Son yolculuk 24

Anlatmak istediğim çok şey vardı ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. İşin güzel tarafı ise onun da aynı şekilde olmasıydı. Gözlerinden geçen cümleleri görebiliyor ama okuyamıyordum. Oralarda neler yazdığını merak ediyordum. Birimizin konuşmayı başlatması gerekiyordu ve bu kişi ben oldum "çok güzelsin" dedim ona. Gülümseyerek "sende öylesin" dedi. "Öyle değilim" diyerek karşılık verdim. "Eksiğim ben, bir yanım eksik, kalbim yarım atıyor, gözlerim eksik görüyor."

"Benim kadar eksik olmasın" dediğinde sustum ve kendimi bir parça geri çektim. O ise konuşmaya devam etti "Hiç şehrin yıkıldı mı senin veya gök kuşağının siyaha büründüğünü hiç gördün mü? Bulutlar gökyüzünden döküldü mü hiç veya tüm ağaçların kuruduğuna, tüm yaprakların döküldüğüne hiç şahit oldun mu? Sorularıma evet diyerek cevap vereceksin biliyorum ama sen hiç uzayda başıboş gezen bir gök taşı gibi hissettin mi?" "Evet" dedim. "Daha çok sonsuz büyüklükteki evrendeki içinde hiç yaşam bulunmayan güneşe en uzak gezen gibi hissettim."

"Kazanamayacağımız bir yarışa girmeye hiç gerek yok bence." dediğinde gülümsedi ve aynı şekilde karşılık verdim. "Cümlelerimdin sen benim "dedim daha sonra. "Sessizliğim, yalnızlığım ve umudumdun. İlk yazdığım öyküm, kullanmaktan asla bıkmadığım cümlemsin." İyice coşmuştum ben bu kadar büyük konuşmak çok faydalı değildi ama kendime engel olamıyordum. O tüm hayatım olmuştu ve bunu anlatmayı bir kenara bırak kabullenmem bile mümkün değildi. Sen şimdi anlattıklarımın gerçek olmadığını düşünüyorsun. Bunu bakışlarında görebiliyorum ama bir ömür boyunca kandırıldıktan sonra ilk kez gerçek ile karşılaştığını düşün. Sana hep yalan söylediler, kullandılar, saçma oyuncaklarla oyaladılar, aptal yerine koydular. Kızıyorum ama sana. Karşı koymadığın için kızıyorum. Diğerleri gibi sisteme köle olduğun için kızıyorum. Duygularını telefonlarla değiştirdiğin için kızıyorum. Aşkı öldürdüğün için kızıyorum ama şu an hatalarını telafi etmek istiyorsun merak etme nasıl yapacağını anlatacağım sana.

Onun elimi tuttuğu andan bahsediyordum galiba. Dur oraya daha gelmedim her şeyi hızlıca anlatmamı istiyorsun ama neler yaşadığımı anlaman için hepsini dinlemen gerekiyor. 1000 sayfalık bir kitabı iki cümle ile özetlememi ve o cümleleri duyunca kitabı okumuş olmayı istiyorsun ama kusura bakma bu mümkün değil.

"Biliyorum" dedi bana. Nasıl bilebilirdi ki bunu? Hiçbir yerde yayınlamadığım, kimseye okutmadığım bir yazıyı nasıl bilebilirdi. Düşünüyor ama bulamıyorum. Sormaya da cesaret edemiyordum. Onun gerçekliğine dair sorular bir anda zihnime dolaştı. Bilmesinin tek yolu zihnimin bir ürünü olmasıydı ki bu acı verici bir düşünceydi. Bir süre sonra dayanamadım ve nasıl bildiğini sordum. Verdiği cevap ona bir kez daha aşık olmamı sağlamıştı. Evet aşıktım ben. Bu duyguların başka bir açıklaması olamazdı.

