Sistem
insanların unutmasını isterdi. Kimliklerini, tarihlerini ve değerlerini
unutmaları için çabalardı. Kimliksiz insan sistem tarafından kolaylıkla kontrol
edebilirdi. Ancak kişi kimliğini bilirse mücadele ederdi ve sistemin mücadele
edenlere karşı yapabileceği bir şey yoktu. Onları öldürebilirdi ama öldürdükçe
sayıları artardı. Bu yüzden onları kandırması gerekiyordu. İnsanlara akıllı
olduğu iddia edilen cihazlar verip kimliklerini unutturmak ana amaçtı.
İnsanlara yalan hayatlar sunardı sistem. Balon köpüğünden
mutlulukların peşinden koşmalarını sağlardı. Daha sonra aradıkları her şeyi kâğıt
parçaları ile alabildiklerini anlatırdı onlara. Sistem kimlikleri kaybetmek
için çabalardı ve insanlar bunu bilmez kendilerine sunulan yalanlarla mutlu
olduklarını zannederdi. Aslında canları yanardı ve bu yangını bastırabilmek
için daha fazla yalan satın alırdı. Daha fazla yalan ise kimliklerini daha
fazla kaybetmelerini sağlardı.
İnsanlar da kimliklerini severek verirdi sisteme.
Düşünmeden vazgeçerdi kendilerinden. Düşünmeyen insanların daha mutlu olduğunu
söylerdi sistem ve insanlar bunun için her şeyi yapabilirdi.
Gelin aşkın kanın akmaya başladığı bu masalı birlikte
okuyalım ve onu kurtarmak için çalışalım.
...
Otobüs ağır ağır otogara doğru yanaştı. Durduktan sonra
insanlar karmaşık bir sıra ile birbirlerini ezip gitmek istercesine otobüsten
indiler. En son o indi. Diğerleri gibi yanında götürdüğü valizlerini almadı
veya etrafa heyecan dolu gözlerle bakmadı. Bunun yerine küçük çantasını omzuna
astı ve etrafına baktı. Otobüsten indiği zaman bir süre boyunca hareket etmedi.
Bunun yerine nasıl yürüdüğünü hatırlamaya çalıştı. Nasıl ilerliyordu, nasıl
adım atıyordu gibi sorular zihninde dolaştı. "Gitmek" dedi daha sonra
"insan nasıl giderdi kendinden?"
Orada bekleyerek hiçbir şey yapamayacağını fark ettiğinde
önünde durduğu otobüs hareket etmek istiyor şoför kornaya basıyordu. Bu yüzden
birkaç adım attı ve daha sonra birkaç adım daha. Hala otogarın içindeydi ve
bekliyordu. Neyi beklediğini kendisi bilmiyordu aslında ama bekliyordu.
Beklemek ona acı vermesine rağmen, beklemek onu olduğu yere çivilemesine rağmen
bekliyordu. Ne yapacağını bilemedi bir süre boyunca. Nereye gidebileceğini
düşündü ama cevaplara ulaşamadı.
Ağzında acı bir tat vardı. Sanki o tat damarlarında dolaşan
bir zehirdi ve zaman geçtikçe onu aşağıya çekiyordu. Ağzındaki tadın gitmesi
için biraz su içti, bir tane çikolata yedi. Ancak bunlar işe yaramıyor, o
kekremsi tattan kurtulamıyordu. Otogarda hiçbir şey yapmadan bekledikten sonra
gitmeye karar verdi. Nereye gideceğini bilmiyordu, nasıl gideceğini bilmiyordu
ama beklemek istemiyordu daha fazla.
Yavaş adımlarla otogardan çıktı, biraz yürüdü. Neden o
şehirde olduğunu bilmiyordu. O otobüse neden bindiğine dair düşünceler
kafasının içinde dolaşıyor ama hiçbirine tutunamıyordu. Bir düşüncenin başı bir
diğerinin ise sonu vardı ve onları birleştiremiyordu. Orada olmak için birçok
sebebinin olduğunu biliyordu sadece. Düşüncelerinin içinde belirli olan tek bir
cümle bulunuyordu "korkaksın sen."
