Öğle
vakti gelmemişti ve adam uyanmamıştı. Aslında huzursuz bir uyku çekiyordu.
Yatakta sürekli olarak dönüyor ve uykunun en derin noktasına geçemiyordu. Bu
yüzden rüya görmesi mümkün olmuyordu. Aslında o pek rüya görmez, görse bile
hatırlamazdı. Bu yüzden uykuyu kayıp olarak algılardı. Yaşamının boşa geçen
zamanları olarak düşünür ve mümkün olduğu kadar az uyurdu. Ancak diğer taraftan
uykusundan aldığı zamanı başka bir yere yönlendiremezdi. Uyanık kalacağı
zamanda bir şey bulamaz ve hiçbir şey yapmadan otururdu.
Aslında onun düşünmek için fazladan zamana ihtiyacı olurdu.
Bu zamanda hayatını sorgular, geçmişiyle yüzleşirdi. Bu sorgulamalar onun için
acı verici olurdu genellikle. Severdi kendini sorgulamayı. Bu şekilde
büyüyebileceğine inanırdı. Onun büyümek zamanın geçmesiyle akalı değildi. Kişi
yaşadıklarıyla büyürdü ve o aynı şeyleri tekrar ve tekrar yaşadığı için daha
hızlı büyürdü. Ona göre büyümenin en önemli aşamasıydı yalnızlık. Yalnızlıktan
geçmeyen kimse büyüyemezdi. Kimsesizlik ve yalnızlık arasında farklar olurdu
hep. Gerçek yalnızlık kişinin kendini terk etmesiyle ortaya çıkardı.
Bilinçaltında bütün bu düşünceler dolaşırken bir de o şarkı
gelmişti aklına ve diğer tüm düşünceler kaybolmuştu. Bir insan bir şarkıya aşık
olabilir miydi diye düşünmüştü uyumadan önce ve cevabı bulamadığını fark
etmişti. Birçok sorunun cevabı vardır aslında hayatta. Cevaplara bir şekilde
ulaşabilirdiniz. Ancak cevapları olmayan bazı sorular vardı ve onların
cevaplarına erişmek oldukça güçtü.
Adam huzursuz uykusundayken aslında bom boş bir karanlığın
içindeydi. Rüya görememesi de bu sebeptendi. Karanlığın kaybolması gerekirdi
rüyanın olabilmesi için ancak o karanlığın tam merkezindeydi. Öyle ki
karanlıkta hareket etse bunu kanıtlayacak hiçbir kanıt bulamazdı. Daha sonra
etraf değişmeye başladı. Önce ağaçlar gördü. Sonra bu ağaçların altına yeşil
bir çimenlik serildi. Daha sonra mavi gökyüzü ortaya çıktı ve en son bulutlar
geldi. Ancak güneş gelmedi, gökyüzüne baktığında onu göremedi.
Neden orada olduğunu bilmiyordu adam. Aslında hiçbir şeyi
hatırlayamıyordu. Sadece bir şarkıyı aradığını hatırlıyordu ama sebebini
bilmiyordu. Bir şarkıyı nasıl bulabilirim diye düşündü uzun çimlere basarak
yürürken. Yürümesinin ne zaman başladığını veya ne kadardır yürüdüğünü
bilmiyordu. Bu yüzden sonsuzdan beri yürüyormuş gibi hissediyordu. Yanından
geçtiği ağaçların hepsi birbirine benziyordu sanki. Bastığı çimler sanki bir
diğerinin aynısıydı. Öyle bir yerdeydi ki her yer başka bir yerin kopyası
gibiydi.
Bu yüzden uzunca bir süre boyunca yürüdü. Bir çıkış bulmak
için yürüdü, uzaklaşmak için yürüdü, farklılaşmak için yürüdü ama yapamadı.
Daha sonra neden orada olduğunu düşündü. Yürümesi ile durması arasında ne kadar
fark vardı. "Bir şarkıyı arıyorum" dedi kendine. "O şarkıdaki kıza
aşığım ben." Bunu söyledikten sonra etrafı farklılaşmaya başladı. Demek ki
ilk önce hatırlaması gerekiyordu. Üzerinde hiçbir taş olmayan bir tepeye
tırmandı. Yol yeşil çimenle kaplanmıştı. Nedense sürekli yürümesine rağmen hiç
yorulmuyordu.
