Sistem kendine köleler isterdi ve bu kölelerinin aynı olması için
çalışırdı. Aynı olan köleler aynı şekilde yönetilebilirdi. İnsanlar aynı olduğu
sürece onları istediği yere çekebilir veya istediği ürünü satabilirdi sistem.
Zaten yıllarca bunu sağlamak için uğraşmış, insanların kimlikleri ağır ağır
silmişti. Kimliksiz bir toplum sistemin devamı için en önemli unsurdu.
Bir diğer taraftan sistem kendisine
uymayanları dışlardı. Hala düşünenlerin veya hissedenlerin sistemin içinde bir
yeri yoktu. Bu yüzden sisteme ayak uyduramayanlar dışlanır ve onun sunduğu
kolaylıklardan faydalanamazdı. Kural çok basitti "mutluluk sistemin
tekelindeydi artık." Sadece mutluluk değil diğer duyguları da ele
geçirmişti sistem. Ağlamak istediğinizde hangi mendili kullanacağınıza o karar
verirdi veya mutsuz olduğunuzda alışverişe çıkmanızın sebebi oydu.
Sistem insanları kullanırdı acımasızca.
Onlardan beslenir ve onları içi boş kuklalara çevirirdi. İnsanların tüm kanını
emerdi sistem. Daha sonra duygularını öldürür ve onların kültürleri ile
bağlarını koparırdı. Bu şekilde insan amaçsızlaşır, bildiği her şeyi unuturdu.
Gelin sisteme ayak uyduramayan bir kızın
masalını dinleyelim ve görelim onun neler yaşadıklarını.
...
Solgun beyaz ışık küçük odanın duvarlarını
aydınlatıyordu. Odadaki makinelerden birisinden gelen ritmik bir sesin
haricinde fazla bir ses yoktu. Kimse konuşmak istemiyordu aslında. Sanki bir
sessizlik bulutu odayı kaplamış ve ilk konuşan tüm kuralları çiğneyecekti.
Metal bir yatağın yanında iki adam duruyordu. Bunlardan birisi beyaz bir önlük
giymişti ve dikkatli gözlerle bakıyordu yanındaki adama. Diğeri ise siyah bir
pelerin giymişti ve üzerindeki elbise birçok yerinden yırtılmıştı. Yırtıkların
arasından tenindeki kesikler görülebiliyordu.
"Hastanın nesi oluyorsunuz?"
diye sordu beyaz önlüklü olanı. Diğeri ise "Hiçbir şeyi olmuyorum ama onu
duydum ve merak ettim. Durumu nasıl?" diye sordu. Beyaz önlüklü için
cevaplaması zor bir soruydu bu. Aslında cevabı biliyor, onu nasıl anlatacağını
kurguluyordu ancak yine de onun için zor bir cevaptı bu. Cevabın gecikmesinden
yatakta yatan kızın durumunun iyi olmadığını çıkardı adam. Bu beklediği bir
durumdu.
Kısa bir gecikmenin ardından beyaz önlüklü
olanı anlatmaya başladı "Şu anda bir sağlık sıkıntısı yok ama uyanmıyor.
Neden uyanmadığını bilmiyoruz. Buraya gelmesine sebep olan tüm sorunlar düzeldi
ama uyanmıyor." Beyaz önlüklü cümlesini bitirdiğinde yanındaki adam biraz
kızla yalnız kalmak istediğini söyledi. Bunun üzerine önlüklü olan başını
eğerek onayladı ve dışarıya çıktı.
Adam o gittikten sonra bir süre boyunca
kıza doğru bakmadı. Onun için oldukça zordu aslında neler olduğunu biliyor ama
hiçbir şey yapamıyordu. "Çaresizlik böyle bir şey olmalı" dedikten
sonra kızın yanına eğildi ve onun elini tuttu. Kendi pis eliyle onun elini
kirletmek istemediği için önce elini gömleğine sildi. Daha sonra kıza doğru
biraz daha eğildi ve başını kulağına doğru yaklaştırdı "uyan Yıldız. Senin
yokluğunda kimse yolunu bulamıyor. Dünyanın sana ihtiyacı var. Lütfen uyan. Uyandığında
yanında olacağım senin merak etme." Cümlesini bitirdikten sonra adam
kızdan uzaklaştı ve önce odayı ardından binayı terk etti.
...
Bu esnada kız çok farklı bir dünyada
yaşıyordu. Yemyeşil bir tepenin üzerindeydi kız. Kollarını iki yana açmış ve gökyüzüne
bakıyordu. Güneşin parlak ışınları bulutların arasından geçiyor, rüzgâr hafif
bir biçimde esiyordu. Orada üşümek veya terlemek mümkün değildi. Olduğu yerde
dönüyor ve etrafını seyrediyordu. Büyük ağaçların dallarında kuşlar çeşitli
şarkılar söylüyor, farklı melodiler birleşip büyük bir senfoni halini alıyordu.