O ses doğruyu söylüyordu aslında, korkuyordu. Terk
edilmekten korkuyordu bu yüzden önce o terk ediyordu. Yalnız kalmaktan
korkuyordu mesela onu kendi seçiyordu bu nedenle. Güvenmekten korkuyordu
aldatılmak istemediği için. Çaresizlikten korkuyordu geleceği bilmediği için ve
kendisinden korkuyordu hiç güvenmediği için. Aslında o şehirde bulunmasının
sebebi korkularıydı. Korktuğu zaman kaçardı o ancak korkularının sebebi kendisi
olduğu için kaçmak işe yaramazdı.
İnsan kendisinden nereye kadar kaçabilirdi. Kendisi
olmaktan ne kadar vazgeçebilirdi veya kendisinden kaçan kişi nereye
gidebilirdi? Hangi şehir, hangi sokak, hangi ev kabul ederdi onu veya o nereye
ait hissedebilirdi kendini. Kendisinden kaçan insanın gidecek hiçbir yeri
yoktu. Her yer aynıydı onun için. İçinde kendisinin bulunduğu tüm şarkılar
yalandı artık. Geçtiği tüm sokaklar çarpık, kokladığı tüm çiçekler zehirliydi
artık.
Bu şehre daha önce çok gelmişti. Uzun bir süre boyunca
yaşamış, içindeki tüm sokakları öğrenmişti. Ancak o gün şehre gittiği zaman her
şey ona farklı geliyordu. Sanki hiçbir yeri bilmiyordu. Sanki insanları hiç
tanımamıştı. Farklı bir şarkı gibiydi o şehir ve daha önce oraya hiç
gitmemişti. Şehrin neden böyle olduğunu sokaklar boyunca yürürken. Daha sonra
cevaplara ulaşamayacağını anladığı zaman düşünmek için başka bir konu aradı.
Zihninin çekmecelerini açıp içindeki her şeyi dışarıya atmaya başladı
kaybettiğini arayan herkes gibi. Ancak yaptıkları sadece karmakarışık olan zihnini
daha da karıştırmaya yaradı.
Aslında küçük bir şehirdi orası. İnsanlar birbirlerini
tanırlardı, yani onu da tanımaları gerekiyordu. Ancak tanıdığı insanlar
yerlerinde yoktu. Onların yerine başkaları gelmişti. Sanki eski binaların
yerine başkaları yapılmıştı ve bu yüzden kendini başka bir şehirde
hissediyordu. Bazı sokaklar bile yer değiştirmişti sanki. Bu yüzden defalarca
kez kayboldu.
Daha sonra bu yeni şehrin onu yorduğunu fark etti ve evine
geçip dinlenmek istedi. Evini zor da olsa buldu. Ancak evi de eskisi gibi
değildi. Duvarların boyası değişmişti mesela, evdeki eşyalar ve o çok sevdiği
koltuğu artık yoktu. Onların yerine başka eşyalar gelmişti. Elbise
dolabındakiler tamamen değişmişti mesela. Farklı bir şehirdeydi sanki o veya
yanlış hatırlıyordu her şeyi. Sanki asla gerçek olmayan hatıralara sahip olmak
gibiydi. Bilinci silinmiş ve yeniden yüklenmiş gibi hissediyordu. Bu yüzden
isminden bile emin değildi o anda.
Evine geldiği zaman onun da farklılaşmış olduğunu gördü.