Tepeye tırmandığı zaman büyükçe bir ev gördü. Ev beyaz
taşlardan yapılmıştı. İki katlıydı ve hiç penceresi yoktu. Bir evin neden
penceresi olmadığını düşünürken içeriden gelen bir şarkıyı duydu. İşte o
aradığı şarkıydı. Bir süre boyunca evi çevreleyen duvara yaslanıp şarkıyı dinledi.
Şarkıyı dinlerken aşkın nasıl bir şey olduğunu anlıyordu. "Demek ki onun
hakkında söylenen her şey yalanmış" dedi kendinden geçmiş bir şekilde.
İçeriye girebilmek için evin etrafında bir süre boyunca
dolandı. Duvarlar onun boyundan yüksekti ve tırmanması oldukça güçtü. Büyükçe
bir demir kapı vardı ama kapı kilitliydi. Ayrıca kapının etrafında bir zil
bulunmuyordu. İki seçeneği vardı. İlkinde duvara tırmanıp içeriye girecek
ikincisinde ise bekleyecekti. Acelesi yoktu onun o şarkı sürekli olarak çalıyordu
ve başka bir yerde olmayı istemiyordu. Bu sebeple beklemeye karar verdi.
"Zaten aşk aceleye gelmez asla" dedi kendine ve yapabileceği tek şeyi
yapıp bekledi.
Ne kadar beklediğini bilmiyordu ama birkaç kez gece olup
tekrar sabah olmuştu. O şarkıyı duyduğu sürece geri gitmek istemiyordu.
Vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu hiç ve hiç beklemediği bir anda kapı açıldı.
Kapının arkasında, eve doğru ilerleyen yol boyunca hızlı adımlarla yürüdü. Evin
kapısı açıktı ve kapıdan içeriye girdi. Daha sonra sesin geldiği yöne doğru
ilerledi ve bir kapıdan içeriye girdi. O hayalini gördüğü şarkıdaki kız tam
karşısındaydı ve "aşk bu" dedi sessiz bir şekilde. Aşkı aramakla
geçen onca yılın ardından sonunda onu bulmuştu.
"Senin için geldim" dedi kıza doğru bakarak. O an
yüzünde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordu ama öyle bir ifadeydi ki kız
gülümsedi ve her yer karardı. Adam gözlerini açtığında bilgisayar koltuğunda
buldu kendini ve bilgisayarında o aradığı şarkı çalıyordu. Gördüklerinden emin
olmak ve uyumadığını anlamak için başını iki yana yasladı. Uyuduğunu
zannetmiyordu. Eğer uyuyorsa bu gördüğü en güzel rüya olabilirdi. Hızlı bir
biçimde cep telefonunu bilgisayara bağladı ve şarkıyı telefonuna attı. Daha
sonra taşınabilir sürücüsünü bağlayıp bir kopyasını ona attı.
Koltuğa uzanıp şarkıyı dinlemeye başladı. Gözlerini
kapattığı zaman şarkının içindeki kızı görebiliyordu. Kısa kesilmiş siyah
saçları vardı ve uzun boyu. Kız gülümsemiyordu şarkıda, üzgündü. Sanki
parçalanmış gibiydi. Yere oturmuş ve asla gelmeyecek bir yarını bekliyormuş
gibiydi. Onu tanımlamak için kullanabileceği ilk kelimelerden bir tanesi
"umutsuz" olurdu onun güzelliğine atfedilen kelimeleri yok sayarsak
ki onların sayıları bir hayli fazlaydı. Hayatında ilk kez "güzel"
kelimesinin anlamını bulmuş gibiydi. Onun hüznüne bile aşık olmuştu.
Onu görmek hep aradığı hayatı bulmak gibiydi. O an fark
ediyordu ki onsuzluğun hiçbir anlamı yokmuş ve yaşadıkları ona ulaşmak için
araçmış sadece. O kıza doğru bakarken kız bir anda başının yönünü değiştirip
ona doğru baktı ve gülümsedi. O gülümseme için her şeyi yapabilirdi aslında.
"Bunun için yaşamışım" dedi kendine. Bir süre boyunca bakıştılar ki
bunun nasıl olduğunu bilmiyordu. Bilmesinin de bir önemi yoktu. Sanki bir sihir
yapılmış ve neler olduğunu örenirse o sihir bozulabilecekmiş gibi hissediyordu
ve bu duygu damarlarına dolaşan küçük bir miktar korkuya sebep olmuştu.
