düş masalları II, başka bir dünya

Sistem kendine köleler isterdi ve bu kölelerinin aynı olması için çalışırdı. Aynı olan köleler aynı şekilde yönetilebilirdi. İnsanlar aynı olduğu sürece onları istediği yere çekebilir veya istediği ürünü satabilirdi sistem. Zaten yıllarca bunu sağlamak için uğraşmış, insanların kimlikleri ağır ağır silmişti. Kimliksiz bir toplum sistemin devamı için en önemli unsurdu.

Bir diğer taraftan sistem kendisine uymayanları dışlardı. Hala düşünenlerin veya hissedenlerin sistemin içinde bir yeri yoktu. Bu yüzden sisteme ayak uyduramayanlar dışlanır ve onun sunduğu kolaylıklardan faydalanamazdı. Kural çok basitti "mutluluk sistemin tekelindeydi artık." Sadece mutluluk değil diğer duyguları da ele geçirmişti sistem. Ağlamak istediğinizde hangi mendili kullanacağınıza o karar verirdi veya mutsuz olduğunuzda alışverişe çıkmanızın sebebi oydu.

Sistem insanları kullanırdı acımasızca. Onlardan beslenir ve onları içi boş kuklalara çevirirdi. İnsanların tüm kanını emerdi sistem. Daha sonra duygularını öldürür ve onların kültürleri ile bağlarını koparırdı. Bu şekilde insan amaçsızlaşır, bildiği her şeyi unuturdu.

Gelin sisteme ayak uyduramayan bir kızın masalını dinleyelim ve görelim onun neler yaşadıklarını.

...
  
Solgun beyaz ışık küçük odanın duvarlarını aydınlatıyordu. Odadaki makinelerden birisinden gelen ritmik bir sesin haricinde fazla bir ses yoktu. Kimse konuşmak istemiyordu aslında. Sanki bir sessizlik bulutu odayı kaplamış ve ilk konuşan tüm kuralları çiğneyecekti. Metal bir yatağın yanında iki adam duruyordu. Bunlardan birisi beyaz bir önlük giymişti ve dikkatli gözlerle bakıyordu yanındaki adama. Diğeri ise siyah bir pelerin giymişti ve üzerindeki elbise birçok yerinden yırtılmıştı. Yırtıkların arasından tenindeki kesikler görülebiliyordu.

"Hastanın nesi oluyorsunuz?" diye sordu beyaz önlüklü olanı. Diğeri ise "Hiçbir şeyi olmuyorum ama onu duydum ve merak ettim. Durumu nasıl?" diye sordu. Beyaz önlüklü için cevaplaması zor bir soruydu bu. Aslında cevabı biliyor, onu nasıl anlatacağını kurguluyordu ancak yine de onun için zor bir cevaptı bu. Cevabın gecikmesinden yatakta yatan kızın durumunun iyi olmadığını çıkardı adam. Bu beklediği bir durumdu. 

Kısa bir gecikmenin ardından beyaz önlüklü olanı anlatmaya başladı "Şu anda bir sağlık sıkıntısı yok ama uyanmıyor. Neden uyanmadığını bilmiyoruz. Buraya gelmesine sebep olan tüm sorunlar düzeldi ama uyanmıyor." Beyaz önlüklü cümlesini bitirdiğinde yanındaki adam biraz kızla yalnız kalmak istediğini söyledi. Bunun üzerine önlüklü olan başını eğerek onayladı ve dışarıya çıktı.

Adam o gittikten sonra bir süre boyunca kıza doğru bakmadı. Onun için oldukça zordu aslında neler olduğunu biliyor ama hiçbir şey yapamıyordu. "Çaresizlik böyle bir şey olmalı" dedikten sonra kızın yanına eğildi ve onun elini tuttu. Kendi pis eliyle onun elini kirletmek istemediği için önce elini gömleğine sildi. Daha sonra kıza doğru biraz daha eğildi ve başını kulağına doğru yaklaştırdı "uyan Yıldız. Senin yokluğunda kimse yolunu bulamıyor. Dünyanın sana ihtiyacı var. Lütfen uyan. Uyandığında yanında olacağım senin merak etme." Cümlesini bitirdikten sonra adam kızdan uzaklaştı ve önce odayı ardından binayı terk etti.