O şarkıyı duyan birisinin mutsuz olma ihtimali yoktu. Şarkı mutluluğa giden yol
adını taşıyor ve onu dinleyen kız saf mutluluğu hissediyordu.
Bu esnada onun beyaz köpeği hemen yanında
duruyor, yanına konmuş kuşlarla oyunlar oynuyordu. Birbirinin arkadaşıydı
onlar, oradaki her şey arkadaştı. Herkes birlikte hareket ediyor ve asla yalnız
kalmıyordu. Kızın diyarında yalnızlık sözlüklerden dışlanmış bir kelimeydi.
Oradaki kimse onun anlamını bilmez, bir kez olsun cümle içinde kullanmazdı.
Cümlelerin kabul etmediği birçok kelime bulunurdu orada. Mesela "hüzün,
mutsuzluk, ayrılık" gibi kelimeler varlığını yitirmişti.
Tepenin üzeri çiçeklerle kaplanmıştı. Her
renkten, her türden çiçekler yeşil çimenin üzerine serpilmişti. Aralarından
yürüyen birisi her birisinin kokusunu ayrı ayrı alabilir ve onlara hayran
kalabilirdi. O ise bütün o muhteşemliğin tam ortasında etrafa gülücükler
dağıtıyordu. Yanaklarındaki gamzeler çiçeklerden bile daha güzeldi. Güneş
gözlerine vuruyor ve onun gözlerini çimenlerin yeşiline buluyordu. Mutluluğun
anlamını çok iyi biliyordu o. Yaşadıkları mutluluktu onun.
Zaman ilerleyip güneş batmaya
hazırlandığında tepeden aşağıya doğru inmeye karar verdi. Bayırdan inerken
kuşlar onun etrafında dans ediyor her yeri şarkıları ile süslüyorlardı. Tepeden
indiği zaman güneş batmaya başlamıştı. Gökyüzünün aldığı renkleri izledi bir
süre boyunca. Kırmızının çeşitli tonları ve mavi renk muhteşem bir uyum içinde
bütünleşmişti. Gökyüzünde bir renk cümbüşü vardı o an.
Güneş yavaşça karşıdaki tepelerin ardında
kaybolduktan sonra sırada ayın doğması vardı. Bu yüzden olduğu yerde yarım tur
döndü ve beklemeye başladı. Beklemesi fazla uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra
ay parlak beyaz gövdesi ile gökyüzünde yükseldi. Ay yükseldiğinde gökyüzü
yıldızlarla kaplandı. Sanki bir çöldü gökyüzü ve her kum tanesi küçük bir
yıldızdı. Hava kararmış olmasına rağmen etrafı ayın ışığı ile aydınlanıyordu.
Bir süre daha bahçede durdu, çimlerin
üzerine oturdu. Kuşlar etrafında dönüyor, onu bir an bile boş bırakmıyordu.
Başka bir şey istemiyordu zaten. O an sahip oldukları onun için yeterliydi.
Daha uyuması gerektiğini fark etti ve küçük tahtadan evine doğru yürüdü. Kapıyı
açıp içeriye girdiği zaman üzerindeki giysileri çıkardı. Daha rahat
elbiselerini giyip yatağına uzandı. Kuşlar onun için şarkılarını değiştirmiş,
uyku şarkıları çalmaya başlamıştı.
Gözlerini kapattıktan sonra uykuya dalması
çok uzun sürmedi. Güzel, sıkıntısız bir rüya gördü ve güneşin ilk ışıklarıyla
birlikte uyandı. Kuşların güne başlama şarkısını dinledi yatağında
oturup. Gözlerini kapattı ve etrafını saran huzuru kokladı. Daha sonra evden
çıkmaya karar verdi. Dışarıya çıktığında köpeğinin onu beklediğini gördü ve bir
süre boyuna onunla oynadı. Etrafa baktığı zaman uzaklarda kurdu gördü. Kurt ona
yaklaşmaz uzaktan takip ederdi. Korurdu onu ve ona güvenirdi kız. Kurdun
varlığı kızın rahat bir uyku uyumasını sağlardı bu yüzden onu uzaklarda görmek
iyi hissettirmişti.
Kurt ile bir süre bakıştıktan sonra kız
gülümsedi. Gülümsemesi o kadar güzeldi ki o gülümseyince etraf biraz daha
aydınlandı, güneş biraz daha yükseldi. Daha sonra kahkahalar atarak koşmaya
başladı ve tüm kuşlar onun peşinden geldi. Kuşlarla bir yarışa girmişti ve bu
yarışta kimin kazanacağının hiçbir önemi yoktu. Uzun bir süre boyunca koştular
ve bir derenin yanına geldiğinde durdular.