Hayatını yeni bulmuşken kaybetmek korkutucuydu.
O şarkıyı güvene aldığını düşünürken kapısı uzun uzun
çaldı. Başlarda pek uzun sürmese de kapısı çalmaya devam ediyordu. Pek misafiri
olmadığı için kimin geldiğini merak etmişti. Yalnız başına yaşayan birisiydi o
ve kimse ziyarete gelmezdi. Kesin satıcıdır diye düşündü kapıya kadar olan kısa
yol boyunca. Kapıyı açtığı zaman ise karşısında bir adam gördü. Adam siyah bir
gömlek giymişti ve siyah uzun saçlıydı. Kollarına baktığı zaman birçok kesik
gördü ve adamın sağ elinde ucu kırmızılaşmış bir kılıç duruyordu. Saçı ve
sakalı birbirine karışmıştı ki bunlar kendine dikkat etmediğini gösteriyordu.
Kapı açıldığı zaman adam konuşmaya başladı "şarkıyı
bulacağını biliyordum. İnanmıştım sana ancak bu daha bir başlangıç. O kız ölmek
üzere. Eğer bir gün onu dinleyecek birisi kalmazsa ölecek ve dinleyenlerin
sayıları giderek azalıyor. Bunun üzerine adam "ben dinlerim onu"
dediği zaman kapıdaki adam anlatmaya devam etti "bir gün elektrikler
kesilecek ve şarkıyı dinleyemez hale geleceksin. Sonra o ölecek. Onu kurtarmak
istiyorsan sana yapman gerekenleri anlatayım. Kaf dağına gitmen gerekiyor.
Bunun için bir kapıyı bulman gerekiyor. Ancak o kapı herhangi bir yerde değil
senin zihninde. Onu açabilmek için gerçekten istemelisin. Unutma sen artık bir
masal kahramanısın ve sadece bu yüzden bile farklısın. Gerçekten istersen her
şeyi başarabilirsin. Daha sonra dağın en tepesinde bir tane kapı var. O kapı
ile kızın yanına gidebileceksin. Sonra onu alıp çıkacaksın. Kolay gibi görünse
de o yol büyük tehlikelerle dolu ve bunları aşman gerekiyor."
Anlatıcı masallara müdahale etmeye başlamıştı eskiye göre.
Aslında bunu yapmasının sebebi aşkın daha fazla zarar görmesine engel olmaktı
ancak neler yapabileceğini bilmiyordu. Cümlesini bitirdikten sonra sırtını
döndü ve merdivenlere doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Bunun sebebi
ise masallara fazla müdahale etmek istememesiydi. Her şey o kadar hızlı olmuştu
ki adam tam bir şey söylemeye hazırlandığı sırada anlatıcı kaybolmuştu.
Bir süre boyunca açık kapıdan karanlık koridora baktı. Her
şey o kadar hızlı ilerliyordu ki ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu.
Şarkıdaki bir kıza aşık olmuştu ve şimdi Kaf dağına gitmesi gerekiyordu. Bir
şeyi gerçekten nasıl isteyeceğini bilmiyordu. Sistem ona öğretmemişti bunu. Tüm
istekleri geçiciydi aslında, telefon, araba ev veya sevgili. "Keşke
anlatıcıya bunu sorsaydım" dedi ve kendine kızmaya başladı. Yarım
yaşamanın getirdiği bir alışkanlıktı yarım yaşamak. Ancak bu yarım hayatta çok
önemli olmuyordu günün sıradan koşuşturmacasının içinde.
Salona dönüp koltuğuna oturdu. Başını avuçları arasına alıp
düşünmeye başladı. "O nasıl masal karakteri oluyordu?"dan başlayan
sorular "Kaf dağına nasıl giderim"e kadar uzanıyordu. Zihnindeki bir
kapıyı nasıl açabilirim diye sorduğu sırada aşkın her kapıyı açabilen bir
anahtar olduğunu fark etmemişti. Uzun bir süre boyunca bekledikten sonra
koltuğundan kalktı ve salonun kapısını kapattı. Daha sonra Kaf dağını düşünerek
açtı ama hiçbir şey olmadı.
