Düş masalları II, bir sonbahar masalı 2. bölüm


Kız nefes nefese kalmış bir şekilde eski bankın üzerine oturmuş başını avuçlarının arasına almıştı. Gözyaşlarına hâkim olamıyor, yanaklarından süzülen yaşlar toprak zemine düşüyordu. Ne yapacağını bilemiyordu o anda. Tırnaklarını kafasına geçiriyor ve o hafif acıdan zevk alıyordu. Her şey neden yanlış gidiyordu hayatında veya neresinde yanlış yapmıştı ömrünün bilemiyordu. Ümitleri tükenmişti bu yüzden kendini boş hissediyordu. Yaptıkları, gördükleri ona ağır geliyordu artık. Bir insan her zaman yanlış yapamazdı ama o bu konuda oldukça başarılıydı.

Ağlamaya devam ederken her şeyin parçalanmasını istiyordu. Aynı onun gibi paramparça olmalıydı dünya. Asla birleşmemek üzere ayrılmalıydı. Her şey tamken onun yarım olması canını yakıyordu. Aslında kızgındı. Öfkesi sadece kendine değil hayata karşıydı aynı zamanda. Canını yakan kendisiydi ve kendisi bunun cezasını çekiyordu. Ancak tek suçlu kendisi değildi, hayatında aynı oranda suçu vardı. Bu yüzden kendisi ile birlikte hayatında parçalanmasını istiyordu.

Zaman geçtikçe yumruğunu sıkıyor ve tırnakları kafa derisine daha fazla batıyordu. Bunun önemi yoktu ama. Öyle bir andaydı ki hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Bu esnada üzerinde olduğu bank bir çatırtı ile kırıldı ve bir anda kendini yerde buldu. Bank paramparça olmuştu ve şaşkın bakışlar altında kendini yerde bulmuştu. Öfkesi giderek arttığında bankın parçalarını etrafa fırlatmaya başladı. Ancak bu onun rahatlamasını sağlamıyordu.

Bir süre sonra durdu ve dizlerinin üzerine çöktü. Kendine sorduğu soru "neden ben" ile "neyi yanlış yaptım" arasında gidip geliyordu. Bir süre daha kıpırdamadan durdu. Ne gözyaşları tükeniyor ne de acısı diniyordu. Bu şekilde devam edemeyeceğini anladığı zaman ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu zaten bunun önemi yoktu.

Çarpık adımlarla yürüyordu. Gecenin bir vakti olduğu için onu gören kimse yoktu. Zaten gören birisi olsaydı da değişen bir şey olmayacaktı. Bir süre boyunca yürüdü. Yürürken öfkesini kendinden başka bir yöne yönlendirmek istedi ama yapamadı. O kadar kızgındı ki kendine yapabilse kendini bırakıp gidebilirdi. Kendini bırakıp gitme fikri ona çok güzel gözüktü bir an için ve bu hayalin etkisiyle gülümsedi. Onu gören birisi olsaydı yüzündeki o çarpık gülümsemeyi değil acı ifadesini görürdü. Sanki ciğerleri tıka basa dolmuştu ve nefes bile alamıyordu.

Sokakta ilerlemeye devam ederken her şeyin yıkılmasını istemeye devam ediyordu. Tam büyük bir bina ile karşı karşıya geldiği sırada bir anda binanın olduğu yere çöktüğünü gördü. Önünde kocaman bir şekilde duran bina o anda yok olmuştu sanki. Onun yerini bir toz bulutu almıştı. Bir süre boyunca ne olduğunu anlamaya çalıştı ancak yapamadı. Her şeyin yıkılmasını istemişti ve istekleri gerçek oluyordu. Önce bank daha sonra ise bina.

