Yeni dünya
Sayılarının artması tek düze olan yolculuklarına yeni renkler katmıştı. Bir sonraki yemeği Falco yerine Rima pişirmişti. Lucian ise onun yanında durmuş ve sebzeleri keserken yardımcı olmuştu. Bıçağı kullanmayı bilmiyor diye düşündü. İsterse ona öğretebilirdi ama onun çok ihtiyacı olacağını düşünmüyordu. Lucian biraz daha fazla konuşmuş gülümsemeyi öğrenebilme adına adımlar atmıştı.
Sayılarının artması tek düze olan yolculuklarına yeni renkler katmıştı. Bir sonraki yemeği Falco yerine Rima pişirmişti. Lucian ise onun yanında durmuş ve sebzeleri keserken yardımcı olmuştu. Bıçağı kullanmayı bilmiyor diye düşündü. İsterse ona öğretebilirdi ama onun çok ihtiyacı olacağını düşünmüyordu. Lucian biraz daha fazla konuşmuş gülümsemeyi öğrenebilme adına adımlar atmıştı.
Şövalye onun yaşadıklarını daha fazla
merak etti. Küçük bir çocuk nasıl oluyor da gülümsemeyi bilmezdi gibi sorular
zihninde dolaştı ama hiçbirinden bahsetmedi. Onun yerine kız ile aralarında
olan iletişimi seyretmeyi tercih etti. Garip bir çocuktu o. Bir an çok yakın
duruyor ve karşısındaki insanı yanına çekiyordu. Ancak daha sonra bir an
geliyor ve yaklaştığının fazlasıyla geri çekiliyordu. Bunun sebebini kimse
bilmiyordu. O an aklından hangi düşünce geçiyorsa onu alıyor ve farklı bir yere
atıyordu.
Her soru başka birisini beraberinde
getiriyordu. Zihni sorularla doluyor ve bu sorular başka şeylerin önüne
geçiyordu. Başlarda çok sessiz ve içine kapanık gibi gözükse de aslında o çocuk
insanlara daha yakın olabilirdi. Ancak bunun için zaman gerekiyordu. Bolca
vakitleri olduğuna göre aceleci olmasına hiç gerek yoktu.
Kız ise son derece neşeli ve güler
yüzlüydü. O güldüğü zaman sadece dudakları değil tüm yüzüyle birlikte
gülüyordu. Sadece gözlerine bakması bile neşesini anlamak için yeterli
geliyordu. Ancak onun da derinliklerinde büyük bir hüzün vardı. Sadece onu
bastırıyor ve saklı tutuyordu. Neşeli görünmek onun için başarılı bir mücadele
yöntemiydi. Bu noktada Lucian ile farklılaşıyordu. Elbette yaşadıkları çok
farklıydı ve kızın dünyayı daha iyi görüyor olması muhtemeldi.
Ayrıca kız ona göre daha fazla şey
görmüştü. Lucian ne kadar kendi içinde yaşadıysa kız o kadar dışarıda
yaşamıştı. Sosyal yönden daha güçlüydü ki bu Lucian için önemliydi. Ona bakarak
kendini geliştirebilirdi. Lucian ise daha düşünceliydi. Daha fazla şey biliyor
ve dünyaya çok farklı bakıyordu. İkisinin birbirini nasıl etkileyeceğini merak
etti. Daha sonra yolculuğun devamına ilişkin konuları düşündü. Kızın gelmesi
planlarını değiştirmişti bir parça da olsa. Ancak tanrısı Sirius'un bir planı
vardı ve yaşadıkları onun planı çerçevesinde ilerliyordu.
Bu düşünce onu rahatlatmıştı. Tanrısına
inanıyor ve onun yolunda ilerliyordu. Bu nedenle Lucian'ı ve Rima'yı kabul
etmişti kolaylıkla. Mutlaka iyiliğin tanrısının bir planı vardı ve bu plan
oldukça önemliydi. Özellikle Lucian'ı düşündüğü zaman bu düşünceye iyice
bağlanıyordu. "Karanlığın içinden çıkacak" diyordu eski bir yazıtta.
"Ve dünyaya tekrardan ışığı getirecek." Bu yazıt aklına geldikçe ne
kadar doğru bir yolda olduğunu düşünüyordu.