Bunun üzerine aynı işlemi tekrarladı ama başaramadı. Daha
sonra neyi gerçekten istediğini düşünmeye başladı. Şarkıdaki o kızı istiyordu
bu yüzden müziğin sesini açtı. Kapıyı tekrardan kapatıp açtığında sanki bir an
için serin bir esinti hissetmişti. Tekrar ve tekrar denedi ta ki içindeki
umutlar teker teker kırılana kadar. Daha sonra onu istiyorum diye geçirdi
içinden. Hayatı boyunca başka bir şeyi o kadar istememişti ve kapıyı açtığında
kendini karlarla kaplı bir dağın eteklerinde buldu.
Kaf dağına gelmişti ve tırmanmaya başladı. Önce birkaç saat
boyunca tırmandı. Daha sonra yorulmaya başladığı sırada biraz daha tırmandı ve
biraz daha. Ona sorarsan günler boyunca tırmandı. Yükseklere çıktıkça kar
kalınlığı artıyor ve tırmanmak zorlaşıyordu. Başlarda bir yamaçtan yukarıya
doğru yürürken daha sonraları kayalara çıplak elleri ile tırmanmaya başladı. Bu
tırmanışlarda ayakları defalarca kez kaydı ve düşme tehlikesi atlattı ama
vazgeçmedi.
Aldığı mesafe arttıkça yolculuğunun tehlikesi de aynı
oranda artıyordu. Neredeyse her adımının bir öncekinden daha zor olduğunu
söyleyebilirdi. Ayrıca çok yoğun bir soğuk vardı. Hareket etmeyi bırakırsa
orada donacağını düşünüyordu. Hatta öyle ki dinlenmek için kısa bir süre
durduğu zaman parmaklarını hissedemediğini fark etmişti. Etrafına baktığı her
yerde kar vardı. Karın yüksekliği kimi zaman boynuna kadar geliyor ve hareket
etmesini daha da zorlaştırıyordu. Birçok kez başaramayacağını düşündü bu süreç
boyunca, geri de dönemezdi artık. Öyle kayalıklara tırmanmıştı ki oralardan
inmesi mümkün değildi.
Dağın kenarında dar bir patika yoldan ilerliyordu yavaşça.
Yolun bazı yerleri parçalanmış ve kırılmıştı. Buralardan geçmesi için sırtını
dağa yaslaması ve yana doğru yürümesi gerekiyordu. Aslında neredeyse dağın
zirvesine gelmişti. Biraz daha dayanabilse zirveye ulaşabilir ve oradan kızın
yanına gidebilirdi. Tam bu sevinci yaşarken arkasından bir el omuzuna dokundu.
Onun kim olduğunu görmek için yüzünü çevirdiği sırada çenesine sert bir yumruk
isabet etti ve kendini yerdeki karın içinde buldu.
O doğrulmaya çalıştığı sırada karşısındaki kişinin bir adam
olduğunu gördü. Ancak başkalarına pek benzemiyordu. Ten rengi eski, bakır bir
kabın rengine benziyordu ve bu rengi daha önce hiç görmemişti. Gözleri yeşilin
sarıya çalan bir tonundaydı ve sesi onun bir insan olmadığını söylüyordu.
Aslında bunlar onun en normal özellikleri olarak görülebilirdi. Boyu onun
boyunun bir buçuk katı kadardı ki o kendinin uzun olduğunu düşünürdü.
Fazlasıyla iri ve korkutucuydu. Dahası aynı oranda çirkindi. O kadar gürültülü
nefes alıp veriyordu ki sanki bir heyelan oluşacaktı onun yüzünden.
Adam yattığı yerden kalkmaya çalıştığı sırada karnına sert
bir tekme isabet etti ve onu birkaç metre uzağa fırlattı. O acımasız adamın hiç
acelesi yoktu. Adam yerden kalktığı sırada onu boğazından tuttu ve kalın
pardösüsünün altıdan kılıcını çıkardı. Daha sonra adamı tek eliyle havaya
kaldırdı ve kılıcını sapladı. Kılıç sağ omuzundan içeriye doğru girdi. Adam
kılıcın bedenindeki yolculuğunun her anını hissetti.
Daha sonra adam hissettiği acının etkisiyle onu tutan el
ile savaşmayı bıraktı ve adamın kulağına doğru bir yumruk savurdu. Kulağına
gelen darbe ile sarsılan acımasız adam elindekini yere bıraktı. Bir an için
kurtulmuştu ama kılıç hala omuzundaydı. Elini kılıcın kabzasına doğru uzattı
ancak kabza oldukça uzaktaydı ve ona erişemiyordu. Bununla uğraşmadı bile.
