Kız nefes nefese kalmış bir şekilde eski bankın üzerine oturmuş
başını avuçlarının arasına almıştı. Gözyaşlarına hâkim olamıyor, yanaklarından
süzülen yaşlar toprak zemine düşüyordu. Ne yapacağını bilemiyordu o anda.
Tırnaklarını kafasına geçiriyor ve o hafif acıdan zevk alıyordu. Her şey neden
yanlış gidiyordu hayatında veya neresinde yanlış yapmıştı ömrünün bilemiyordu.
Ümitleri tükenmişti bu yüzden kendini boş hissediyordu. Yaptıkları, gördükleri
ona ağır geliyordu artık. Bir insan her zaman yanlış yapamazdı ama o bu konuda
oldukça başarılıydı.
Ağlamaya devam ederken her şeyin
parçalanmasını istiyordu. Aynı onun gibi paramparça olmalıydı dünya. Asla
birleşmemek üzere ayrılmalıydı. Her şey tamken onun yarım olması canını
yakıyordu. Aslında kızgındı. Öfkesi sadece kendine değil hayata karşıydı aynı
zamanda. Canını yakan kendisiydi ve kendisi bunun cezasını çekiyordu. Ancak tek
suçlu kendisi değildi, hayatında aynı oranda suçu vardı. Bu yüzden kendisi ile
birlikte hayatında parçalanmasını istiyordu.
Zaman geçtikçe yumruğunu sıkıyor ve
tırnakları kafa derisine daha fazla batıyordu. Bunun önemi yoktu ama. Öyle bir
andaydı ki hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Bu esnada üzerinde olduğu bank bir
çatırtı ile kırıldı ve bir anda kendini yerde buldu. Bank paramparça olmuştu ve
şaşkın bakışlar altında kendini yerde bulmuştu. Öfkesi giderek arttığında
bankın parçalarını etrafa fırlatmaya başladı. Ancak bu onun rahatlamasını
sağlamıyordu.
Bir süre sonra durdu ve dizlerinin üzerine
çöktü. Kendine sorduğu soru "neden ben" ile "neyi yanlış
yaptım" arasında gidip geliyordu. Bir süre daha kıpırdamadan durdu. Ne
gözyaşları tükeniyor ne de acısı diniyordu. Bu şekilde devam edemeyeceğini
anladığı zaman ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu
zaten bunun önemi yoktu.
Çarpık adımlarla yürüyordu. Gecenin bir
vakti olduğu için onu gören kimse yoktu. Zaten gören birisi olsaydı da değişen
bir şey olmayacaktı. Bir süre boyunca yürüdü. Yürürken öfkesini kendinden başka
bir yöne yönlendirmek istedi ama yapamadı. O kadar kızgındı ki kendine
yapabilse kendini bırakıp gidebilirdi. Kendini bırakıp gitme fikri ona çok
güzel gözüktü bir an için ve bu hayalin etkisiyle gülümsedi. Onu gören birisi
olsaydı yüzündeki o çarpık gülümsemeyi değil acı ifadesini görürdü. Sanki
ciğerleri tıka basa dolmuştu ve nefes bile alamıyordu.
Sokakta ilerlemeye devam ederken her şeyin
yıkılmasını istemeye devam ediyordu. Tam büyük bir bina ile karşı karşıya
geldiği sırada bir anda binanın olduğu yere çöktüğünü gördü. Önünde kocaman bir
şekilde duran bina o anda yok olmuştu sanki. Onun yerini bir toz bulutu
almıştı. Bir süre boyunca ne olduğunu anlamaya çalıştı ancak yapamadı. Her
şeyin yıkılmasını istemişti ve istekleri gerçek oluyordu. Önce bank daha sonra
ise bina.
Ne yapacağını bilemeyen bir şaşkınlıkla
yürümeye devam etti. Binanın yıkıntılarını geride bıraktı. Biraz daha
ilerledikten sonra biraz daha uzaktaki başka bir binanın daha yıkıldığı gördü.
