten hep yanında kalırdım senin. İçimde aptal bir umut var ve o beni ayakta tutuyor."

"Detayların hiçbir önemi yok. Şu anda hiçliktesin eğer burada uzun süre kalırsan eğer sende hiç olursun. Siyah gibi, benim gibi olursun. Senin bir süre daha ayakta durman gerek, o küçük aptal umuda daha sıkı sarılman gerek. Çok yakında bir fırtınanın içinde bulacaksın kendini ve o fırtınadan geçmen gerekecek. Sana yardımcı olacak tek şey ise o küçük aptal umut. Sorularının önemi yok, cevaplarının da bir önemi yok. Şimdinin, geçmişin veya geleceğin de bir önemi yok. Fırtına tüm zamanlarda ve sen ona dayanmalısın."

Lucian Siyah'ı dinlediği sırada ne yapacağını bilemiyordu. Her ne kadar "Ne zaman fıtrına gelecek? Onu nasıl durduracağım?" ve benzeri sorular sorsada hiçbir cevap alamadı. Siyah onun kafasının içinden gitmiş gibiydi ve etrafını kaplayan siyah erimeye ve akmaya başladı. O aktıkça önce soluk mavi gökyüzü görüldü daha sonra soluk bir güneş. Siyah akmaya devam ettiği zaman önünde uzanan sarı kumları ve devasa bir çöl gördü. Hava çok sıcaktı ama yanmıyordu, acı çekmediğini düşündü çünkü teninin sıcaktan kabardığını görüyordu.

İleriye doğru bir adım attı ve daha sonra bir tane daha. O ilerledikte önünde küçük ayak izleri görmeye başladı ve onları takip etmeye başladı. Ayak izlerinde bir dengesizlik vardı bazı izler farklı yerlere düşüyordu. Bu yürüyen kişinin yürümekte zorlandığını gösteren bir işaretti. Biraz daha ilerlediği zaman ise onun yere düştüğünü düşündü. Ayak izleri yerini el izlerine bırakmıştı ve uzun iki tane çizgiye. Dizlerinin üzerine düşmüş olmalıydı, sonra tekrar kalmış olmalıydı. Onu bulması gerekiyordu ve koşmaya başladı.

Ne kadar koştuğunu bilmiyordu ki ona bir ömür gibi geldi o süre. Sürenin bitiminde yerde sürünen bir kız gördü ve onun yanına gitti. Sıcaktan yanmış derisini gördüğü zaman canının acıdığını fark etti ve elini ona doğru uzattı. Kızın gözleri ile karşı karşıya geldi bu anda ve bir kurşunun onu delip geçtiğini hissetti. Onun gözleri çok güzeldi, onun gözleri çok güzeldi. "Sakın ağlama, bana bak, bana gel, ağlama, gözlerin çok güzel, bana gel, buradan çıkmanı sağlayacağım. Hadi gel ayağa kalkmana yardımcı olurum ben."

Lucian kızın omuzlarından tutmak için kollarını ileriye doğru uzattığı sırada ellerinin onun içinden geçtiğini gördü. Dahası kız ilerlemeye, onun bedeninin içinden geçmeye devam ediyordu. Hızlı bir şekilde ayağa kalkıp kızın önüne geçti "Beni duyman lazım, beni görmelisin sen, lütfen duy ben, ben hep seni aradım biliyor musun, sana diyorum bana, beni duymalısın, bana bak."

Lucian çaresiz bir şekilde konuşurken güzel gözlü kız onu duymayıp sürünerek ilerlemeye devam ediyordu. "Beni duy, bak bana, lütfen, ben hep seni aradım, seni bulacağım ben ve kurtaracağım, ben seni çok seviyorum, hep seni aradım ben, hep seni bekledim."

Lucian kızın hemen önünde dizlerinin üzerine çöktüğü sırada güzel gözlü kız hareket etmeyi durdurdu ve kafasını hafifçe yukarıya kaldırdı. O an güzel gözlü kızın kendisine baktığına yemin edebilirdi ancak kız onu görmüyordu. İçinden geçen bir nehrin taştığını hissetti ve her yeri su bastığını. İçinde biriken su gözlerinden dışarıya akmaya başladığı sırada kara bulutlar gökyüzünü kapladı ve gözlerinden akan sıvı bulutlardan da akmaya başladı.

Yağan yağmur Lucian'ı ve güzel gözlü kızı ıslatıyordu. Aynı yağmurda ıslanmalarına rağmen Lucian ona dokunamıyordu. Bu esnada kız gülümseyerek ayağa kaldı ve koşmaya başladı. O kadar hızlı koşuyordu ki Lucian'ın ona yetişmesi mümkün değildi. Güzel gözlü kızın uzaklaşmasını izlediği sırada etrafının tekrar Siyah'la kaplandığını gördü ve iki an sonra kendini mor renkli koltuğunda buldu. Gördüklerinin hepsi bir rüyaydı ve koltuğu yumruklama sırasıydı

0/Post a Comment/Comments