düş masalları II, bir sonbahar masalı

Sistem insanların unutmasını isterdi. Kimliklerini, tarihlerini ve değerlerini unutmaları için çabalardı. Kimliksiz insan sistem tarafından kolaylıkla kontrol edebilirdi. Ancak kişi kimliğini bilirse mücadele ederdi ve sistemin mücadele edenlere karşı yapabileceği bir şey yoktu. Onları öldürebilirdi ama öldürdükçe sayıları artardı. Bu yüzden onları kandırması gerekiyordu. İnsanlara akıllı olduğu iddia edilen cihazlar verip kimliklerini unutturmak ana amaçtı. 

İnsanlara yalan hayatlar sunardı sistem. Balon köpüğünden mutlulukların peşinden koşmalarını sağlardı. Daha sonra aradıkları her şeyi kâğıt parçaları ile alabildiklerini anlatırdı onlara. Sistem kimlikleri kaybetmek için çabalardı ve insanlar bunu bilmez kendilerine sunulan yalanlarla mutlu olduklarını zannederdi. Aslında canları yanardı ve bu yangını bastırabilmek için daha fazla yalan satın alırdı. Daha fazla yalan ise kimliklerini daha fazla kaybetmelerini sağlardı.

İnsanlar da kimliklerini severek verirdi sisteme. Düşünmeden vazgeçerdi kendilerinden. Düşünmeyen insanların daha mutlu olduğunu söylerdi sistem ve insanlar bunun için her şeyi yapabilirdi.

Gelin aşkın kanın akmaya başladığı bu masalı birlikte okuyalım ve onu kurtarmak için çalışalım.

...

Otobüs ağır ağır otogara doğru yanaştı. Durduktan sonra insanlar karmaşık bir sıra ile birbirlerini ezip gitmek istercesine otobüsten indiler. En son o indi. Diğerleri gibi yanında götürdüğü valizlerini almadı veya etrafa heyecan dolu gözlerle bakmadı. Bunun yerine küçük çantasını omzuna astı ve etrafına baktı. Otobüsten indiği zaman bir süre boyunca hareket etmedi. Bunun yerine nasıl yürüdüğünü hatırlamaya çalıştı. Nasıl ilerliyordu, nasıl adım atıyordu gibi sorular zihninde dolaştı. "Gitmek" dedi daha sonra "insan nasıl giderdi kendinden?"

Orada bekleyerek hiçbir şey yapamayacağını fark ettiğinde önünde durduğu otobüs hareket etmek istiyor şoför kornaya basıyordu. Bu yüzden birkaç adım attı ve daha sonra birkaç adım daha. Hala otogarın içindeydi ve bekliyordu. Neyi beklediğini kendisi bilmiyordu aslında ama bekliyordu. Beklemek ona acı vermesine rağmen, beklemek onu olduğu yere çivilemesine rağmen bekliyordu. Ne yapacağını bilemedi bir süre boyunca. Nereye gidebileceğini düşündü ama cevaplara ulaşamadı.

Ağzında acı bir tat vardı. Sanki o tat damarlarında dolaşan bir zehirdi ve zaman geçtikçe onu aşağıya çekiyordu. Ağzındaki tadın gitmesi için biraz su içti, bir tane çikolata yedi. Ancak bunlar işe yaramıyor, o kekremsi tattan kurtulamıyordu. Otogarda hiçbir şey yapmadan bekledikten sonra gitmeye karar verdi. Nereye gideceğini bilmiyordu, nasıl gideceğini bilmiyordu ama beklemek istemiyordu daha fazla. 

Yavaş adımlarla otogardan çıktı, biraz yürüdü. Neden o şehirde olduğunu bilmiyordu. O otobüse neden bindiğine dair düşünceler kafasının içinde dolaşıyor ama hiçbirine tutunamıyordu. Bir düşüncenin başı bir diğerinin ise sonu vardı ve onları birleştiremiyordu. Orada olmak için birçok sebebinin olduğunu biliyordu sadece. Düşüncelerinin içinde belirli olan tek bir cümle bulunuyordu "korkaksın sen."

O ses doğruyu söylüyordu aslında, korkuyordu. Terk edilmekten korkuyordu bu yüzden önce o terk ediyordu. Yalnız kalmaktan korkuyordu mesela onu kendi seçiyordu bu nedenle. Güvenmekten korkuyordu aldatılmak istemediği için. Çaresizlikten korkuyordu geleceği bilmediği için ve kendisinden korkuyordu hiç güvenmediği için. Aslında o şehirde bulunmasının sebebi korkularıydı. Korktuğu zaman kaçardı o ancak korkularının sebebi kendisi olduğu için kaçmak işe yaramazdı.