Kılıcın keskin yüzeyinden tuttu ve sıkmaya başladı. Kesilen elinden akan kan
kılıcın üzerinden akıyor ve yerdeki beyaz karın üzerinde ince, kırmızı izler
bırakıyordu.
Kılıcı omuzundan çıkardığı zaman karşısındaki yaratık
gülümsedi ve ona doğru gelmeye başladı. Bunun üzerine adam eğildi ve yerden bir
avuç kar aldı. Daha sonra karı yaratığın yüzüne doğru attı. Bu hareketten
dolayı bir an için tökezleyen yaratık o an için savunmasız kalmıştı. Adam sağ
elinde tuttuğu kılıcı adamın sol yanına doğru sapladı. Kılıç yaratığın bedenine
doğru girerken o acı içinde haykırdı.
Bunun üzerine adam yaratığı olanca gücüyle uçuruma doğru
itmeye başladı. Ancak yaratık hala direniyordu ve bu direnci kırabilmek için
kılıcı çekip sol bacağına sapladı. Artık onu itmek daha kolaydı ve onu
uçurumdan aşağıya doğru itti. Kütlesinin etkisiyle oldukça hızlı düşüyordu. O
an aşağıda bulunan sivri bir kayaya doğru ilerlediğini gördü ve daha sonra o
sivri kaya onun cansız bedeninin içinden geçiyordu. Bedeninden akan koyu
kırmızı kan ise kayanın etrafını kaplamıştı.
Adam derin bir nefes aldıktan sonra yerden bir avuç kar
alıp omuzuna koydu. Kanamayı bir parça durdurabilirdi böylece. Aynısını sol eline
de yaptıktan sonra ilerlemeye devam etti.
Tepeye vardığında geçmesi gereken kapıyı gördü ve hızlı
adımlarla ona doğru ilerledi. Tam kapıyı açacağı sırada yerde bir kağıt gördü
ve kağıdı aldı. Kağıdın üzerinde "her ödül bir laneti beraberinde getirir"
yazıyordu.
Kapıdan geçtikten sonra karşısında kızı görmüştü. Adam
"senin için geldim" dediği sırada kız anlamaz bir edayla
"nasıl" diye sordu. Adam konuşmaya devam etti "şarkıda seni
gördüm ve aşık oldum. Hayatım oldun sen, her şeyim oldun. Seni kurtarabileceğimi
öğrendiğim zaman artık yolum çizilmişti benim. Hadi gidelim buradan."
Bunun üzerine kız "ama nasıl gideceğiz geldiğin kapı artık yok." dedi
üzgün ve şaşırmış bir tonda. Adam sırtını dönüp baktı ve ne yapacağını
bilemedi. Daha sonra tekrardan kıza döndü ve uzun bir süre boyunca bakıştılar.
Onlar o şarkıdan asla çıkamadılar. Dünyanın en güzel aşk
şarkısının içindeydiler ama şarkıyı kimse dinlemedi. Aşkı anlatan tek şarkıydı
ancak hiç dinleyeni yoktu. İnsanlar aşkı bu şekilde unuttular. İnsanlar aşkı bu
şekilde reddettiler. Aşkı bilenler varsa onlar bir süre daha inanmaya devam
ettiler ancak onlardan sonra aşk tüm şarkılardan silindi. Aşkın şarkılardan
silinmesi ise sonun başlangıcıydı. Şarkılarda aşk olmadığı zaman hayatın hiçbir
anlamı kalmazdı. Onun yerini anlamsız sözler alır ve hayattaki her şey yok
olurdu.
Aşk önce şarkılardan gitti. İnsanlar cinselliği aşk
zannetti ve şarkılar hep bundan bahsetti. İnsan şarkılara inanırdı, şarkılar
yalancı oldu bu yüzden. İnsanlarda onlara inanmak istedi çünkü cinsellik
kolaydı, acıtmazdı. Geçici bir haz için var oluş amaçlarını reddetti herkes.
İnsan aşık olmak için gelirdi bu dünyaya ve aşık olamayan her insan bir
kayıptı. Aşk şarkılardan gittikten sonra dünya yok olmaya başladı. İşte bu
sonun başlangıcıydı.