Sabah olup uyandıktan sonra kahvaltılarını
hazırlamaya başladılar. Kız ile birlikte Lucian eğlenceli bir şekilde
kahvaltıyı hazırladılar ve yemeklerini yedikten sonra tekrardan atlarına
bindiler. Kız Lucian'ı yanında istese de o şövalye ile gitmeyi tercih etti.
Demek ki daha zamanı vardı. Yaşadıklarını düşündüğü zaman ona hak
verebiliyordu. Yolculuk eğlenceliydi onlar için. Kız yol boyunca Lucian'a
sataşıyor ve kahkahalar atıyordu.
Kız daha meraklıydı. Birçok soru soruyor
ve bu konuda şövalyeyi sıkıştırıyordu. "Nereye gidiyoruz?", "Bu
hangi ağaç?", "Altın şehir gerçekten altından mı?" gibi birçok
soruyu sıralıyor ve cevaplar arıyordu. Lucian ise sorularla ilgilenmiyordu.
Onun soruları farklıydı ve o soruların cevaplarını bildiğini düşünmüyordu.
"Beraber öğreneceğiz" dedi içinden onun sessizliğini dinlerken.
Birkaç saat daha ilerledikten sonra küçük
bir köye yaklaşıyorlardı. Planlarında o köye uğramadan geçmek ve Bakır şehre
hızlı bir şekilde ulaşmak vardı. Orada şehirlere değerli madenlerin isimleri
verilirdi. Altın şehir en büyüklerden birisiydi. Bakır, demir, elmas gibi başka
şehirlerde vardı. Bunun sebebi bu şehirlerin eski zamanlarda madencilikle
geçinmeleriydi. Her şehir üretimde en başarılı olduğu maden ile anılıyordu.
Zaman geçtikte bu durum değişmiş olsa da isimleri aynı kalmıştı. Bakır şehir
çok büyük olmasa da yine de oldukça önemliydi.
İleride, yolun kenarında bir kargaşa
gördüler. Birkaç tane atlı bir at arabasının etrafında toplanmıştı. At
arabasının üzerinde yaşlı bir adan ve kadın vardı ve bir şeyler söylüyorlardı.
Bunun üzerine şövalye kıza baktı ve atını biraz daha hızlandırdı. Yaklaştıkları
zaman atlılardan bazılarının kılıçlarını çektiklerini gördü. Kıza doğru bakıp
"geride kal" dediği sırada atı dörtnala ilerlemeye başlamıştı.
Atlılar onun yaklaştığını gördü ve at
arabası ile ilgilenmeyi bırakıp onlara doğru döndü. Atlılar savunma pozisyonuna
geçtikleri sırada şövalye yanlarına kadar gelmişti. "Ne oluyor
burada?" yüksek bir sesle konuştuğunda atlılardan birisi "seni
ilgilendirmez şövalye" dedi. Bu esnada şövalye yaşlı adamla, kadına baktı
ve onların gözündeki yardım çağrısını gördü. Lucian işte tam bu anda
"onlara yardım edelim" dedi. Sesindeki merhamete başka bir yerde
rastlaması pek mümkün değildi.
"Onları rahat bırakın" ses tonu
emrediciydi, keskindi. Karşısındaki 4 tane atlı ise bunun karşısında
kılıçlarını çektiler. Şövalye ise aynı emredici ses tonuyla "sizi son kez
uyarıyorum. Gidin buradan!" diye haykırdı. Sesi bir çölü donduracak kadar
soğuktu. Ancak atlılar onu dinlemediler ve ileriye doğru bir hamle yaptılar.
Onlar atlarını ileriye doğru sürerken bir
ok hafif bir biçimde vızıldadı ve atlılardan birisine çarptı. Adamın sol
omuzundan içeriye giren ok onun atın üzerine yığılmasını sağlamıştı. Diğer
atlılar ise şövalyeye doğru ilerliyordu. Bu esnada Lucian hızlı bir şekilde
attan atlamış ve geriye doğru birkaç adım atmıştı.
Gelen ilk kılıç darbesini şövalye
kılıcıyla karşıladı ve kendi kılıcını savurdu. Adam bundan kaçabilmek için
atını şaha kaldırdı ve kılıç atın göğüs bölümünü kesti. Bir diğer kılıç ise
diğer taraftan gelmişti ve bunu da kılıcı ile savuşturdu. Kalan diğer atlı ise
kıza doğru yönelmiş kılıcını savurmuştu. Ancak kızın attığı bir diğer ok adamın
kılıç tutan eline çarpmış ve kılıcı düşürmesini sağlamıştı.