Aynı toz bulutu tekrardan etrafını kaplamıştı. Ancak o yürümeye devam etti. Bir
şehir yıkılıyordu aynı onun gibi parçalara bölünüyordu.
Yürümeye devam ettikçe başka binalarda
yıkıldı. Onları da umursamadı ama yürümeye devam etti. Şehrin parçalanıyor
oluşu daha iyi hissetmesini sağlamamıştı veya öfkesi bir an olsun bile
azalmamıştı. Hatta giderek artmıştı. Her şeyin yıkılmasını istiyordu o an ve
başka binalar yıkıldı ve başkaları.
Biraz daha ilerledikten sonra gökyüzüne
bakmaya başladı. Beyaz bulutlar ay ışığında parlıyordu ve onlarında yok
olmasını istedi. Daha sonra bulutlar teker teker aşağıya doğru düşmeye başladı.
Sanki kocaman beyaz pamuklar yere düşüyor ve düştüğü zaman yok oluyordu. Beyaz
bulutlar yıkılan binalardan yayılan toz dumanına karışıyor ve önünü görmesini
engelliyordu. Ancak o durmadı ve yürümeye devam etti. Zihninde yer eden yeni
soru ise bunları kendisinin mi yaptığıydı.
Yıldızlardan ne kadar rahatsız olduğunu düşündüğü
sırada gökyüzündeki tüm yıldızlar bir anda dökülmeye başladı. Kısa bir anın
ardından gökyüzü simsiyah olmuştu. Sadece olanlara rağmen parlamaya devam
büyükçe bir dolunay vardı. Gözlerini kısarak ona baktı ve ay yavaş yavaş
parlaklığını kaybetmeye başladı. Yürümeye devam ederken baktığı ağaçlar
kuruyor, gördüğü çiçekler soluyordu.
Biraz daha yürüdükten sonra bir gül
bahçesi ile karşılaştı. Daha doğrusu orası bir zamanlar gül bahçesiydi çünkü
tüm güller kurumuştu. Çiçeklerin bile yalancı olduğu bir dünya ona çok sahte
geliyordu. Bu yüzden tüm gülleri koparmaya karar verdi. Her gülü koparırken
dikenleri tenine batıyordu ama bunu önemsemedi. Hissettiklerinin yanında o acı
neydi ki. Bahçedeki tüm gülleri kopardı ve hepsini bir çöp kutusunun içine attı.
Böyle çok daha güzeldi.
Daha sonra hayallerini aldı, topladı ve
buruşturup aynı çöp kutusuna attı. Şimdiye kadar hiçbir işe yaramamışlardı
bundan sonra onlarsız yaşayabilirdi. Daha sonra hayallerinden vazgeçen herkes
gibi amaçsız kaldığını düşündü bir süreliğine. Her şey yıkıldığında geriye
kalanların anlamı yoktu, yıkılanların anlamı da kalmamıştı. Anlamı olanları
kendi elleriyle öldürmüştü aslında. En güçlü hayallerinin boğazına sarılmış,
onlar nefessiz kalana kadar sıkmış ve bırakmıştı. Daha sonra hayallerinin
cansız bedenlerinin yere düşmesini seyredip onlar için ağlamıştı.
Gözyaşlarından seller olup tüm dünyayı
sular altında bırakabilirdi eğer istediği kadar ağlamayı başarabilseydi.
Saatlerdir ağlıyordu ama bu onun için yeterli değildi. Yapabilseydi
gözyaşlarından bir göl yapıp onun içine atlardı ama bunu yapamadı. Dahası
yıkılmış bir şehrin içinde yürümeye başladı. Artık başka bir yerdeydi, bildiği
hiçbir şey kalmamıştı geriye. Sanki eskiye dair her şey silinmiş ve yeniden
inşa edilmişti. Ancak bu konuda başarısız olmuş ve sadece koca bir şehri
yıkmıştı.
