Son yolculuk 15

Gerçeklik tartışmasından kafanın karıştığını görüyorum. İçinden bir ses anlattıklarımın yalan olduğunu söylüyor. O sesi dinlersen eğer anlattıklarımın gerçekliğini yok edebilmek için beni deli diye yaftalayacaksın. Bana deli sıfatını yapıştırdığın andan itibaren söylediklerimin hiçbir anlamı kalmayacak. Ben burada evrenin sırrını bile anlatsam senin için bir delinin kelimelerinden ibaret olacak ve bana akıl hastanesini layık göreceksin.

Merak etme daha önce akıl hastanesine gittim ben ki bunu da ilerleyen zamanlarda anlatmak istiyorum. Şimdi de anlatabilirim ama şimdi anlatırsam eğer yolum oraya nasıl düştüğünü anlamayacaksın. Bu yüzden hikayeme devam edeyim ben.

Oyunlardan konuşuyorduk hatırlarsan ve sana oyunları öğreteceğimi söylemiştim. Bu sebeple geçmişimdeki başka bir anıyı anlatmak istiyorum. Bu sefer fark olarak oyunlar tek taraflı olmayacak. Üniversitedeydim yine ve yaz tatili gelmiş bende geziyorum tek başıma. Tek başıma olmayı sevdiğimi söylemiştim galiba. Tek başıma az insanlı yerlere gidip dalgaları izlemeyi severdim ve küçük bir deftere bir şeyler karalamaya bayılırdım. Hayata izler düşerdim böylelikle. Dönüp bakmazdım ama baktığım zaman neler yaşadığımı hatırlamak istiyordum. Öyle ki tek bir düşünceyi bile kaybetmek istemiyordum.

Neyse kafelerden birisindeyim yine. Daha doğrusu hep gittiği o kafedeyim. Yine nargile içiyorum ve hayata dair bir şeyler yazıyorum. Benden biraz ileride bir kız oturuyor ve bana baktığını fark ediyorum. O an yazdıklarım daha önemli benim için ve onu umursamıyorum. Aslında güzel bir kız. Kahverengi uzun saçları var ve bakışları sanki seni delip geçmek istiyor gibi. Söylediğim gibi onunla ilgilenmiyordum. Sadece arada gözüm ona doğru kayıyor ve bana baktığını görüyordum.

Biraz zaman geçti ve kız yerinden kalktı. Çantasını aldı ve üstünü giyindi. Onu önemsemediğimi söylemiştim daha önce. Yanımdan geçerken gözlerimin içine baktı ve o an iç organlarımın benden alındığını hissettim. Ancak o gitti, ben yerimden bile kıpırdamadım.

Fazla zaman geçmedi ve garson çocuk geçerken "abi kağıt düşürmüşsün" dedi bana. Kağıt düşürme ihtimalim yoktu benim ama yine de eğilip yere baktım ve yerdeki kağıt parçasını aldım. Kağıdı açtığımda üzerindeki yazı beni oldukça şaşırtmıştı "sahilde bekliyorum seni." Hiç beklemediğim bir hamleydi bu. Hatta bu kadar kesin bir hamle yapacak bir kız gibi gelmemişti bana. Ancak hesapladığım tüm hamlelerin dışına çıkıp benim oyunumda öne geçmişti. Durum böyle olunca onun oyununa göre oynamaya karar verdim. Acaba benden daha iyi bir oyuncu olabilir var olabilir miydi?

Sahile gittiğimde kızın banklardan birisinde oturup denize baktığını fark ettim. Yanına yaklaştığımda hafifçe gülümsedim ve "kağıdınızı unutmuşsunuz" dedim. Oraya onun için gelmediğimi belli edecek ama bu yalana kimseyi inandıramayacaktım. Onun bu noktada yapabileceği birkaç hamle vardı. Daha doğrusu red edebilir veya kabul edebilirdi. O kabul etmeyi seçti ve yine hamle listemde oldukça gerilerde olan bir şey söyledi "daha önce dinlemediğim bir hikaye var sende."

Bunun çok iddialı bir hamle olduğunu biliyordum. Kumarda tüm paranı oyuna yatırman gibiydi sanki ama bir diğer taraftan yüzünde oldukça masum bir ifade vardı. Aynı zamanda onun yüzündeki acı ifadesini de gördüm. Benim ona yardımcı olabileceğimi anlamıştı ve bu yüzden beni çağırmıştı ama oyun bu kadar basit olamazdı. "Hangi hikayeyi sakladığımı bilmiyorum" dediğimde gülümsedi ve "öğrenmek isterim" dedi. "Aradığım bazı cevaplar o hikaye saklı belki."