Ne yapacağını bilemeyen bir şaşkınlıkla yürümeye devam etti. Binanın yıkıntılarını geride bıraktı. Biraz daha ilerledikten sonra biraz daha uzaktaki başka bir binanın daha yıkıldığı gördü. Aynı toz bulutu tekrardan etrafını kaplamıştı. Ancak o yürümeye devam etti. Bir şehir yıkılıyordu aynı onun gibi parçalara bölünüyordu.

Yürümeye devam ettikçe başka binalarda yıkıldı. Onları da umursamadı ama yürümeye devam etti. Şehrin parçalanıyor oluşu daha iyi hissetmesini sağlamamıştı veya öfkesi bir an olsun bile azalmamıştı. Hatta giderek artmıştı. Her şeyin yıkılmasını istiyordu o an ve başka binalar yıkıldı ve başkaları.

Biraz daha ilerledikten sonra gökyüzüne bakmaya başladı. Beyaz bulutlar ay ışığında parlıyordu ve onlarında yok olmasını istedi. Daha sonra bulutlar teker teker aşağıya doğru düşmeye başladı. Sanki kocaman beyaz pamuklar yere düşüyor ve düştüğü zaman yok oluyordu. Beyaz bulutlar yıkılan binalardan yayılan toz dumanına karışıyor ve önünü görmesini engelliyordu. Ancak o durmadı ve yürümeye devam etti. Zihninde yer eden yeni soru ise bunları kendisinin mi yaptığıydı.

Yıldızlardan ne kadar rahatsız olduğunu düşündüğü sırada gökyüzündeki tüm yıldızlar bir anda dökülmeye başladı. Kısa bir anın ardından gökyüzü simsiyah olmuştu. Sadece olanlara rağmen parlamaya devam büyükçe bir dolunay vardı. Gözlerini kısarak ona baktı ve ay yavaş yavaş parlaklığını kaybetmeye başladı. Yürümeye devam ederken baktığı ağaçlar kuruyor, gördüğü çiçekler soluyordu.

Biraz daha yürüdükten sonra bir gül bahçesi ile karşılaştı. Daha doğrusu orası bir zamanlar gül bahçesiydi çünkü tüm güller kurumuştu. Çiçeklerin bile yalancı olduğu bir dünya ona çok sahte geliyordu. Bu yüzden tüm gülleri koparmaya karar verdi. Her gülü koparırken dikenleri tenine batıyordu ama bunu önemsemedi. Hissettiklerinin yanında o acı neydi ki. Bahçedeki tüm gülleri kopardı ve hepsini bir çöp kutusunun içine attı. Böyle çok daha güzeldi.

Daha sonra hayallerini aldı, topladı ve buruşturup aynı çöp kutusuna attı. Şimdiye kadar hiçbir işe yaramamışlardı bundan sonra onlarsız yaşayabilirdi. Daha sonra hayallerinden vazgeçen herkes gibi amaçsız kaldığını düşündü bir süreliğine. Her şey yıkıldığında geriye kalanların anlamı yoktu, yıkılanların anlamı da kalmamıştı. Anlamı olanları kendi elleriyle öldürmüştü aslında. En güçlü hayallerinin boğazına sarılmış, onlar nefessiz kalana kadar sıkmış ve bırakmıştı. Daha sonra hayallerinin cansız bedenlerinin yere düşmesini seyredip onlar için ağlamıştı. 

Gözyaşlarından seller olup tüm dünyayı sular altında bırakabilirdi eğer istediği kadar ağlamayı başarabilseydi. Saatlerdir ağlıyordu ama bu onun için yeterli değildi. Yapabilseydi gözyaşlarından bir göl yapıp onun içine atlardı ama bunu yapamadı. Dahası yıkılmış bir şehrin içinde yürümeye başladı. Artık başka bir yerdeydi, bildiği hiçbir şey kalmamıştı geriye. Sanki eskiye dair her şey silinmiş ve yeniden inşa edilmişti. Ancak bu konuda başarısız olmuş ve sadece koca bir şehri yıkmıştı. 