Eşyaları değişmiş, eşyalarının yerleri değişmişti. Hatta duvarda asılı duran
eski fotoğraflar bile değişmişti. O fotoğrafları ne zaman çektirdiğini bile
bilmediği için sanki baktığı kişi kendisi değilmiş gibi hissediyordu. Ait
olmadığı bir şehirde ait olmadığı bir evde bulmuştu kendini ve sebeplere dair
tüm bilgileri silinmişti sanki.
Kız yorulduğunu fark ettiğinde koltuğa uzandı ve gözlerini
kapattı. Belki hissettiği duygular yorgunluktandır diye düşündü. "Uyanınca
geçer" dedi kendine ve uykunun sokaklarında dolaşmaya başladı. Sıklıkla
rüya görürdü o, gördüğü rüyalar genellikle anlamsız olur veya onları
ilişkilendiremezdi yaşadıklarıyla. Ancak o gün gördüğü rüya fazlasıyla
anlamlıydı. O adamı terk edişini görmüştü. Ona geri geleceğim diyerek asla
dönmemesini yaşamıştı. Onun son sözlerini duymuş ve yaşadığı çaresizliği
hissetmişti. Gitmek bir güç müydü yoksa zayıflığın kendisi miydi diye sordu
kendine. İnsan mutluluğu terk eder mi?
Yoksa insan aslında acı çekmek için mi gelmişti dünyaya. Bu
yüzden mutluluktan kaçardı. Mutluluk bir parça yalandı insanların gözünde. Kız
da böyle düşünüyordu ve adamdan gitmesinin sebebi buydu. Onu sevdiğini
biliyordu. Onu çok sevdiğinden emindi ve bunlar gitmesinin sebepleriydi.
Gitmezse eğer zincirlenmiş gibi hissederdi. Sanki birisi onu alıp küçük bir
kafese kapatmış gibi olurdu ve bundan kaçması gerekirdi. Gitmesinin sebebi
buydu, acı çekmesinin sebebi de buydu. Bu yüzden asla mutlu olamayacağını
düşünüyordu.
Adamın son sözlerini tekrar ve tekrar görüyordu rüyasında
"sadece kalmanı istedim." Bu sözleri tekrar duymak ise çektiği acının
büyüklüğünü arttırıyordu. Eğer acının büyüklüğünü gözyaşları ile ölçmeye
kalksaydı acısının okyanuslar kadar büyük olduğunu söylerdi. Bu yüzden
uyandığında gözlerinin kenarlarının ıslak olduğunu fark etti. Yastığının
üzerinde küçük su lekeleri oluşmuştu. Ağladığını kabul etmedi ama. Kabul
etseydi eğer geri dönmesi gerekirdi. Pişman olduğunu kabul etseydi eğer adamın
yanından asla ayrılmaması gerektiğini söyler ve kendini durmaksızın suçlardı.
Uyandığı zaman ilk önce koltuktan kalktı. Daha sonra
ayılmak için yüzünü yıkadı. Aynadaki kendisiyle bir süre boyunca bakıştı. Artık
ona benzemediğini fark etti. Başka birisiydi sanki o. Yüzündeki çizgiler,
gözlerinin etrafındaki anlamsızlıklar. Söyleyemediği kelimeler aynaya bakarken
etrafında dolaşıyordu. Sabunluğu sağ eline aldı ve aynaya fırlatmak için havaya
kaldırdı. Daha sonra bu fikirden vazgeçti ve sabunluğu yere bıraktı. Sabunluk
mermer zemine çarpınca ince bir ses çıkardı ve kız banyoyu terk etti.
Evde kalmasının bir anlamı kalmamıştı artık ve tekrardan
dışarıya çıktı. Amacı aynı kalan bazı şeyleri bulabilmekti. Koca şehrin bir
anda değişmesi mümkün değildi ve sokaklarda dolaşmaya başladı. Ancak
yanıldığını anlaması fazla uzun sürmedi. Sokaktaki arabalar bile daha önce hiç
duymadığı bir markaydı. Tamamen yabancıydı o şehre. Bu yabancılık onu rahatsız
ediyordu. Ara sokaklardan birisine girdi ve oradan başka bir taneye. Amacı
küçük bir parka gidip biraz oturmaktı ancak gittiği yerde bir park yoktu.