Bu esnada yaşlı çift korku dolu gözlerle
olanları izliyordu. Kadının kırışmış yanaklarından yaşlar akıyor ve bunu yaşlı
adama sarılarak saklamaya çalışıyordu. Lucian ise onlara yardım etmekte
kararlıydı. Başını çevirerek etrafına baktı. Daha sonra yerden küçük bir taş
alıp ilk saldıran adama doğru fırlattı. Taş elinden fırladığı andan itibaren
büyümeye başladı ve adamın bedenine çarptığı sırada büyük bir elma boyutuna
ulaşmıştı. Kız ve şövalye ise bu duruma şaşkın bir şekilde bakakalmıştı. Taşın
çarptığı adam atından düşmüştü.
Adamlar ise "kaçın büyücü var"
diye bağırdıkları sırada ormanın içine doğru koşmaya başlamışlardı. Bu esnada
kız yayına yeni bir ok sürüyordu ancak şövalye elini havaya kaldırarak onu
engelledi. Kaçan birisine saldırmak yeminine aykırıydı.
Yaşlı çift defalarca kez teşekkür ettiği
sırada şövalye "görevimiz" dedi. Lucian'ın yüzünde büyük bir
gülümseme vardı ve şövalye o gülümsemeye şaşkın bir şekilde bakıyordu. Ancak
şaşırması gereken daha büyük bir şey vardı. Lucian her geçen gün başka bir yetenekle
ortaya çıkıyordu ve bu her seferinde onu şaşırtmaya yetiyordu.
Şaşıran bir diğer kişi ise Rima'ydı. İlk
kez Lucian'ı bu şekilde görmüştü. O masum çocuğun bir anda gözlerini kıstığını
ve yüzünün öfkeye büründüğünü gördü. Onu o şekilde düşünmemişti daha önce. Ancak
bir an sonra tekrardan eski haline dönmüştü ve bu değişim oldukça şaşırtıcıydı.
Şövalye "güzel atıştı" dediği zaman gülümseyerek "küçükken
babamla tavşan avlardık hep" dedi. Aklına babası ile yaptığı geziler
geldi. Babasının yaptığı yavşan yemeklerini hatırladı ve onu ne kadar
özlediğini düşündü. Hayat o kadar garipti ki bir anda onu hiç planlamadığı bir
yere sürükleyebiliyordu. Yaşadıklarını ona söyleseler asla inanmazdı ama hayat
insana hiç beklemediklerini sunuyordu.
Yaşlı çiftten ayrıldıktan sonra tekrardan
atlarına bindiler. Onların verdiği meyveleri çantalarına doldurdular her ne
kadar Lucian almak istemese de şövalye onu susturup meyveleri kabul etti. Bakır
şehre gitmelerine birkaç saatlik yolları kalmıştı. Ağır bir şekilde ilerlediler.
Tahminlerine göre güneşin batma vaktine doğru şehre ulaşırlardı. Yol boyunca
kız Lucian'a şaşkın bakışlarla bakmaya devam etti. Onun da kafasında sorular
olduğu belliydi ancak şövalyenin aksine o cevaplara oldukça uzaktı.
Bakır şehre olan yolculukları sessiz bir
şekilde devam etti. Hepsinin keyfi yerindeydi. Lucian farklı bir şekilde
gülümsüyor, Rima ise yeni bir şehre gidecek olmanın heyecanı ile yerinde
duramıyordu. Şövalye ise düşüncelerinin bir parça daha doğrulandığını düşündü.
Bakır şehre yaklaştıkları zaman şehrin surlarını gördüler. Batan güneşin ışığı
kulelerin bakır çatılarına vuruyor ve alev kırmızısı bir renk ortaya
çıkarıyordu. Çocuklar bu sahneye hayranlıkla bakıyordu.
Yeni bir şehir ve yeni maceralar ile karşı
karşıyaydılar. Önlerindeki büyük belirsizliği düşünmediler bile. Oldukça iyi
bir ekiptiler ve bu hepsine güven veriyordu. Bakır şehre doğru yolculuk
yaparken Rima şarkı söylemeye başladı. Eski bir savaşçının hayatını anlatan
neşe dolu bir şarkı seçti. Onun zaferlerini anlatırken ilerlemeye devam ettiler
bakır bir şehre doğru.