Kız ayaklarını serin suyun içine soktu ve
deredeki balıkları gördü. Sanki balıklar o görsün diye yüzeyde geziniyordu. Bir
süre sonra balıklar etrafında dönmeye başladı. Elini suya sokuyor ve onları
seviyordu. Biraz daha suda kaldığı sırada balıklardan birisinin ters yüzdüğünü
fark etti. Onun neden öyle yüzdüğünü öğrenmek için elini uzattığında hareket etmediğini
fark etti. Balık ölmüştü ama onun dünyasında kimse ölmezdi. Hiçbir şey bozulmaz
veya eskimezdi. "Balık neden ölmüştü?" "Ne yanlış
gidiyordu?"
Sudan çıktıktan sonra çimenlerin üzerinde
düşünceli bir şekilde yürümeye başladı. Biraz ilerledikten sonra yerde kurumuş
bir çiçek gördü. Onun dünyasında çiçekler kurumazdı. Hiçbir şey eksilmez,
sadece artardı. Biraz daha ilerledi ve kurumuş başka bir çiçek daha gördü. Daha
sonra ise bir başkasını. Bahçedeki tüm çiçekler hızlı bir şekilde kurumaya
başlayınca koşmaya başladı. Uzaklaşmak, cennetine geri dönmek istiyordu.
Ancak o koştukça ağaçlardaki yapraklar
kurumaya ve dökülmeye başladı. Onun dünyasında yapraklar kurumaz, ağaçlar
ölmezdi. Çok kısa bir zaman sonra etrafındaki tüm çiçekler solmuş ve tüm ağaçlar
kurumuştu. Korkuyordu. Korktuğu şey kaçtığı hayatına geri dönecek olmasından
başka bir şey değildi aslında. Burası farklıydı, burada kötülük yoktu. Her şey
iyiydi onun dünyasında ama şimdi kötülük onun dünyasına geliyordu.
Dizlerin üzerine çöktü ve etrafa korkudan
açılmış gözleri ile bakmaya başladı. Kaçtığı her şey onu buluyordu ve kaçacak
başka bir yeri yoktu. Bir anda havada uçan kuşlar olduğu yerde durdu. Tam böyle
bir şeyin nasıl olabileceğini düşündüğü sırada havada duran kuşlar geçen bir
andan sonra düşmeye başladı. Gökyüzünde hiç kuş kalmamıştı ve hepsi yerde
cansız bir şekilde yatıyordu. Kuşlar düştükten sonra tüm çimler o an kurudu.
Etrafta yeşil olan ne varsa hepsi yok oldu. Maviden başka bir renk olmayan
gökyüzü koyu gri bulutlarla kaplandı.
Kızın dünyası yok olurken arkasından
köpeğinin acı içinde haykırdığını gördü. Dönüp baktığında köpeği üç tane
sırtlan ile mücadele ediyordu. O pis, kötü yaratıkların onun dünyasında işi
yoktu. Sırtlanlar köpeğinde yaralar bırakırken o acılar içinde savaşmaya devam
ediyordu. Bedeninden akan kan kurak zemine damlıyor ve yerde kırmızı bir iz
bırakıyordu.
Gözlerini köpeğinden kenara doğru
kaydırdığında başka bir sırtlanın kendisine doğru yaklaşmakta olduğu gördü.
Ağır adımlarla ilerliyor, ön ayaklarını geriye doğru atıp sırtını
dikleştiriyordu. Koşmaya başlamadan hemen önceki andaydı kız ve o koşmaya
başladığı zaman yapacak hiçbir şeyi yoktu. O bir an çok hızlı geçti kıza
düşünme zamanı bile vermeden ve sırtlan koşmaya başladı. Kız kendini korkudan
geriye doğru fırlattığı sırada sırtlan ise onun üzerine doğru zıplamıştı. Ancak
o havadayken ona çarpan bir şey yan tarafa düşmesini sağladı.
Kurdu gelmişti. Havadaki sırtlana çarpıp
onun düşmesini sağlamıştı. Daha sonra dişlerini onun boynuna geçirip ve boğazını
parçaladı. Ancak bu zafer fazla uzun sürmedi. Yanlarına gelen sırtlanlar kurdun
etrafını sardı ve savaşmaya başladılar. Kurt ne zaman bir saldırı hamlesi yapsa
arkasından gelen bir pençe derisini kesiyordu. O tarafa doğru döndüğü zaman ise
başka bir pençe isabet ediyordu. Bir süre devam ettikten sonra saldırmamaya
başladı kurt.
Bu şekilde olunca kendini daha iyi
koruyabiliyordu. Ancak ağzından salya akan sırtlanlardan bir tanesi kıza doğru
döndü ve ona doğru yürümeye başladı. Yüzünde pis bir sırıtış vardı sanki
"bu dünya artık bizim" dermiş gibiydi ve kız öfke duyduğunu hissetti.
