Son yolculuk 28

Tabi ben gerçeklik sorguları ile düşüncelerimi karıştırmaya çalışırken bu onun gittiğini değiştirmiyordu. Gidişindeki şüpheler ise zihnimin büyük bölümünü kaplamaya devam ediyordu. Ayrılık vaktinin geldiğini anlayabilirdim ben. Bunu olay akışındaki boşluklara bakarak yapardım ve onunla yaşadıklarımı düşündüğüm zaman boşlukların sayısının ne kadar çok olduğu görebiliyordum. Kendimi onun gidişine hazırlamam gerekiyordu ama bunu yapmak istemiyordum. Onu bulduktan sonra kaybetmek en kötü kabusumdan bile daha beterdi. İşin kötü tarafı ise bana gideceğini söylese ona gitme diyemezdim.

Sen hiç birisini bu kadar sevdin mi? Onun iyiliği için kendinden hiç vazgeçtin mi? Onun için neler yapabilirsin bir düşün. Dünyayı karşıma alırım gibi beylik laflar söyleyebilirsin elbette bana kalsa dünyayı yakarım ama biraz gerçekçi olalım ve düşünelim. Bir insan yapabileceğin en büyük şey onun için mutluluğundan vazgeçmektir. Onu o kadar seversin ki mutluluğu devam etsin diye ağlamaya razı gelirsin. Sevgi böyledir işte boş ver şimdi sistemin yaptığı sevgi tanımlarını biraz gerçeğe gidelim.

Onun gidebileceğini hissetmiştim. Buz yanığını bilir misin mesela? O kadar soğuktur ki soğuk bedenini yakmaya başlar. Onun gitme ihtimali de aynıydı. Beni buzdan bir gezegene atmış ve yanmaya bırakmıştı. Belki gitmez diyordum kendi kendime ama bu sözlerime inanmakta zorlanıyordum. Onun gideceğini bir anda bastıran yağmurlardan anlamıştım. Yağmurdan nasıl anladığımı da sorabilirsin cevabım ise "yalnızlık yağıyordu" şeklinde olur eğer bu soruyu sorsaydın. Düşen damlalar yüreğini acıtmaya başladıysa o zaman yağmur değil yalnızlık yağardı. Yalnızlığın damlalarından seni hiçbir şemsiye koruyamazdı inan bana. Ben çok ıslandım o yağmurda ama o an fırtınanın tam merkezindeydim.

Hayallerimi toplayıp bir gemiye koymalı ve denize açılmalıydım. Nuh'un gemisi gibi son kalan hayallerimi korumak için onları bu hayattan kurtarmalıydım. Belki de onları da gömmeliydim düşlerimin mezarlığına. Oraya yiten düşlerimi gömerdim hep ama düşlerim hala yaşarken gömmek belki daha iyi bir yöntemdi benim için. İnsan niye bir gülü kurutur diye düşündün mü hiç? Düşündüğünü sanmıyorum pek hemen açıklayayım sana insan kırmızı bir gül alır çünkü kırmızı gül aşkın sembolüdür. Onu kurutur gül kurumasın diye. Kurumuş bir gül yıllarca saklanabilir ve o kaldığı sürece aşk hiç bir zaman ölmez.

Ölmeyen aşk var mıdır diye sorabilirsin meraklı olduğunu düşünüyorum ve cevabım "evet" olur. Aşk dediğin zaten ölmez kişiler ölse de o yaşamaya devam eder. Zaten hikayeler bu yüzden vardır ve hikayeler anlatıldıkça aşk devam eder. Bu yüzden sistem hikayeleri de ele geçirdi. Yeni aşk hikayelerinin basitliğine hiç bakma bile. Dostoyevski okumayı dene mesela veya biraz Mevlana oku aşkın ne olduğunu anlamak için.