Yürümeye devam ederken aklındaki tüm
soruların kaybolduğunu fark etti. Eskiden soruların cevapları yoktu ama şimdi
sorular da silinmişti hayatından. Durum böyle olunca kendini büyük bir boşluğun
içinde hissediyordu. İçine evrenleri alsa da asla dolmayacak bir boşluktu
yüreğinin sol yanında yer alan.
Yürümeye devam ettiği zaman bir binanın
kenarına terk edilmiş eski eşyalar gördü. Bordo renkli, yırtılmış bir koltuk,
siyah bir askılık ve ekranı kırılmış eski bir televizyon terk edilmişti.
Onların onun hiçbir anlamı yoktu. Onlar ve kendisi arasında bir bağlantı da
kurmadı çünkü o terk edilmiyordu. Her zaman terk eden oydu. Çatlamış bir boy
aynası fark ettiğinde ona bakmaya karar verdi. O anki halini görmek istiyordu.
Neye dönüştüğünü bilmesi gerekliydi.
Ayna baktığında siyah saçlarının
dağıldığını, göz kaleminin gözyaşlarıyla birlikte aktığını ve yanaklarından
aşağıya siyah çizgiler bıraktığını gördü. Birisi onu görse bitap haline acır ve
birkaç metal para fırlatırdı ama onu kimsenin acımasına ihtiyacı yoktu. Bu yolu
kendisi seçmişti ve sonuçlarına katlanabilirdi.
Bir süre daha ayna ile göz göze geldi ve
aynadaki yansıması ona göz kırptı ve şeytani bir şekilde gülümsedi. Yansımanın
hareket etmesine şaşırdığı sırada acaba o hareketi kendisinin mi yaptığını
düşünüyordu. Bunu anlamak için aynaya el salladı ama yansıması kıpırdamadı.
Bunun aptalca bir şaka olup olmadığını anlamak için etrafına baktı ama kimseyi
göremedi. Aynadaki yansıması sol elini havaya kaldırıp işaret ve serçe
parmağını açıp kapattı birkaç kez. Bu onu çağırdığı anlamına geliyordu ve kız
aynaya birkaç adım yaklaştı.
"Ne yaptığını zannediyorsun"
dedi yansıması. Sesi sert ve acımasızdı. Öyle ki o konulunca kolundaki tüyler
dikleşti içindeki ürperti dalgası ile. "Neden kendine acı
çektiriyorsun." Tam cevap vereceği sırada yansıma konuşmaya devam etti
"Sen burada acı çekerken, dünyanı paramparça ederken başkaları mutluluk
kahkahaları atıyor. Sen kendine eziyet ediyorsun. Kendine gel demeyeceğim sana.
Kendine gelemiyorsan bana dönüş."
Aynadaki yansıma aynadan dışarı çıkmaya
başladı. Dışarıya çıktığı zaman kızı omuzlarından tuttu "Sana acı
çektirenler mutlu bir şekilde yaşıyor ama sen eksiliyorsun hep ve bir gün
gelecek geriye bir sen kalmayacak. Böyle devam etmez değişmelisin,
acımamalısın. Bana dönüşmelisin ve geçmişindeki her şeyi kuru bir çöle
gömmelisin bir daha bulunmasın diye."
Cümlesini tamamladığı zaman yansıması
kayboldu ve kız ağlamıyordu. Bakışları hiç olmadığı kadar keskindi. Öyle ki
bakışlarıyla bir insanı ikiye bölebilirdi o anda. Daha kararlı adımlar yürümeye
başladı. Artık etrafındaki yıkılmış şehrin onun için bir anlamı kalmamıştı.
Biraz daha devam ettiği zaman bankta gördüğü kadınla karşılaştı ki o masalın
kötü kraliçesiydi.
Kadının yanına geldiği zaman onun
yüzündeki ince, acıtıcı gülümsemeyi gördü ve aynı şekilde karşılık verdi.
"Hoş geldin" kadın konuştuğu zaman ise başını eğerek onu selamladı ve
"Şimdi ne yapıyoruz" diye sordu.