Yürümeye devam ederken aklındaki tüm soruların kaybolduğunu fark etti. Eskiden soruların cevapları yoktu ama şimdi sorular da silinmişti hayatından. Durum böyle olunca kendini büyük bir boşluğun içinde hissediyordu. İçine evrenleri alsa da asla dolmayacak bir boşluktu yüreğinin sol yanında yer alan.

Yürümeye devam ettiği zaman bir binanın kenarına terk edilmiş eski eşyalar gördü. Bordo renkli, yırtılmış bir koltuk, siyah bir askılık ve ekranı kırılmış eski bir televizyon terk edilmişti. Onların onun hiçbir anlamı yoktu. Onlar ve kendisi arasında bir bağlantı da kurmadı çünkü o terk edilmiyordu. Her zaman terk eden oydu. Çatlamış bir boy aynası fark ettiğinde ona bakmaya karar verdi. O anki halini görmek istiyordu. Neye dönüştüğünü bilmesi gerekliydi.

Ayna baktığında siyah saçlarının dağıldığını, göz kaleminin gözyaşlarıyla birlikte aktığını ve yanaklarından aşağıya siyah çizgiler bıraktığını gördü. Birisi onu görse bitap haline acır ve birkaç metal para fırlatırdı ama onu kimsenin acımasına ihtiyacı yoktu. Bu yolu kendisi seçmişti ve sonuçlarına katlanabilirdi.

Bir süre daha ayna ile göz göze geldi ve aynadaki yansıması ona göz kırptı ve şeytani bir şekilde gülümsedi. Yansımanın hareket etmesine şaşırdığı sırada acaba o hareketi kendisinin mi yaptığını düşünüyordu. Bunu anlamak için aynaya el salladı ama yansıması kıpırdamadı. Bunun aptalca bir şaka olup olmadığını anlamak için etrafına baktı ama kimseyi göremedi. Aynadaki yansıması sol elini havaya kaldırıp işaret ve serçe parmağını açıp kapattı birkaç kez. Bu onu çağırdığı anlamına geliyordu ve kız aynaya birkaç adım yaklaştı.

"Ne yaptığını zannediyorsun" dedi yansıması. Sesi sert ve acımasızdı. Öyle ki o konulunca kolundaki tüyler dikleşti içindeki ürperti dalgası ile. "Neden kendine acı çektiriyorsun." Tam cevap vereceği sırada yansıma konuşmaya devam etti "Sen burada acı çekerken, dünyanı paramparça ederken başkaları mutluluk kahkahaları atıyor. Sen kendine eziyet ediyorsun. Kendine gel demeyeceğim sana. Kendine gelemiyorsan bana dönüş." 

Aynadaki yansıma aynadan dışarı çıkmaya başladı. Dışarıya çıktığı zaman kızı omuzlarından tuttu "Sana acı çektirenler mutlu bir şekilde yaşıyor ama sen eksiliyorsun hep ve bir gün gelecek geriye bir sen kalmayacak. Böyle devam etmez değişmelisin, acımamalısın. Bana dönüşmelisin ve geçmişindeki her şeyi kuru bir çöle gömmelisin bir daha bulunmasın diye."

Cümlesini tamamladığı zaman yansıması kayboldu ve kız ağlamıyordu. Bakışları hiç olmadığı kadar keskindi. Öyle ki bakışlarıyla bir insanı ikiye bölebilirdi o anda. Daha kararlı adımlar yürümeye başladı. Artık etrafındaki yıkılmış şehrin onun için bir anlamı kalmamıştı. Biraz daha devam ettiği zaman bankta gördüğü kadınla karşılaştı ki o masalın kötü kraliçesiydi. 

Kadının yanına geldiği zaman onun yüzündeki ince, acıtıcı gülümsemeyi gördü ve aynı şekilde karşılık verdi. "Hoş geldin" kadın konuştuğu zaman ise başını eğerek onu selamladı ve "Şimdi ne yapıyoruz" diye sordu.