İnsan kendisinden nereye kadar kaçabilirdi. Kendisi olmaktan ne kadar vazgeçebilirdi veya kendisinden kaçan kişi nereye gidebilirdi? Hangi şehir, hangi sokak, hangi ev kabul ederdi onu veya o nereye ait hissedebilirdi kendini. Kendisinden kaçan insanın gidecek hiçbir yeri yoktu. Her yer aynıydı onun için. İçinde kendisinin bulunduğu tüm şarkılar yalandı artık. Geçtiği tüm sokaklar çarpık, kokladığı tüm çiçekler zehirliydi artık.

Bu şehre daha önce çok gelmişti. Uzun bir süre boyunca yaşamış, içindeki tüm sokakları öğrenmişti. Ancak o gün şehre gittiği zaman her şey ona farklı geliyordu. Sanki hiçbir yeri bilmiyordu. Sanki insanları hiç tanımamıştı. Farklı bir şarkı gibiydi o şehir ve daha önce oraya hiç gitmemişti. Şehrin neden böyle olduğunu sokaklar boyunca yürürken. Daha sonra cevaplara ulaşamayacağını anladığı zaman düşünmek için başka bir konu aradı. Zihninin çekmecelerini açıp içindeki her şeyi dışarıya atmaya başladı kaybettiğini arayan herkes gibi. Ancak yaptıkları sadece karmakarışık olan zihnini daha da karıştırmaya yaradı.

Aslında küçük bir şehirdi orası. İnsanlar birbirlerini tanırlardı, yani onu da tanımaları gerekiyordu. Ancak tanıdığı insanlar yerlerinde yoktu. Onların yerine başkaları gelmişti. Sanki eski binaların yerine başkaları yapılmıştı ve bu yüzden kendini başka bir şehirde hissediyordu. Bazı sokaklar bile yer değiştirmişti sanki. Bu yüzden defalarca kez kayboldu.

Daha sonra bu yeni şehrin onu yorduğunu fark etti ve evine geçip dinlenmek istedi. Evini zor da olsa buldu. Ancak evi de eskisi gibi değildi. Duvarların boyası değişmişti mesela, evdeki eşyalar ve o çok sevdiği koltuğu artık yoktu. Onların yerine başka eşyalar gelmişti. Elbise dolabındakiler tamamen değişmişti mesela. Farklı bir şehirdeydi sanki o veya yanlış hatırlıyordu her şeyi. Sanki asla gerçek olmayan hatıralara sahip olmak gibiydi. Bilinci silinmiş ve yeniden yüklenmiş gibi hissediyordu. Bu yüzden isminden bile emin değildi o anda.


Evine geldiği zaman onun da farklılaşmış olduğunu gördü. Eşyaları değişmiş, eşyalarının yerleri değişmişti. Hatta duvarda asılı duran eski fotoğraflar bile değişmişti. O fotoğrafları ne zaman çektirdiğini bile bilmediği için sanki baktığı kişi kendisi değilmiş gibi hissediyordu. Ait olmadığı bir şehirde ait olmadığı bir evde bulmuştu kendini ve sebeplere dair tüm bilgileri silinmişti sanki.

Kız yorulduğunu fark ettiğinde koltuğa uzandı ve gözlerini kapattı. Belki hissettiği duygular yorgunluktandır diye düşündü. "Uyanınca geçer" dedi kendine ve uykunun sokaklarında dolaşmaya başladı. Sıklıkla rüya görürdü o, gördüğü rüyalar genellikle anlamsız olur veya onları ilişkilendiremezdi yaşadıklarıyla. Ancak o gün gördüğü rüya fazlasıyla anlamlıydı. O adamı terk edişini görmüştü. Ona geri geleceğim diyerek asla dönmemesini yaşamıştı. Onun son sözlerini duymuş ve yaşadığı çaresizliği hissetmişti. Gitmek bir güç müydü yoksa zayıflığın kendisi miydi diye sordu kendine. İnsan mutluluğu terk eder mi? 

Yoksa insan aslında acı çekmek için mi gelmişti dünyaya. Bu yüzden mutluluktan kaçardı. Mutluluk bir parça yalandı insanların gözünde. Kız da böyle düşünüyordu ve adamdan gitmesinin sebebi buydu. Onu sevdiğini biliyordu. Onu çok sevdiğinden emindi ve bunlar gitmesinin sebepleriydi. Gitmezse eğer zincirlenmiş gibi hissederdi. Sanki birisi onu alıp küçük bir kafese kapatmış gibi olurdu ve bundan kaçması gerekirdi. Gitmesinin sebebi buydu, acı çekmesinin sebebi de buydu. Bu yüzden asla mutlu olamayacağını düşünüyordu.

