Hayal Karavanı 90. bölüm - fantastik roman

Lucian çıkış kapısına doğru giderken kendi kendiyle konuşmaya devam ediyordu. "İşte bu yüzden olmadı, hangi yüzden diye sorma sakın çünkü bende bilmiyorum sebebini. Zaten neyi biliyoruz ki ben, yalanları gerçek sanıyoruz hep. Evet, Melvenia yüzünden mutluluk şansımı kaybettim ben. Sevgi falan yalan, çok büyük bir yalan. Şansım olsa kimseyi sevmezdim ben, yok yok böyle olmaz. Bu döngünün son bulması lazım ki diğer Lucian'lar iyi olsun, mutlu olsun. Artık ağlamak istemiyoruz biz. Yeter artık."

Lucian boşluğua yumruklarını savururken dış kapıyı açtı ve kapının öteki tarafına ilk adımını attı. İlk gördüğü şey karanlıktı ve etraf kırmızı bir ışıkla aydınlanıyordu. Önünde kocaman bir boşluk vardı ve boşluğun üzerinde topraktan giden bir yol. Yolun en fazla 4 veya 5 kişinin yanyana yürümesine izin vermeye yeterdi. Yolun bitiminde genişçe bir alan bulunuyordu. Yolun etrafı büyük bir çukurla çevrilmişti ve kırmızı ışık o çukurun altındaki lavlardan geliyordu.

Hava fazlasıyla sıcaktı hatta Lucian etrafının nasıl erimeden durduğunu merak etti. O sıcakta erimesi gerekiyordu ama terlemenin haricinde başka bir değişiklik yoktu onda. Etrafında kaynağı belirsiz bir rüzgar vardı ve rüzgar sıcak hava ile onun buluşmasını sağlıyordu. "Neredeyim şimdi ben. Burası sanırım son ve devamı yok artık."

"Demek ki buraya aitim ben, şurada bir yere oturup ağlarım sonra alevden iblisler, devler falan çıkar işkence ederler bana. Ne kadar kötü olabilir ki? Yaşadıklarımdan daha kötü ne olabilir? Keşke gelirken tavandan bir parça alsaydım yanıma, onunla konuşurdum. Boşlukla konuşmak garip oldu, deli gibi oldum sanırım ben şimdi. Ben artık savaşmak istemiyorum boşluk, ben çok yorgunum ve sadece uzanmak istiyorum. Sende beni duymuyorsun değil mi? Bende kendimi duymuyorum değil mi?"

"Yok yok, buraya oturmak için gelmiş olamam. Öyle olsaydı en azından koltuk falan olurdu. Aşağıya, lavlara atlamak saçma olduğuna göre ileriye doğru yürümem lazım ben. Niye ki, ne fark var ki orayla burası arasında? 

"Bence her şey aynı hem belki.."

 "Yok yok hayal kurmanın zamanı değil." 

"Ama belki de.."

"Amma konuştum ben, kendi çenemi kırayım belki falan yok. Bunu koca kafamın alması gerekiyor. Kimse gelmeyecek, kimse gelemeyecek."

"Aslında bir şans daha var.."

"Çenemi kırayım kendimin, bir konuşmasam ne olur ki. Şans falan yok, sonun yolu burası veya yolun sonu ne fark eder. Konuşma daha fazla kendimi duymak istemiyorum zaten başıma ne geldiyse senin yüzünden geldi.

"..."

"Böyle akıllı ol, vıdı vıdı kafamı şişirdin yeter artık. Ben oraya gidicem, ne varsa artık çıksın ortaya. Hoşçakal kendim, senden bile gidiyorum artık ben ve susayım artık kendimi terkediyorum şimdi ben."

"..."

Lucian boşluğun ortasından geçen yolda yürümeye başladığı sırada yan taraftan aşağıda fokuran lavları seyrediyordu. Ne kadar da güzel bir görüntüydü öyle, "Aynı benim gibi" diye düşündü hatta. "Ben yanıyorum, her yanım alev, her yanım ateş. Ben ateşten geldim ve ona döneceğim. Ben kül olmaya geliyorum."

İleriye doğru adım attıkça rüzgarın hızlandığını hissediyordu. Sıcak rüzgar onun tenine bir kırbaç gibi vuruyordu ve teninde hissettiği acı onun gülümsemesini sağlıyordu. "Bu kadar basit mi olacak benim sonum? Koskoca, hiçbir şey olan ve hiçbir şeyi başaramayan Lucian'ın hakettiği bu mu? Getirin buraya tüm yaratıkları, iblisleri, kim varsa getirin. Artık yeter eğer canımı alacaksanız bu çok kolay olmayacak."

Lucian köprünün ortasına geldiğinde belinde taşıdığı kılıcını çıkarttı ve saldırı duruşuna geçti. "GELİN LAN, ÇIKIN KARŞIMA." Lucian boşluğa doğru bağırmaya başlamıştı. Sanki aşağıdaki alevler onun sesiyle birlikte harekete geçmiş ve yükselmeye başlamıştı. Rüzgar daha da şiddetlenmiş ve daha da vahşileşmişti. Lucian rüzgarın gücü karşısında ayakta durmakta zorlanıyordu.

"Sakin ol Lucian. üzgünüm ama şu anda sonra savaşman işe yaramayacak. Ne kılıcın ne de deli cesaretinin anlamı yok. Şimdi bana bak ve kendine gel. Çok az zamanın/zamanımız kaldı."

0/Post a Comment/Comments