Tam bu esnada kızın arka tarafından bir erkek sesi duydu "Lütfen gitme." Sesi duyunca ne olduğunu şaşırdı. O ses terk ettiği adama aitti ve onu takip etmişti. Yüzünü ona döndü ve o an yürümekte olan adam yürümeyi bıraktı. Hatta geri dönmeyi bile düşündü ama yapmadı. Kızın yüzünde öyle bir ifade vardı ki korkması için fazlasıyla yeterliydi."Ne işin var burada?" diye sordu kız sert ve acımasız bir ses tonuyla. Sesindeki tüm merhamet alınmıştı sanki. Onu hiçbir zaman o şekilde görmemişti adam.

Adam yine de kıza doğru yürümeye devam etti. Kızın yanına yaklaştığı zaman konuşmakta zorlanıyordu "Neden gittin benden?" Kız cevabı vermeden önce çarpık bir şekilde gülümsedi. Adam o gülümseme karşısında kanının donduğunu hissetti. "Çünkü sen yalancısın. Sevgi diye bir yalanın arkasına sığınmışsın. Sevgi öldü, aşkı ben gömdüm. Onun mezarını kendi ellerimle kazdım. Sen de herkes gibisin ve onlar kadar değersizsin."

Adam konuşmak anlatmak istedi ama söyleyeceği tüm kelimelerin boş olduğunun farkındaydı. Kıza kitaplar yazsa, romanlar anlatsa hiçbir anlamı olmayacaktı. Kız ise kahkaha atmamak için tutuyordu hiç o kadar iyi hissetmemişti. Bu esnada kız zihninde kraliçenin sesini duydu "Ne yapman gerektiğini biliyorsun."

Kız sol eliyle adamın omuzunu tuttu onun şarkın bakışları arasında. Daha sonra sağ elini sol kaburgasına sapladı. Adam kesik bir acı çığlığı attı kısa bir an için. O an hala etrafta olan kuşların hepsi havalandı ve başka bir yere doğru uçmaya başladı. Adam bir acı çığlığı daha attığı zaman kız elini adamın omuzundan çekmişti. Sağ kolunu adamın göğsünden çıkarttığı sırada ise adamın cansız bedeni yere düştü.

Adamın kalbini elinde tutan kız ona bir süre için baktı. Kalp ise son bir kez daha kan pompaladı içindeki kanı etrafa saçarak. Elindeki kalbe baktı ve onu ne yapacağını bilemedi kız. Daha sonra sırtını dönüp kraliçeye ile göz göze geldi. Onun hissettiği duygu mutluluk olamazdı. Mutluluk o kadar kötü bir şey değildi. Hissettiği duygu zevkti, hazdı.

Aşk kalpte saklıysa onun tadını merak etti kız ve elinde tuttuğu kalbi ısırdı. Ağzına dolan kan tadını hiç sevmedi ama ağzındaki kanı tükürdü ve elindeki kalbi geriye doğru fırlattı. Kraliçe ise "hadi gidelim buradan daha yapacak çok işimiz var" dedi ve yürümeye başladılar yıkık bir şehrin sokaklarında.

Bu masalda aşk ölmedi. Durdurmak için ne kadar uğraşsam da ona yapılanları engelleyemedim. O an tüm dünyada aşk parçalandı. Onun sol kolunu ve sol bacağını kestiler. Bu yüzden bir daha asla yürüyemedi. Sağ gözünü oydular ve bir daha asla eskisi gibi göremedi. Bu yüzden aşk hep eksiktir günümüzde. Parçalanmıştır, bölünmüş ama asla toplanmamıştır. Hiçbir şey bitmedi ama savaş çok büyük ve aşk hiç olmadığı kadar büyük bir tehlike altında.

Not: Söylenecek söz kalmaz bazen

Resim: Delawer Omar


0/Post a Comment/Comments