Adamın son sözlerini tekrar ve tekrar görüyordu rüyasında "sadece kalmanı istedim." Bu sözleri tekrar duymak ise çektiği acının büyüklüğünü arttırıyordu. Eğer acının büyüklüğünü gözyaşları ile ölçmeye kalksaydı acısının okyanuslar kadar büyük olduğunu söylerdi. Bu yüzden uyandığında gözlerinin kenarlarının ıslak olduğunu fark etti. Yastığının üzerinde küçük su lekeleri oluşmuştu. Ağladığını kabul etmedi ama. Kabul etseydi eğer geri dönmesi gerekirdi. Pişman olduğunu kabul etseydi eğer adamın yanından asla ayrılmaması gerektiğini söyler ve kendini durmaksızın suçlardı.

Uyandığı zaman ilk önce koltuktan kalktı. Daha sonra ayılmak için yüzünü yıkadı. Aynadaki kendisiyle bir süre boyunca bakıştı. Artık ona benzemediğini fark etti. Başka birisiydi sanki o. Yüzündeki çizgiler, gözlerinin etrafındaki anlamsızlıklar. Söyleyemediği kelimeler aynaya bakarken etrafında dolaşıyordu. Sabunluğu sağ eline aldı ve aynaya fırlatmak için havaya kaldırdı. Daha sonra bu fikirden vazgeçti ve sabunluğu yere bıraktı. Sabunluk mermer zemine çarpınca ince bir ses çıkardı ve kız banyoyu terk etti.

Evde kalmasının bir anlamı kalmamıştı artık ve tekrardan dışarıya çıktı. Amacı aynı kalan bazı şeyleri bulabilmekti. Koca şehrin bir anda değişmesi mümkün değildi ve sokaklarda dolaşmaya başladı. Ancak yanıldığını anlaması fazla uzun sürmedi. Sokaktaki arabalar bile daha önce hiç duymadığı bir markaydı. Tamamen yabancıydı o şehre. Bu yabancılık onu rahatsız ediyordu. Ara sokaklardan birisine girdi ve oradan başka bir taneye. Amacı küçük bir parka gidip biraz oturmaktı ancak gittiği yerde bir park yoktu.

Dahası oraya nasıl gittiğini de karıştırmıştı. Hiç bilmediği bir şehrin hiç bilmediği bir yerindeydi ve kaybolmuştu. Yön bulma duyusuna güvenirdi her zaman ve ona güvenmeyi tercih etti. Birkaç sokaktan geçti, sonra başka birkaç tanesinden. Ancak geldiği yoldan daha fazla gitmesine rağmen nerede olduğunu bilmiyordu. Böyle olunca bir an için durdu ve yumruğunu sıktı. Bu esnada dişlerini sıkıyor ve karşısına çıkan ilk şeye saldırmak için hazırda bekliyordu. Ancak hiçbir şeyler karşılaşmadı ve öfkesini başka bir zaman için saklamak zorunda kaldı.

Biraz daha yürüdükten sonra duvara takılmış bir yön işareti gördü üzerinde "düş panayırı" yazıyordu. O panayıra gitmeye karar verdi en azından biraz eğlenebilirdi ki o an en çok ihtiyaç duyduğu şey eğlenmekti. Biraz işaret edilen yöne doğru ilerleyince büyük ışıklarla aydınlatılmış bol renkli bir panayır alanına geldi. Kocaman kapıdan geçerken kapının üstündeki düş panayırı yazısına dikkat etti. İçeriye girdiği zaman içerisinin şaşırtıcı bir biçimde boş olduğunu fark etti. Ancak yinede içeriye doğru yürümeye devam etti. Merak etmişti orayı.

Üzerinde farklı yazılar yazan odalardan oluşuyordu panayır. Girdiği zaman ilk olarak yanılsamalar yazan bir oda ilgisini çekti ve kapıyı açıp içeriye girdi. Kapıyı içeriye girdikten sonra kapandı. İçerisi zifiri karanlıktı. Daha sonra arka tarafından bir ışık yandı ve dönüp ona baktı. Bir aynada kendisini görüyordu ancak bu normal bir ayna değildi. Bazı aynalar görüntüyü bozardı ve bu sayede aynaya bakınca kafasını kocaman görebilirdi. Karşısındaki ayna da bunlardan birisiydi ve bu ona oldukça eğlenceli gelmişti. Daha sonra ışık söndü ve başka bir yerde tekrardan yandı. Oraya dönüp baktığında aynada başka bir yansımasını gördü. Daha sonra ışık söndü ve yandı. Oraya baktığında başka bir yansımasını gördü. Aradığı eğlence buydu işte.