...

Bu esnada kız çok farklı bir dünyada yaşıyordu. Yemyeşil bir tepenin üzerindeydi kız. Kollarını iki yana açmış ve gökyüzüne bakıyordu. Güneşin parlak ışınları bulutların arasından geçiyor, rüzgâr hafif bir biçimde esiyordu. Orada üşümek veya terlemek mümkün değildi. Olduğu yerde dönüyor ve etrafını seyrediyordu. Büyük ağaçların dallarında kuşlar çeşitli şarkılar söylüyor, farklı melodiler birleşip büyük bir senfoni halini alıyordu. O şarkıyı duyan birisinin mutsuz olma ihtimali yoktu. Şarkı mutluluğa giden yol adını taşıyor ve onu dinleyen kız saf mutluluğu hissediyordu.

Bu esnada onun beyaz köpeği hemen yanında duruyor, yanına konmuş kuşlarla oyunlar oynuyordu. Birbirinin arkadaşıydı onlar, oradaki her şey arkadaştı. Herkes birlikte hareket ediyor ve asla yalnız kalmıyordu. Kızın diyarında yalnızlık sözlüklerden dışlanmış bir kelimeydi. Oradaki kimse onun anlamını bilmez, bir kez olsun cümle içinde kullanmazdı. Cümlelerin kabul etmediği birçok kelime bulunurdu orada. Mesela "hüzün, mutsuzluk, ayrılık" gibi kelimeler varlığını yitirmişti. 

Tepenin üzeri çiçeklerle kaplanmıştı. Her renkten, her türden çiçekler yeşil çimenin üzerine serpilmişti. Aralarından yürüyen birisi her birisinin kokusunu ayrı ayrı alabilir ve onlara hayran kalabilirdi. O ise bütün o muhteşemliğin tam ortasında etrafa gülücükler dağıtıyordu. Yanaklarındaki gamzeler çiçeklerden bile daha güzeldi. Güneş gözlerine vuruyor ve onun gözlerini çimenlerin yeşiline buluyordu. Mutluluğun anlamını çok iyi biliyordu o. Yaşadıkları mutluluktu onun.

Zaman ilerleyip güneş batmaya hazırlandığında tepeden aşağıya doğru inmeye karar verdi. Bayırdan inerken kuşlar onun etrafında dans ediyor her yeri şarkıları ile süslüyorlardı. Tepeden indiği zaman güneş batmaya başlamıştı. Gökyüzünün aldığı renkleri izledi bir süre boyunca. Kırmızının çeşitli tonları ve mavi renk muhteşem bir uyum içinde bütünleşmişti. Gökyüzünde bir renk cümbüşü vardı o an. 

Güneş yavaşça karşıdaki tepelerin ardında kaybolduktan sonra sırada ayın doğması vardı. Bu yüzden olduğu yerde yarım tur döndü ve beklemeye başladı. Beklemesi fazla uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra ay parlak beyaz gövdesi ile gökyüzünde yükseldi. Ay yükseldiğinde gökyüzü yıldızlarla kaplandı. Sanki bir çöldü gökyüzü ve her kum tanesi küçük bir yıldızdı. Hava kararmış olmasına rağmen etrafı ayın ışığı ile aydınlanıyordu.

Bir süre daha bahçede durdu, çimlerin üzerine oturdu. Kuşlar etrafında dönüyor, onu bir an bile boş bırakmıyordu. Başka bir şey istemiyordu zaten. O an sahip oldukları onun için yeterliydi. Daha uyuması gerektiğini fark etti ve küçük tahtadan evine doğru yürüdü. Kapıyı açıp içeriye girdiği zaman üzerindeki giysileri çıkardı. Daha rahat elbiselerini giyip yatağına uzandı. Kuşlar onun için şarkılarını değiştirmiş, uyku şarkıları çalmaya başlamıştı.