Ateş olsaydı eğer tüm dünyayı yakabilirdi o anda.
Sırtlan acelesi yokmuşçasına yaklaşıyor ve
anın tadını çıkarıyordu. Kız ise o yaklaştıkça geriye doğru adımlar atıp
uzaklaşmaya çalışıyordu. Ancak fazla uzaklaşamadı. Sırtını bir ağaca dayadığı
sırada sırtlan hemen yanına kadar gelmişti. Artık sona geldiğini anladı kız.
Kaçtığı her şey onu bulmuş ve köşeye sıkıştırmıştı. Daha fazla kaçamazdı artık,
son çok yakındı.
O esnada arka taraftan bir uluma duydu kız
ve sırtlanla birlikte o yöne doğru baktı. Kurt parçalanmış, kana bulanmış bir
şekilde onlara bakıyor ve kırmızı dişlerini gösteriyordu. Sırtlan bu görüntü
karşısında geriye doğru bir adım attı. Savunmasını kurgulaması gerekiyordu
artık. Kurt ise arkasında diğer sırtlanların cansız bedenlerini bırakıp
yaklaşıyordu. Gözlerindeki öfke kızın hissettiği kadar büyüktü ve sırtlanın
üzerine zıpladı.
Ancak başka sırtlanlarda geliyordu ve kış
koşmaya başladı. Tüm gücüyle koştu. Artık o dünyada yaşamak istemiyordu. Sahip
olduğu her şey yok olmuştu ve biliyordu ki kurt çok dayanamazdı. Geriye dönüp
bakmadı bile, bakmayı düşünemeyecek kadar korkmuştu. Bir süre sonra etrafındaki
her şey silinmeye başladı ve kız kendini siyah bir boşlukta buldu. Geri dönme
zamanı gelmişti artık. Gözlerini kapatıp açtığında beyaz bir odada makinelere
bağlı bir şekilde yatıyordu.
İlk anda nerede olduğunu hatırlamadı.
Hatta hatırlaması oldukça uzun zaman aldı. Koluna bağlı olan hortumu çıkardı
ilk önce. İğnenin dirseğine girdiği yerden ince bir kan akmaya başladı. Bu
esnada kollarının morarmış olduğunu gördü. Daha sonra bileğindeki makineye
bağlı olan bir parçayı çıkardı ve göğsünün üzerinde duran yuvarlakları da.
Onları çıkarttığı zaman ritmik bir ses çıkaran makine tek ve son derece tiz bir
ses çıkarmaya başladı.
Odaya beyaz önlüklü insanların doluşması
fazla uzun sürmedi. Hepsi onun etrafında toplanmış ve şaşkın gözlerle
izliyorlardı. Kimisi koluna bir alet takıp onu şişiriyor kimisi gözlerine
ışıklı bir cihazla bakıyordu. Ne olduğunu anlaması biraz zaman aldı ama daha
sonra "ben iyiyim" diye bağırdı. Odaya giren beyaz önlüklüler bir
anlığına durdu ve kız bu fırsattan yararlanarak ayağa kalktı. "Elbiselerim
nerede benim?"
Hastaneden çıkması çok kolay olmadı. Beyaz
önlüklüler onu makinelere bağlama konusunda ısrar ediyordu. Öğrendiği kadarıyla
bir kaza geçirmiş ve komaya girmiş ve yaklaşık bir yıl boyunca o komada
kalmıştı. Bu yüzdendi uyandığı zamanki şaşkınlığı. Her şey o kadar üst üste
gelmişti ki ne hissedeceğini veya ne düşüneceğini bilemiyordu. Ağzındaki
kekremsi tat kırılan hayallerinden geliyordu.
Hastaneden çıktıktan sonra ne yapacağını
düşündü. Unutmuştu bu hayatı. Saat gece yarısını geçeli uzun zaman olmuştu ve
güneşin doğuşuna daha çok zaman vardı. Öyle ki güneşin bir daha doğmayacağını
düşünüyordu. Evine gitmeye karar verdi ve bir taksiye bindi. Eve gittiği zaman
bir yıl içinde neler olup bittiğini öğrenmek için televizyonu açtı. "Bu da
sahte" diyerek kanalları değiştirdi. Haber kanallarına geldiği zaman ise
vahşet haberlerini gördü. Her yerde katliam yapılıyordu. İnsanlar ise
acımasızca öldürülüyordu. "Neden geri döndüm ki?" diye sordu kendine.
Hep kaçtığı, geri dönmek istemediği yerdeydi ve sadece uyumak istiyordu o pis
dünyada ve uyudu zamanın geçmesine izin vererek.
Resim: Aquasixio, Tomasz Alen Kopera