Ancak bir süre sonra aynadaki yansımalar sadece görüntüyü bozmamaya başladı. Bunun yanında görüntünün kendisi de değişiyordu. İlk başta aynadaki yansımasında kendini üzgün olarak gördü. Ne kadar gülümsemeye çabalasa da yansımadaki üzgün ifade değişmiyordu. Daha sonra başka bir yansımada kendini acımasız, gaddar bir bakışla buldu. Sonra kendini ağlarken gördüğü zaman içi parçalanmaya başladı. Aynaya baktıkça parçalandığını ve bölündüğünü hissediyordu. Sanki yüzündeki parçalar dökülüyor ve onları yerlerine koyamıyor gibiydi. 

Daha sonra bedeni de değişmeye başladı. Yüzündeki ifadelere uygun bir şekle bürünüyordu bedeni. Ağladığı zaman dizlerinin üzerine çöküyor ve avuç içleriyle gözlerini kapatıyordu. Öfkeli olduğu zaman sağ elinde kanlı bir bıçak tutuyor ve kan parmaklarından aşağıya doğru akıyordu. Daha fazla dayanamayacağını düşündüğü zaman hızlı bir şekilde dışarıya çıktı. Kalbi çok hızlı çarpıyordu ve sakinleşmek için derin nefes almaya başladı.

Biraz sakinleştikten sonra dolaşmaya devam etti. Yankılar isimli bir odanın yanında durdu ve içeriye girdi. İlk başta hiçbir şey yoktu daha sonra "merhaba" dedi ve sesi yankılanmaya başladı. Sanki yüksek bir dağdan boşluğa doğru bağırıyormuş gibiydi ve bu oldukça eğlenceliydi. "Nasılsın" dedi ve kendi sesinin yankılanmasını dinledi. Daha eğlenceli bir hale gelebilirdi. "İyi misin?" diye sordu ve gelen cevap onun kanını dondurdu "iyi değilim." Bu cevabı beklemiyordu, bir çeşit oyun oynanıyordu ve ne olduğunu bilmiyordu.

"Neden iyi değilsin" diye sorduğunda yansıması ona "çünkü karşılaştığım tek gerçeği terk ettim" cevabını verdi. Kız "ama gitmen gerekiyordu" dediği zaman "gitmek kaçmaktı aslında ve ben korkağın tekiyim. Bütün acıları çekmeyi hak ediyorum" sesini duydu. "Başka çarem yoktu ama" cümlesi yansımanın sesinde biraz daha derin bir hüzün oluşmasını sağladı "Korkaksın sen. Seni gerçekten seven tek kişiyi yüz üstü bıraktın. Öldürseydin daha iyiydi onu, sökseydin yüreğini. Alıp atsaydın kuytu bir köşeye ama gitmeseydin."

Yansımanın son sözleri kendini daha kötü hissetmesini sağlamıştı. Eğer mümkün olsaydı kendini yerin yedi kat altına gömebilirdi. Nefretinin kaynağı kendisiydi aslında ve kendisinden nefret eden herkeste olduğu gibi anlamı kalmamıştı hayatın. Yürüyecek gücü kalmamıştı ama durmak da istemedi. Üzerinde "hayal odası" yazan başka bir oda gördüğünde oraya son bir şans vermeye karar verdi. Nasıl olsa daha kötü olamazdı.

İçeriye girdiği zaman kendini yeşil çimlerle kaplı bir arazide buldu. Etrafında rengârenk çiçekler vardı ve arazinin ortasında mavi panjurlu bir ev duruyordu. Hayallerindeki gibiydi. Beyaz, kabarık tüylü köpeği evin etrafında koşturuyor rengârenk kuşlarla oyunlar oynuyordu. Eve doğru yürürken "hayallerini mahvettin" diyen acımasız bir ses duydu. Ses bir kadına aitti. Bu esnada eve doğru yürüyen kendisini gördü. Kendisi elinde bir balyoz tutuyordu ve balyozla evin duvarına vurmaya başladı. Ev parçalanana kadar devam etti vurmaya. Daha sonra köpeğini boğazından tuttu ve havaya kaldırdı ve sıkmaya başladı. Köpek hareket etmeyi bırakınca onu da bir köşeye fırlattı. Daha sonra o adam kıza doğru yaklaştı ve bir şeyler söyledi. Ancak kız onu duymamış gibiydi. Elini adamın göğsüne soktu ve avucunu sıktı. Elini çıkardığı zaman adamın kalbi onun avuçlarındaydı. Adam kıpırdamadan yere doğru düşerken kendisi gülümsüyordu.

Kız ağlamaya başladı ve dışarıya çıktı. Uzun bir süre boyunca hiç düşünmeden koştu. Yorulduğu zaman eski bir bankın üzerine oturdu. Başını avuçlarının arasına aldı ve ağlamaya devam edebilir. Canı daha ne kadar yanabilirdi ki?


0/Post a Comment/Comments