Arada neler yaşadığımın çok önemi yok. Eve gittim tekrar Beykoz'a geldim. Ayrılık yağmurları yağmaya devam ediyordu ve bu yağmurlar ruhumu acıtıyordu. Ben daha erken gidip nargileyi söyledim. İlginçtir o bile hüzün doluydu. Havalardan mıdır bilemiyorum ama aldığım her soluk hüzün kokuyordu. Zaman yavaşlamadı çünkü zaten yavaş akıyordu. O yanımdan ayrıldıktan sonra zaman yavaşlamıştı ve bir daha hızlanmamıştı. Onu daha fazla görmem için zamanın bir hediyesiydi bu sanki. Oysa ben zamanı durdurmak istiyordum. Bir fotoğraf karesinde kalmak ve onu hep görmek istiyordum.

Aslında kukla olmak istiyordum ben. Onun evinde bir köşeye koyduğu, canı sıkıldığı zaman sohbet ettiği tahta bir kukla olmak istiyordum. "Sonata Arctica, The Boy Who Wanted to be a Real Puppet" dinlerken hep bunu düşündüm. Onu her gün gördüğümü düşün, hep yanında olduğumu, bana bir isim verdiğini ve yanından hiç ayırmadığını. Başka ne isteyebilirim ki diye düşünürken yazdığım eski bir hikaye aklıma geldi ve gülümsedim. Gülümsemek o kadar zordu ki bunu yapmak tüm enerjimi alıp götürmüştü.

Yanıma geldiğinde karşıma oturdu. Gülümsemeye çalıştığı belliydi ama bunu becermekte zorlanıyordu. Biraz martılardan, havadan sudan konuştuk. Simitle beslenen etçil martı konusunda biraz gülüştük ama fırtına yakındı hissediyordum. Bir süre sonra fırtınanın içine balıklama atlamaya karar verdim ve "Neden gidiyorsun?" diye sordum. Konuşmak, onun gideceği ile yüzleşmek bedenime milyonlarca zehirli iğnenin saplanması gibiydi.

"Nereden biliyorsun?" diye sordu bana şaşkınlık içinde. Belli ki konuyu nasıl açacağını bilemiyordu ve hazırlıksız yakalanmıştı. "Ayrılık yağıyor" diyerek cevapladım "hava hüzün kokuyor." "Gitmem gerekiyor. Nereye veya neden gideceğimi boş ver. Tek istediğim şey yanında kalmak ve bir kelime daha konuşabilmek iken gidiyorum. Lütfen beni affet."

"Seni affetmek mi? Hayatımın en güzel günlerini yaşattın bana yaşamımın bir amacı olduğunu öğrendim. Peşinden koştuğum hayalin gerçek olduğunu öğrendim. Neden veya nereye gittiğini sormayacağım çünkü sormamı istemiyorsun. Sadece şunu bil senin bir kez gülümsemen için ben her şeyden vazgeçerim. Sen gidince can yanacak ama en azından acım gerçek olacak. Sen gidince hayata küseceğim ama en azından sevgim gerçek olacak."

"Ne olur böyle söyleme. Gitmek kalmaktan daha zormuş bunu anladım ama mecburum gitmeye. Aradığım hey şeyi burada bırakmak zorundayım ve sensiz yaşamaya çalışmalıyım." dediğinde hızlı bir şekilde araya girdim ve konuşmaya başladım "Mutlu olmandan başka bir dileğim yok benim. Belki de aşmamız gereken çöl mesafelerdi ve o çölü aşınca duygularımız aşk adını alacaktır."

"Geri geleceğim ama ne zaman bilmiyorum ama ne olursa olsun geri geleceğim. Konuşmak çok zor geliyor bana. Gitmek ölüm benim için. Yanımda olduğun için teşekkür ederim ve verdiğim tüm acılar için özür dilerim." dedi. Sözleri bir yarayı kızgın demirle deşmesi gibiydi sanki. Onu üzemezdim ben bu yüzden gitme demedim. Gitme deseydim eğer daha çok acırdı canı. Onu canı acırsa ben yaşayamazdım bu yüzden "seni bekleyeceğim" dedim. "Seni ölene kadar bekleyeceğim."

O masadan kalkıp uzaklaşırken "seni benden alan sistemi yok etmeden bu canı vermeyeceğim" dedim ve sözümü kanımla imzaladım. O gittikten sonra kendimi bir parça toprağa gömmek kalmıştı. Sahi onsuz nasıl yaşabilecektim ben?


0/Post a Comment/Comments