Dahası oraya nasıl gittiğini de karıştırmıştı. Hiç
bilmediği bir şehrin hiç bilmediği bir yerindeydi ve kaybolmuştu. Yön bulma
duyusuna güvenirdi her zaman ve ona güvenmeyi tercih etti. Birkaç sokaktan
geçti, sonra başka birkaç tanesinden. Ancak geldiği yoldan daha fazla gitmesine
rağmen nerede olduğunu bilmiyordu. Böyle olunca bir an için durdu ve yumruğunu
sıktı. Bu esnada dişlerini sıkıyor ve karşısına çıkan ilk şeye saldırmak için
hazırda bekliyordu. Ancak hiçbir şeyler karşılaşmadı ve öfkesini başka bir
zaman için saklamak zorunda kaldı.
Biraz daha yürüdükten sonra duvara takılmış bir yön işareti
gördü üzerinde "düş panayırı" yazıyordu. O panayıra gitmeye karar
verdi en azından biraz eğlenebilirdi ki o an en çok ihtiyaç duyduğu şey
eğlenmekti. Biraz işaret edilen yöne doğru ilerleyince büyük ışıklarla
aydınlatılmış bol renkli bir panayır alanına geldi. Kocaman kapıdan geçerken
kapının üstündeki düş panayırı yazısına dikkat etti. İçeriye girdiği zaman
içerisinin şaşırtıcı bir biçimde boş olduğunu fark etti. Ancak yinede içeriye
doğru yürümeye devam etti. Merak etmişti orayı.
Üzerinde farklı yazılar yazan odalardan oluşuyordu panayır.
Girdiği zaman ilk olarak yanılsamalar yazan bir oda ilgisini çekti ve kapıyı
açıp içeriye girdi. Kapıyı içeriye girdikten sonra kapandı. İçerisi zifiri
karanlıktı. Daha sonra arka tarafından bir ışık yandı ve dönüp ona baktı. Bir
aynada kendisini görüyordu ancak bu normal bir ayna değildi. Bazı aynalar
görüntüyü bozardı ve bu sayede aynaya bakınca kafasını kocaman görebilirdi.
Karşısındaki ayna da bunlardan birisiydi ve bu ona oldukça eğlenceli gelmişti.
Daha sonra ışık söndü ve başka bir yerde tekrardan yandı. Oraya dönüp
baktığında aynada başka bir yansımasını gördü. Daha sonra ışık söndü ve yandı.
Oraya baktığında başka bir yansımasını gördü. Aradığı eğlence buydu işte.
Ancak bir süre sonra aynadaki yansımalar sadece görüntüyü
bozmamaya başladı. Bunun yanında görüntünün kendisi de değişiyordu. İlk başta
aynadaki yansımasında kendini üzgün olarak gördü. Ne kadar gülümsemeye çabalasa
da yansımadaki üzgün ifade değişmiyordu. Daha sonra başka bir yansımada kendini
acımasız, gaddar bir bakışla buldu. Sonra kendini ağlarken gördüğü zaman içi
parçalanmaya başladı. Aynaya baktıkça parçalandığını ve bölündüğünü
hissediyordu. Sanki yüzündeki parçalar dökülüyor ve onları yerlerine koyamıyor
gibiydi.
Daha sonra bedeni de değişmeye başladı. Yüzündeki ifadelere
uygun bir şekle bürünüyordu bedeni. Ağladığı zaman dizlerinin üzerine çöküyor
ve avuç içleriyle gözlerini kapatıyordu. Öfkeli olduğu zaman sağ elinde kanlı
bir bıçak tutuyor ve kan parmaklarından aşağıya doğru akıyordu. Daha fazla
dayanamayacağını düşündüğü zaman hızlı bir şekilde dışarıya çıktı. Kalbi çok
hızlı çarpıyordu ve sakinleşmek için derin nefes almaya başladı.