Gözlerini kapattıktan sonra uykuya dalması çok uzun sürmedi. Güzel, sıkıntısız bir rüya gördü ve güneşin ilk ışıklarıyla birlikte uyandı.  Kuşların güne başlama şarkısını dinledi yatağında oturup. Gözlerini kapattı ve etrafını saran huzuru kokladı. Daha sonra evden çıkmaya karar verdi. Dışarıya çıktığında köpeğinin onu beklediğini gördü ve bir süre boyuna onunla oynadı. Etrafa baktığı zaman uzaklarda kurdu gördü. Kurt ona yaklaşmaz uzaktan takip ederdi. Korurdu onu ve ona güvenirdi kız. Kurdun varlığı kızın rahat bir uyku uyumasını sağlardı bu yüzden onu uzaklarda görmek iyi hissettirmişti.

Kurt ile bir süre bakıştıktan sonra kız gülümsedi. Gülümsemesi o kadar güzeldi ki o gülümseyince etraf biraz daha aydınlandı, güneş biraz daha yükseldi. Daha sonra kahkahalar atarak koşmaya başladı ve tüm kuşlar onun peşinden geldi. Kuşlarla bir yarışa girmişti ve bu yarışta kimin kazanacağının hiçbir önemi yoktu. Uzun bir süre boyunca koştular ve bir derenin yanına geldiğinde durdular.

Kız ayaklarını serin suyun içine soktu ve deredeki balıkları gördü. Sanki balıklar o görsün diye yüzeyde geziniyordu. Bir süre sonra balıklar etrafında dönmeye başladı. Elini suya sokuyor ve onları seviyordu. Biraz daha suda kaldığı sırada balıklardan birisinin ters yüzdüğünü fark etti. Onun neden öyle yüzdüğünü öğrenmek için elini uzattığında hareket etmediğini fark etti. Balık ölmüştü ama onun dünyasında kimse ölmezdi. Hiçbir şey bozulmaz veya eskimezdi. "Balık neden ölmüştü?" "Ne yanlış gidiyordu?"


Sudan çıktıktan sonra çimenlerin üzerinde düşünceli bir şekilde yürümeye başladı. Biraz ilerledikten sonra yerde kurumuş bir çiçek gördü. Onun dünyasında çiçekler kurumazdı. Hiçbir şey eksilmez, sadece artardı. Biraz daha ilerledi ve kurumuş başka bir çiçek daha gördü. Daha sonra ise bir başkasını. Bahçedeki tüm çiçekler hızlı bir şekilde kurumaya başlayınca koşmaya başladı. Uzaklaşmak, cennetine geri dönmek istiyordu.

Ancak o koştukça ağaçlardaki yapraklar kurumaya ve dökülmeye başladı. Onun dünyasında yapraklar kurumaz, ağaçlar ölmezdi. Çok kısa bir zaman sonra etrafındaki tüm çiçekler solmuş ve tüm ağaçlar kurumuştu. Korkuyordu. Korktuğu şey kaçtığı hayatına geri dönecek olmasından başka bir şey değildi aslında. Burası farklıydı, burada kötülük yoktu. Her şey iyiydi onun dünyasında ama şimdi kötülük onun dünyasına geliyordu.

Dizlerin üzerine çöktü ve etrafa korkudan açılmış gözleri ile bakmaya başladı. Kaçtığı her şey onu buluyordu ve kaçacak başka bir yeri yoktu. Bir anda havada uçan kuşlar olduğu yerde durdu. Tam böyle bir şeyin nasıl olabileceğini düşündüğü sırada havada duran kuşlar geçen bir andan sonra düşmeye başladı. Gökyüzünde hiç kuş kalmamıştı ve hepsi yerde cansız bir şekilde yatıyordu. Kuşlar düştükten sonra tüm çimler o an kurudu. Etrafta yeşil olan ne varsa hepsi yok oldu. Maviden başka bir renk olmayan gökyüzü koyu gri bulutlarla kaplandı.

