Son yolculuk 9

Ben ne kadar kaçmaya çalıştıysam o kadar kirlendim aslında. Belki sıradan bir hayatım vardı ama bu hayattan görmem gerekenden fazlasını görmüştüm. Düşünüyorum da benim bildiklerimi başkaları bilmiyordu. Eğer bilseydiler benim gibi düşünmeleri gerekirdi. Ancak bu duru söz konusu değildi. Bunun sebebinin ise görmek ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Çok sık anlatılan ve artık anlamsız hale gelen bir cümle vardır "herkes bakabilir ama göremezler" diye. İşte ben o cümledeki gören kişilerdendim ve gördükçe öğreniyordum hayatı.

Elbette hayatı görerek öğrenmek çok doğru bir öğrenme biçimi değildir. Yaşamak gerekir ama ben yaşamıyordum. İlişkinin nasıl yaşanacağını bilmiyordum mesela ama bir diğer taraftan ilişki kavramının ne kadar anlamsız olduğunu öğrenmiştim. Sanki bir zorunlulukmuş gibi yaşanıyordu ve bu yaşananların içinde duygulara yer yoktu. Aşk kavramı anlamını kaybetmişti sanki. Belki de bu yüzden zevk alamıyordum yaşamdan.

Geriye dönüp baktığımda kavramların arasında sıkışıp kaldığımı hatırlıyorum. Kafamdaki en önemli sorulardan bir tanesi doğrunun ne olduğu ile alakalıydı. Herkesin yaptığı mı doğruydu yoksa doğru insanlardan bağımsız bir kavram mıydı? Herkesin yaptığı doğru ise ben yanlış yapıyordum ve bu yüzden başkaları gibi davranıp doğru yapmalıydım. Ancak başkalarının yaptıkları bana yanlış geliyordu. Hissettiğim duygunun karşılığı "arada kalmışlık" olmalıydı. İnsan bilerek yanlış yapamaz derler ve ben bu yüzden başkaları gibi olamıyordum.

İşin garibi ise bu arada kalmışlığımda fikir danışacağım kimse yoktu. Başkalarından fikir alabilir insan ve bu sayede doğrulara daha kolay ulaşabilir. Ancak benim hayatımda böyle birisi yoktu ve kendime sormak zorunda kalıyordum hep. Bu tarz sorulara verdiğim cevaplar sürekli değiştiği için kendi içimden çıkamıyordum bir türlü. Okulu sevmiyordum, dersleri sevmiyordum ve insanları sevmiyordum. Düşündüğüm zaman o yıllarda kendimi de sevmediğimi fark ediyorum.

Kendini sevemeyen insan hiçbir şeyi sevemezmiş bu hayatta. Bende aynı şekilde hiçbir şeyi sevemiyor, yaşamdan keyif alamıyordum. O zamanlar daha çok küçüktüm ve yaşadığım hayat bana ağır geliyordu. Düşünüyorum da bu ağırlığın en büyük sebebi hayatın bana sundukları ile yetinmememdi. Gençliğimde kilolu bir çocuk olduğumu söylemiştim bu yüzden okul serserileri hep benimle uğraşırlardı. Beni konuşmada yenemeyecekleri içinde fiziksel güç kullanırlardı. Evet hiç dayak yemedim ama itilip kakıldığımı söyleyebilirim.

Bunların hiçbirinin bir önemi yoktu aslında etrafıma bakıyor ve insanların ne için yaşadıklarını anlamaya çalışıyordum. Bunu anlayamadığım için hayat bana çok anlamsız geliyordu. Bir çok insan para için bazıları fiziksel tatmin için bazıları kabul görmek için yaşıyordu. İlginçtir ki bunların benim için zerre kadar önemi yoktu. Ben anlaşılmak için yaşıyordum o zamanlarda. Ben hep anlaşılmak için yaşadım zaten ama anlayan hiç olmadı. Sen bile anlamaz gözlerle bakıyorsun yüzüme. Anlattıklarım umurunda bile değil biliyorum.

Hep kullanılmaya çalışıldım ben çünkü hiçbir gruba ait olamayan ve kendine yer bulmaya çalışan birisiydim. Bu nedenle beni kullanmaya çabaladılar. Zaten hayatı öğrenmem de bu noktada oldu beni kullanmaya çalışanları kullanmaya başlamam önemli bir gelişmeydi. Hayatı zor yoldan öğrendim ben. Karanlık bir sokakta kitap okurken o karanlık sokakta yaşadım ben. Böylece okuduklarımı yaşayarak deneyimliyordum ve bunların hepsi gelişmemi sağlıyordu.

Durum böyle olunca kirleniyordum ben. Hayatın pis oyunlarını öğreniyor ve onları yaşamadan kirletiyordum kendimi. Çok ince bir ayrım var bu noktada. Ben hayatı yaşayarak kirlenmedim. Ben öğrenerek kirlettim kendimi. Anlamak benim tenimi kaplayan balçıktı ve anlamayı iyi biliyordum. Bu nedenle başlarda beni kullanmaya çalışan insanların yerini kendilerini bana anlatmaya çalışanlar almıştı. Bende onları dinliyor, sorunlarını çözüyor ve onların beni korumasını sağlıyordum. Ben amacıma hizmet ediyor ve kendimi geliştiriyordum. Bir diğer taraftan insanlar onları dinlememin devam etmesi için beni koruyorlardı. Güzel bir anlaşmaydı ve ben karlı çıkıyordum.

Hatırlıyorum da bir kıza aşık olan bir çocuğun kızı elde etmesini sağlamıştım ve bundan dolayı bana borçluydu. Bu borcunu da lise kabadayılarından birisi ile kavga ederek ödemişti. Hep duygusal bir çocuk oldum ben bu nedenle duyguların nasıl olduğunu biliyordum. Duyguları bilen insan birçok şeyi bilmiştir aslında. Bilmek hayattan zevk alabildiğim tek şeydi ve o zamanlarda birçok kişiden daha fazla biliyordum ben.

Aslında o dönemler bir kızdan hoşlanıyordum ben. İsim vermek istemiyorum ben bu yüzden ona 1 diyelim. İsimlerin anlamsız olduğuna inanıyorum ben. Ondan çok hoşlanıyordum ama konuşamıyordum. Adımı sorsa cevap bile veremiyordum ona. Tabi bir diğer taraftan ne söylemem gerektiğini, nasıl söylemem gerektiğini biliyor ve onu o kadar iyi tanıyordum ki konuşabilsem onu elde edebilirdim. Ancak konuşamıyordum. Konuşamamın sebebi ise kendime olan nefretimdi. En kötüsü de buydu aslında. İnsan kendini sevmeli, ne olursa olsun sevmeli.

Neyse birkaç kez yakınlaştım onunla ama konuşamayınca anlamı olmuyor bunun. İçimde büyüyen bir duygu vardı ve o duygu bana acı çektiriyordu. Saçma sapan hayatımda her gün pişman olduğumu da ekleyin. Konuşamadığım için pişmandım ve bu durum kendime olan nefretimi arttırıyordu. Tabi hiçbir şey olmadı aramızda. Lise bitti ama yıllar tekrar gördüm onu. Neler yaşadığımı zamanı geldiğinde anlatırım. Şu an başka şeyler anlatmak istiyorum size.


0/Post a Comment/Comments