Son yolculuk 22

Onun gelme zamanı yaklaştığında nargilemi söyledim. Onun ne seveceğini bilmediğim için kara üzüm ve elma istedim. Benim sevdiğim bir nargileydi ama onun ne seveceğini bilmiyordum. Onun hakkında neyi bildiğimi söyleseler verecek cevabım yoktu. Duruşunu biliyordum, üzerindeki zerafeti, bakışlarındaki derinliği, kelimelerindeki şarkıyı biliyordum. Ayrıca ona dair bazı tahminlerim de vardı. Mesela yaralarının bir kısmını görmüş olabilirdim. Bunu çekingen duruşundan, söylediği az sayıdaki kelimeden veya bakışlarını kaçırmasından anlayabiliyordum.

Ancak onun hakkında bildiklerim oldukça sınırlıydı ve onun hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için her şeyimi verebilirdim. En sevdiği şarkıyı bilmiyordum mesela veya hangi şarkıda gözlerinin dolduğunu, hangi şarkıları sevmediğini bilmiyordum. Şarkılar çok önemliydi benim için. Mesela Dream Theater, Hollow Years'ın ondaki anlamını bilmiyordum. O şarkıyı bilip bilmediğini bile bilmiyordum. Acaba o da Eagles, Hotel California'yı ilk dinlediğinde bu şarkı aşktır demiş miydi? Ben ilk dinlediğimde 6 yaşımdaydım sanırım ve bu şarkı aşk olmalı demiştim. O zamanlar aşkın ne olduğunu bile bilmiyordum ama Hotel California benim için hep aşk oldu. Aşkı hissetmek için onu dinledim ve her defasında aynı duyguyu hissettim. Mesela hayatımda 2 varken bir şarkıyı dinliyordum ve ikisini özdeşleştirmiştim. Daha sonra 2 hayatımdan çıktı ama ben o şarkıyı dinlemeye devam ettim. Şarkının anlamlarının içinden ona dair olan bölümleri çıkardım ve geriye duygular kaldı. Birçok insan şarkılara bakış açımı anlayamazdı ama belki o anlayabilirdi. O anlarsa yeniden bahar gelir, yüreğimde tekrardan çiçekler açabilirdi.

Neden bunları anlattığımı sorabilirsin ki sana verecek birkaç cevabım olurdu eğer sorsaydın. Bunlardan ilki beklemenin benim için ne anlama geldiğini anlaman olurdu. İkinci hissettiğim heyecan ve korkuyu hissetmen olurdu. Üçüncüsü ise onun gelişini anlattığım bölümü uzun tutarak senin de heyecanlanmanı istemem olurdu. Benim neler hissettiğimi başka türlü anlatamam. Duygularımı kelimelerle ifade etmekte zorlandığımı daha önce söylemiştim. Bir tek duygumu anlatmak için kitaplar yazsam bile yeterli olmuyordu benim için.

O gelmeden 5 dakika kadar önce nargile geldi. Ben onu açana kadar onun kafeye doğru yürüdüğünü gördüm. Nargilenin marpucunu bir kenara bırakarak ayağa kalktım ve onu beklemeye başladım. Onu görebilmek için en köşedeki masaya oturmuştum ve böylelikle yolu görebiliyordum. Tam vaktinde gelmişti demek ki dakikalara önem veriyordu. Ben ise hep erken giderdim. Yolculukları sevmezdim ben onun yerine bir yerde durup beklerdim. Beklemek ulaşmaktan daha güzel olur bazen sadece acı verir beklemek ama eğer benim gibi acı çekmeyi seviyorsan beklemekten daha güzel bir şey bulamazsın.