İddialı hamlelere devam ediyordu ve ben onun attığı topları geri çeviren bir tenisçi gibi oynuyordum oyunu. Amacım sayı yapmak değildi. Bir diğer taraftan oyunu nereye götürmek istediğini merak etmiştim. Bu yüzden yanına oturdum ve neden acı çektiğini sordum. Hafifçe gülümsedi ama bir an için susmayı tercih etti. Demek ki bu hamleyi beklemiyordu ancak o kısa anın ardından konuşmaya başladı. "Her şey sahte" dedi bana yüzünde duygusuz bir ifade ile. Hamle sırası tekrardan bana geçmişti. O hamlelerini keskin bir biçimde yapıyor oyunu yumuşatma görevi bana düşüyordu. Sanki tüm denizleri ateşe vermek istiyor gibiydi.

Gülümseyerek "belki ben bile sahteyim" dedim. Söylemek istediğimi hemen anlamıştı. Cümlemin içinde yatan gizli cümlede "her şey sahteyse neden bana anlatıyorsun" vardı ve hemen karşı hamlesini yaptı. "Çünkü seni tanımıyorum ve bir daha asla görmeyeceğim" dedi. Yani oyunun süresini belirlemiş oldu. Bunu yapmasının iki sebebi olabilirdi bunlardan ilki bana süreyi söyleyerek sınırları belirtmek istemesiydi. Diğeri ise süreyi belirterek benim onu uzatmak için çalışmamı sağlamak için olabilirdi ki bana göre ikisi de eşit ihtimaldeydi.

Oyun oldukça eğlenceli bir hal almıştı ve ben çok keyif alıyordum. Ters bir hamle yapmak istedim ve "demek tüm acılarını bırakıp gideceksin" dedim. "Bana ne olduğunun önemi yok zaten. Hiçbir hasta ambulansının şoförünün neler yaşadığını merak etmez zaten." Ters bir hamle yapmıştım ve onun bu hamleye hazırlığı ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu gösterecekti. Ancak öyle bir şey yaptı ki onunla alakalı tüm düşüncelerim değişti. Elimi tuttu ve "acımı bırakmak istemiyorum ki. Yakalım acılarımızı" dedi.

Yani beraber acılarımızdan kurtulacaktık ancak bunun nasıl yapacağımız belli değildi. Farazi bir söylemdi ve tek amacı konuyu değiştirmekti. Hamle sırası bana gelmişti ve oyuna duyguların eklenmesi gerektiğini düşündüm "ikimizde yanarız o ateşte" dedim. "Bütün bir şehir yanar."

Ateş kelimesini kullanırken aşk ateşine vurgu yaptığımı anlayacak kadar oyunları biliyordu. Ayrıca şehrin yanması kavramı ile ateşin büyüklüğünü göstermiş oldum. Oyun oynamayı çok istiyordu belli ki ve elimi iki eliyle tuttu. Bana doğru eğildi ve başını omzuma yasladı. Bu hamlenin anlamı kesinlikle "kendimi senin yanında güvende hissediyorum" değildi. Onun yerine "konuşmak istemiyorum çünkü beni hamle kaçırmaya zorluyorsun" demekti.

Şimdi benim sıramdı ve başını ona doğru çevirip saçlarını kokladım. İşin garibi parfümünü tanıyordum onun. Sonbahar çiçekleri aroması vardı parfümünde. Hüzün vardı içinde ve parfümünün ismini söyledim. Başını omzumdan kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. O an gözlerinde daha önce görmediğim bir ışıltı gördüm. Bu ışıltının iki anlamı olabilirdi. Bunlardan ilki oyundan çok keyif almıştı ve bu gözüne yansıyordu. Diğeri ise benden hoşlanmıştı veya onu etkilemeyi başarmıştım. Ancak ikinci ihtimalimin gerçek olmadığını düşündüm çünkü o başarılı bir oyuncuydu.

İki tane usta oyuncu karşılaştığı zaman iki şansları vardır. İlkinde oyun oynamaya devam edecekler ve onunun sonunda ikisi de kazanamayacaktı. Bu yüzden oyunu yarım bırakıp gideceklerdi. İkincisinde ise oyun oynamayacak ve belki çok farklı, gerçek bir ilişkileri olacaktı. Biz görüşmeye devam ettik onunla. Hatta bir gün neden oynadığımızı sordum ona. Verdiği cevap o kadar üzücüydü ki hissettiğim duyguyu anlatamam. Elimi tutuyordu o zaman ve ben onu sevmeye başladığımı bile söyleyebilirdim. "Ben sadece oyunları biliyorum" dedi. "Onlarsız ne yapabilirim ki?"

İşin acıklı tarafı benim de aynı durumda olmamdı ve bir süre sonra ikimizde kazanamayacağımızı anladığımızda oyunu bitirdik. Şimdi oyun oynamanın neden kötü olduğunu söylediğimi anlıyorsundur. Oyunların kazananı değil kaybedeni vardır ve oyun oynayan her zaman kaybeder.



0/Post a Comment/Comments