Son yolculuk 13


2'nin gidişi ile birlikte hayatıma başka insanlar girdi. Onların hayatıma almamın tek bir sebebi vardı acımı azaltmak. Ancak acıyı azaltmaya çalışırken yeni acılarla karşılaşmıştım. İnsanlar benim hayatıma giriyor ve sorunlarına çözüm buluyordu. Daha önce söylediğim gibi insanlara yardımcı olabiliyordum ben. Onları anlıyor ve bir çıkış yolu gösteriyordum. Ancak ben bunları yaparken karşı taraftaki insanlar sadece kendisini düşünüyordu. Yaraya yama yapmaya çalışıyordum ben ama bazı yaralar yama tutmuyordu. Daha doğrusu bir yarayı kapatmak için başka bir yerimi kesmem gerekiyordu. Böyle olunca bir sürü yaram oluyordu benim.

O esnada hayatıma girenlerin önemi yok aslında. Sadece doğru kelimeyi kullanmayı öğrenmiştim ve tek bir kelime ile inanların bana yaklaşmasını sağlıyordu. Aynı zamanda insanları hızlı bir biçimde tanıyabiliyordum. Analiz yeteneğim güçlenmişti ve bu oyunlarda bana kolaylık sağlıyordu. Hamleler planlıyor ve her hamle bitimine göre yeni hamleler planlıyordum. 6 hamle sonrasını planladığım zamanlar olmuştu. Her hamleme göre karşı tarafın olası hamlelerini hesaplıyordum ve her olası hamleye göre yeni hamleler kurguluyordum. Taşlar olmadan oynanan bir satrançtı benim oyunum.

Herkesin bir hamle sayısı olurdu. 3,5,9 veya 17 sayının önemi yoktu çünkü her oyun aynı şekilde bitiyordu; ayrılıkla. Elbette benim oyunum oynandığı için tüm ilişki denemelerimi bitiren ben oluyordum. Doğrusunu söyleyeyim kimse benden ayrılmadı. Ayrılmak istediler ancak bunu önceden bildiğim için ayrılığın oluşmasını ben sağlıyordum. Şimdi bana birkaç soru sorabilirsin. Bu sorulardan ilki neden bu yolda yürüdüğüm ile alakalı olacaktır. Hemen cevaplayayım sorunu. Çünkü hayatımda insanların olmasının beni yalnızlıktan uzaklaştıracağını düşünüyordum. Evet dünyanın en saçma düşüncesiydi bu.

Bir diğer soru ise bu şekilde canımı daha fazla yakmamla alakalı olabilir. Canımı yakmak istiyordum çünkü acı bana her şeyden daha gerçek gibi geliyordu. Sahte bir hayatı yaşamaktansa gerçek olan acıyla birlikte olurdum. Yalnızlığın göbek adım olduğunu düşünüyordum. Aradığın bir şey var ve yaşamdaki tek amacım onu bulmak. O aradığın şey mutlak yalnızlığının son bulması anlamına geliyordu ama en ufak bir ip ucun bile yoktu. Ne aradığını bilmeden yaşamaya çabalıyordun.

Anlattıklarım sana tanıdık geliyor biliyorum. Belki çok belki az da olsa bunları hissettiğini de biliyorum. Hatta hissettiğinde kaçtığını ve kendini kandırdığını da biliyorum. Anlatması zor iki şey vardır hayatta. Bunlardan birisi mutluluk diğeri ise acıdır. İnsan ikisini de anlatmakta zorlanır. Mesela acı çekmemle alakalı hisselerimi anlatmak için şehirdeki tüm binalar yıkılmış gibiydi, tüm renkler silinmiş ve hayat siyah beyaz bir fotoğraf halini almıştı, nükleer bir savaştan sağ çıkan tek canlı kadar yalnız hissediyordum desem ne kadar anlayabilirsin ki? Daha da ileriye gidip bulutların döküldüğünden, yıldızların kaybolduğundan bahsetsem mesela ya da içtiğim bir bardak suyun boğazımdan aşağıya doğru inerken geçtiği her yeri yaktığından bahsetsem? Dünyamın kimsesizliğinin üzerine defalarca kez vurgu yapsam ne değişir ki? Ne kadar anlayabilirsin beni bir düşün.

Acımın bir çaresi olmalıydı ve bir taraftan onu arıyordum. Uzun zaman boyunca aradım. Bende herkes gibi mutlu olmak, anlamsızca yaşamak istiyordum. Ancak herkes kavramından nefret ettiğimden ötürü bu gerçek olamıyordu. Aynıların dünyasında ben farklı olmaya çalışıyordum. Mutlaka bu konuyu işleyen bir resim, fotoğraf görmüşsündür. Bu fotoğrafın bir anlamı olmaz ama eğer onu yaşamıyorsan. İnsan yaşamadığını anlayamaz derler ya hani ben bu söze inanırım. İşin garip kısmı ise ben o kadar çok şey yaşıyordum ki herkesi anlayabiliyordum.

Dünyadaki herkesi duyabildiğini düşün ama seni duyan kimse yok. Bağırıyorsun, haykırıyorsun ama hiçbir şey değişmiyor. Aynı şekilde sen herkesi görüyorsun ama kimse seni görmüyor. Ağlamak istiyor ama yapamıyorsun.

Bu esnada ne aradığımı bulmak için çok uğraştım. Kitaplar okudum, tarihi araştırdım. İnsanın neyi aradığını anlamaya çabaladım. Başarılı olamayınca insanın neden aradığını araştırdım ama o da sonuç vermedi. Yani bir şey arıyordum ama neyi aradığımı veya neden aradığımı bilmiyordum. İçimde kocaman bir boşluk vardı ve o boşluğu doldurmanın derdindeydim. Ancak insan o boşluğa çimento dökemiyor. İşin kötü tarafı ise boşluğun her geçen an artmasındaydı. Eğer kara delik kavramı gerçek ise o deliğin kalbimde olduğunu iddia edebilirdim.

O zamanlar farkında değilim ama hayatıma giren her yeni insan ile boşluk giderek büyüyordu. Bu esnada aradığıma en yakın kavram olarak aşk'ı bulmuştum ve aşkı araştırmaya devam ediyordum. Eski hikayeleri okuyor ve aşkı tanımlamaya çabalıyordum. Bir diğer taraftan aşk'ın gerçekliğinden emin olmam gerekiyordu ve bunun için etrafıma bakıyordum. Sistemin aşkı ele geçirmeye çalıştığını biliyordum ve onu paketleyip satmak istediğinden haberdardım. Bu nedenle aşk başlığı altında sunulan hiçbir şeye inanmıyordum.

İnsan aradığı şeyi bulacağına inanmadığı zaman durumu daha vahim oluyor. Ancak İstanbul'u fetheden Fatih gibi ya ben aşkı bulacaktım ya da o beni alacak demiştim. Bu söz ne kadar kararlı olduğumu gösteriyordu aslında. Ancak kendime acılardan bir zindan inşa etmiştim dışarıdaki hayatımda gülüp eğlenirken aynı zamanda kendimi ebedi bir işkenceye bırakmıştım. Belki de gülmemin sebebi çektiğim acılardan aldığım zevkti bilemiyorum. Kendi psikolojimin derinliklerine o kadar inemedim. Zaten en zor şeylerden birisi insanın kendi otopsisini yapmasıydı ve benim otopsilerim iç organlarımı parçaladıktan sonra hep yarım kalıyordu.

0/Post a Comment/Comments