Tam bu esnada kızın arka tarafından bir
erkek sesi duydu "Lütfen gitme." Sesi duyunca ne olduğunu şaşırdı. O
ses terk ettiği adama aitti ve onu takip etmişti. Yüzünü ona döndü ve o an
yürümekte olan adam yürümeyi bıraktı. Hatta geri dönmeyi bile düşündü ama
yapmadı. Kızın yüzünde öyle bir ifade vardı ki korkması için fazlasıyla
yeterliydi."Ne işin var burada?" diye sordu kız sert ve acımasız bir
ses tonuyla. Sesindeki tüm merhamet alınmıştı sanki. Onu hiçbir zaman o şekilde
görmemişti adam.
Adam yine de kıza doğru yürümeye devam
etti. Kızın yanına yaklaştığı zaman konuşmakta zorlanıyordu "Neden gittin
benden?" Kız cevabı vermeden önce çarpık bir şekilde gülümsedi. Adam o
gülümseme karşısında kanının donduğunu hissetti. "Çünkü sen yalancısın. Sevgi
diye bir yalanın arkasına sığınmışsın. Sevgi öldü, aşkı ben gömdüm. Onun
mezarını kendi ellerimle kazdım. Sen de herkes gibisin ve onlar kadar
değersizsin."
Adam konuşmak anlatmak istedi ama
söyleyeceği tüm kelimelerin boş olduğunun farkındaydı. Kıza kitaplar yazsa,
romanlar anlatsa hiçbir anlamı olmayacaktı. Kız ise kahkaha atmamak için
tutuyordu hiç o kadar iyi hissetmemişti. Bu esnada kız zihninde kraliçenin
sesini duydu "Ne yapman gerektiğini biliyorsun."
Kız sol eliyle adamın omuzunu tuttu onun
şarkın bakışları arasında. Daha sonra sağ elini sol kaburgasına sapladı. Adam
kesik bir acı çığlığı attı kısa bir an için. O an hala etrafta olan kuşların
hepsi havalandı ve başka bir yere doğru uçmaya başladı. Adam bir acı çığlığı
daha attığı zaman kız elini adamın omuzundan çekmişti. Sağ kolunu adamın
göğsünden çıkarttığı sırada ise adamın cansız bedeni yere düştü.
Adamın kalbini elinde tutan kız ona bir
süre için baktı. Kalp ise son bir kez daha kan pompaladı içindeki kanı etrafa
saçarak. Elindeki kalbe baktı ve onu ne yapacağını bilemedi kız. Daha sonra
sırtını dönüp kraliçeye ile göz göze geldi. Onun hissettiği duygu mutluluk
olamazdı. Mutluluk o kadar kötü bir şey değildi. Hissettiği duygu zevkti,
hazdı.
Aşk kalpte saklıysa onun tadını merak etti
kız ve elinde tuttuğu kalbi ısırdı. Ağzına dolan kan tadını hiç sevmedi ama
ağzındaki kanı tükürdü ve elindeki kalbi geriye doğru fırlattı. Kraliçe ise
"hadi gidelim buradan daha yapacak çok işimiz var" dedi ve yürümeye
başladılar yıkık bir şehrin sokaklarında.
Bu masalda aşk ölmedi. Durdurmak için ne
kadar uğraşsam da ona yapılanları engelleyemedim. O an tüm dünyada aşk
parçalandı. Onun sol kolunu ve sol bacağını kestiler. Bu yüzden bir daha asla
yürüyemedi. Sağ gözünü oydular ve bir daha asla eskisi gibi göremedi. Bu yüzden
aşk hep eksiktir günümüzde. Parçalanmıştır, bölünmüş ama asla toplanmamıştır.
Hiçbir şey bitmedi ama savaş çok büyük ve aşk hiç olmadığı kadar büyük bir
tehlike altında.
Not: Söylenecek söz kalmaz bazen
Resim: Delawer Omar
Resim: Delawer Omar