Biraz sakinleştikten sonra dolaşmaya devam etti. Yankılar
isimli bir odanın yanında durdu ve içeriye girdi. İlk başta hiçbir şey yoktu
daha sonra "merhaba" dedi ve sesi yankılanmaya başladı. Sanki yüksek
bir dağdan boşluğa doğru bağırıyormuş gibiydi ve bu oldukça eğlenceliydi.
"Nasılsın" dedi ve kendi sesinin yankılanmasını dinledi. Daha
eğlenceli bir hale gelebilirdi. "İyi misin?" diye sordu ve gelen
cevap onun kanını dondurdu "iyi değilim." Bu cevabı beklemiyordu, bir
çeşit oyun oynanıyordu ve ne olduğunu bilmiyordu.
"Neden iyi değilsin" diye sorduğunda yansıması
ona "çünkü karşılaştığım tek gerçeği terk ettim" cevabını verdi. Kız
"ama gitmen gerekiyordu" dediği zaman "gitmek kaçmaktı aslında
ve ben korkağın tekiyim. Bütün acıları çekmeyi hak ediyorum" sesini duydu.
"Başka çarem yoktu ama" cümlesi yansımanın sesinde biraz daha derin
bir hüzün oluşmasını sağladı "Korkaksın sen. Seni gerçekten seven tek
kişiyi yüz üstü bıraktın. Öldürseydin daha iyiydi onu, sökseydin yüreğini. Alıp
atsaydın kuytu bir köşeye ama gitmeseydin."
Yansımanın son sözleri kendini daha kötü hissetmesini
sağlamıştı. Eğer mümkün olsaydı kendini yerin yedi kat altına gömebilirdi.
Nefretinin kaynağı kendisiydi aslında ve kendisinden nefret eden herkeste
olduğu gibi anlamı kalmamıştı hayatın. Yürüyecek gücü kalmamıştı ama durmak da
istemedi. Üzerinde "hayal odası" yazan başka bir oda gördüğünde oraya
son bir şans vermeye karar verdi. Nasıl olsa daha kötü olamazdı.
İçeriye girdiği zaman kendini yeşil çimlerle kaplı bir
arazide buldu. Etrafında rengârenk çiçekler vardı ve arazinin ortasında mavi
panjurlu bir ev duruyordu. Hayallerindeki gibiydi. Beyaz, kabarık tüylü köpeği
evin etrafında koşturuyor rengârenk kuşlarla oyunlar oynuyordu. Eve doğru
yürürken "hayallerini mahvettin" diyen acımasız bir ses duydu. Ses
bir kadına aitti. Bu esnada eve doğru yürüyen kendisini gördü. Kendisi elinde
bir balyoz tutuyordu ve balyozla evin duvarına vurmaya başladı. Ev parçalanana
kadar devam etti vurmaya. Daha sonra köpeğini boğazından tuttu ve havaya
kaldırdı ve sıkmaya başladı. Köpek hareket etmeyi bırakınca onu da bir köşeye
fırlattı. Daha sonra o adam kıza doğru yaklaştı ve bir şeyler söyledi. Ancak
kız onu duymamış gibiydi. Elini adamın göğsüne soktu ve avucunu sıktı. Elini
çıkardığı zaman adamın kalbi onun avuçlarındaydı. Adam kıpırdamadan yere doğru
düşerken kendisi gülümsüyordu.
Kız ağlamaya başladı ve dışarıya çıktı. Uzun bir süre
boyunca hiç düşünmeden koştu. Yorulduğu zaman eski bir bankın üzerine oturdu.
Başını avuçlarının arasına aldı ve ağlamaya devam edebilir. Canı daha ne kadar
yanabilirdi ki?