"Bir gün deniz kenarında otururken bir kağıt buldum ve onu okumak istedim. Okuduğum zaman şaşırmıştım doğrusu. Beni hiç tanıyamayan birisi beni nasıl bu kadar güzel anlatabilirdi. Kağıdın üzerinde herhangi bir isim yoktu. Bu yüzden onun kim olduğunu hep merak ettim ama hiç bulamadım. Bende o yazının bir resmini yaptım ve aynı bankın yanına bıraktım. Belki o görür ve bir şansımız olur diye ama her gün oraya tekrar bakmama rağmen başka bir yazıyı hiç görmedim. Var olduğuna inanmadığı birisini ne kadar kovalayabilir ki insan? Kaç yıl bekleyebilir veya kaç yalnızlık aşabilir? Aşk için delinmesi gereken dağ yanlızlık mıydı aslında bilemiyordum ama o dağı nasıl deleceğimi de bilmediğim için bir daha o bankın yanına gitmedim. Beklemeye devam ettim tek bir soru sorabilmek için."

"Sorunun cevabını ben vereyim o zaman. Öyle bir haldeydim o kıza ulaşmak istiyordum. Bunun için ihtimalsizlikleri yaracak bir ihtimal yaratmak istedim. Bir mektup yazıp denize atmak gibiydi belki de ama virgülün solunda kaç tane sıfırın olduğunu bilemediğim bir ihtimale güvendim. Dayanabilmem için bir ihtimale sarılmalıydım ve mektubu şişenin içine koyup denize attım. Mektubu niye yazdığıma gelince hayata küstüğüm bir rüyada seni gördüm. Konuştuk bana beklememi söyledin. Bir gün buluşacağımızı da ekledin sözlerinize. Olasılıkları hesapladığım zaman seni bulma ihtimalimin son derece düşük olduğunu fark ettim ve virgülün sonundaki bir sıfırı silmek için o mektubu yazdım belki sana ulaşır diye."

Cümlemi bitirdiğimde gülümsemesi biraz daha büyümüştü. Ancak gözlerinde hüzün vardı. Demek ki ben konuşurken o geçmişini düşünüyordu aynı benim yaptığım gibi. Neyi düşündüğünü bilmiyordum ama mektubumu okumasını, çizdiği resmi, duygularını tekrardan yaşadığını görebiliyordum. Ancak hatırlamasına rağmen gözlerindeki hüzün göz bebeklerinin tamamını kaplamıştı. "Acaba kimin için daha zordu beklemek?" dediğinde bir süre boyunca düşündüm. Onu beklerken hayattan ne kadar koptuğumu, küstüğümü, kendimi yalnızlığa gömdüğümü nasıl anlatabilirdim. Hele onsuz geçen her bir anın aslında yaşanmamış olduğunu nasıl söyleyebilirdim.

Bunları söylemek ile söylememek arasında kaldığım sırada bana her şeyi anlatmamı söyleyen bir bakış gördüm gözlerinde. Anlatırsam eğer bir yarışa girmiş gibi görülebilirdim ki bunu istemiyordum ama ona karşı koymam da mümkün değildi ve sorusunu cevapladım ama uykusuz gecelerimden, yazdığım yüzlerce sayfadan bahsetmedim. İnsanlarda onu aradığımı, bulamadığım zaman ona ihanet ettiğimi düşündüğümü ve kendi kabuğuma çekildiğim konularını açmadım bile. O biliyordu ama beni tanıdığı için değil kendini tanıdığı için biliyordu. Aynıydık sanki.

O ise biraz daha hüzünlenmişti. "Üzgünüm" dedi. "Sana yaşattığım tüm acılar için özür dilerim." "O acılar seni bulmamı sağladıysa ben onlara acı demem, sarılırım. Ben hiç acı olarak düşünmedim. Sana ulaşmam için yaşamak gerekenler dedim onlara. Mecnun olabilmem için aşmam gereken dağlardı onlar. Sen bir kere gülümsedin ve tüm yaralarım kapandı. Yüreğimde çiçekler açmaya başladı" dedim ve gülümsedi tekrardan. Konuşmaya başladığında söyledikleri acının sözlükteki karşılığıydı "o dağı delmedik daha ama zamanı gelecek ve o zaman duygularımıza aşk adı verilecek."





0/Post a Comment/Comments