Onu gördüğüm anda zaman yavaşlamıştı. Ağır adımlarla ilerliyor saçları esen rüzgarda dalgalanıyordu. Beni görmemişti ama yukarıya bakmıyordu. Yukarıya bakmamasının çok fazla nedeni olabilir ancak bu nedenlerin hiçbirini ona yakıştıramıyorum. Birisi eğer yukarıya bakmıyorsa o mutsuz demektir ve ben onu mutsuz eden hayatı yakmak istiyordum. Onu seyrederken bir sorunu olduğu düşündüm. Yüzündeki o ince gülümseme artık yoktu. Onu mutsuz eden sebepleri düşündüm ve o an onun yaralarına tanıklık ettim. Kaç yarası olduğunu bilmiyordum veya yaralarının sebeplerinden haberdar değildim. Daha kötüsü ise o yaraları nasıl iyileştireceğimi bilmiyordum. Bu bilinmezlik beni orada öldürebilirdi eğer öğrenme şansım olmasaydı.

Tahminime göre kafenin girişine ulaşması için 17 adım atması gerekiyordu. Daha sonra üst kata çıkması için 19 basamak tırmanmalı ve benim yanıma gelmesi için 13 adım daha atması gerekiyordu. Zamandaki yavaşlamayı hesapladığımda bütün yolculuğun 7 yıl 11 ay 3111 gün ve 601 dakika sürecekti. Olsun önemi yoktu ben beklerdim. Bir ömür beklemişken zamanın ne önemi olabilirdi ki benim için.

Hünkar'ın girişine 11 adım kaldığında yüzünde hala gülümseme yoktu. Acaba beni görmek onu heyecanlandırmıyor muydu diye sordum kendime. Bu soru zihnime 9mmlik bir kurşun edasıyla çarptı. Daha sonra kurşun beynimi parçalayarak ilerledi ve kafatasımdan ayrılmadı. Beynimi paramparça ettikten sonra kalbime indi ve yaralı olan yüreğimi parçaladı. Onun yokluğu acı veriyordu evet ama korkusu her şeyden beterdi.

3 adım kaldığında yüzündeki ifade hala değişmemişti ve içimdeki endişe ile korku karışından çıkan yangın büyüyordu. Yanmak sorun değilde onun üzgün olmasına dayanamazdım. Acılar arasında tercih yapmak gibiydi sanki. Öyle birisiydi ki o onu gördüğüm andan itibaren yüreğimde depremler vardı. Yalnızlığa dair inşa ettim tüm binalar, tüm şehirler yıkılmıştı ve ben enkazın altından çıkamıyordum enkaz altında kalmak kaderimmiş gibi.

Kapıdan içeri girdiğinde heyecanım artmıştı. Daha önce de zamanın yavaşladığına veya hızlandığına tanık olmuştum. Hatta kendimce geçmişe ve geleceğe yolculuk etmişliğimde vardı ama o an zaman kavramını tamamen kaybetmiştim. Saatler durmuş, kuşlar kavada asılı kalmıştı. O merdivenleri çıkarken ayak seslerini duyamıyordum. Sanki tabanları yere değmeden yürüyordu. Bekledim ve bekledim. Ayakta kalmam mucizeydi sanki.

O merdivenleri çıkıp beni gördüğü zaman gülümsedi. Onun gülümsesmesi için dünyaları yakardım. Onu gördüğüm andan sonra zaman hızlandı ve yanıma gelip "merhaba" dedi. Sesini tekrar duymak mutluluktu benim için.

Daha sonra karşıma oturdu ve bir süre boyunca konuşmadık. İnanmazsın ama Hotel California çalıyordu ve daha da inanamayacağın bir şey söyleyeyim sana "bu şarkıyı çok severim" dedi bana. "Aşktır bu şarkı" diyerek karşılık verdim ve gülümsemesi biraz daha arttı. Demek ki aynı şarkıda aynı şekilde bakıyorduk. Bir süre boyunca şarkılardan konuştuk ve ortak birçok şarkımız olduğunu öğrendik. Sonata Artica, Shy'ı sorduğumda ise gülümsedi ve tabi ki biliyorum dedi. "Beni anlatıyor bu şarkı" diyemedim, zaten söylememe gerek yoktu zaten o biliyordu. Sanki o detaylı özgeçmişimi okumuş ve sonrasında hayatımı anlatan romanları da bitirmişti. Hakkımdaki herşeyi bildiğini düşündüm ki bu tarifi imkansız bir duyguydu.




0/Post a Comment/Comments