Kızın dünyası yok olurken arkasından köpeğinin acı içinde haykırdığını gördü. Dönüp baktığında köpeği üç tane sırtlan ile mücadele ediyordu. O pis, kötü yaratıkların onun dünyasında işi yoktu. Sırtlanlar köpeğinde yaralar bırakırken o acılar içinde savaşmaya devam ediyordu. Bedeninden akan kan kurak zemine damlıyor ve yerde kırmızı bir iz bırakıyordu.

Gözlerini köpeğinden kenara doğru kaydırdığında başka bir sırtlanın kendisine doğru yaklaşmakta olduğu gördü. Ağır adımlarla ilerliyor, ön ayaklarını geriye doğru atıp sırtını dikleştiriyordu. Koşmaya başlamadan hemen önceki andaydı kız ve o koşmaya başladığı zaman yapacak hiçbir şeyi yoktu. O bir an çok hızlı geçti kıza düşünme zamanı bile vermeden ve sırtlan koşmaya başladı. Kız kendini korkudan geriye doğru fırlattığı sırada sırtlan ise onun üzerine doğru zıplamıştı. Ancak o havadayken ona çarpan bir şey yan tarafa düşmesini sağladı.

Kurdu gelmişti. Havadaki sırtlana çarpıp onun düşmesini sağlamıştı. Daha sonra dişlerini onun boynuna geçirip ve boğazını parçaladı. Ancak bu zafer fazla uzun sürmedi. Yanlarına gelen sırtlanlar kurdun etrafını sardı ve savaşmaya başladılar. Kurt ne zaman bir saldırı hamlesi yapsa arkasından gelen bir pençe derisini kesiyordu. O tarafa doğru döndüğü zaman ise başka bir pençe isabet ediyordu. Bir süre devam ettikten sonra saldırmamaya başladı kurt.

Bu şekilde olunca kendini daha iyi koruyabiliyordu. Ancak ağzından salya akan sırtlanlardan bir tanesi kıza doğru döndü ve ona doğru yürümeye başladı. Yüzünde pis bir sırıtış vardı sanki "bu dünya artık bizim" dermiş gibiydi ve kız öfke duyduğunu hissetti. Ateş olsaydı eğer tüm dünyayı yakabilirdi o anda. 

Sırtlan acelesi yokmuşçasına yaklaşıyor ve anın tadını çıkarıyordu. Kız ise o yaklaştıkça geriye doğru adımlar atıp uzaklaşmaya çalışıyordu. Ancak fazla uzaklaşamadı. Sırtını bir ağaca dayadığı sırada sırtlan hemen yanına kadar gelmişti. Artık sona geldiğini anladı kız. Kaçtığı her şey onu bulmuş ve köşeye sıkıştırmıştı. Daha fazla kaçamazdı artık, son çok yakındı.

O esnada arka taraftan bir uluma duydu kız ve sırtlanla birlikte o yöne doğru baktı. Kurt parçalanmış, kana bulanmış bir şekilde onlara bakıyor ve kırmızı dişlerini gösteriyordu. Sırtlan bu görüntü karşısında geriye doğru bir adım attı. Savunmasını kurgulaması gerekiyordu artık. Kurt ise arkasında diğer sırtlanların cansız bedenlerini bırakıp yaklaşıyordu. Gözlerindeki öfke kızın hissettiği kadar büyüktü ve sırtlanın üzerine zıpladı.

Ancak başka sırtlanlarda geliyordu ve kış koşmaya başladı. Tüm gücüyle koştu. Artık o dünyada yaşamak istemiyordu. Sahip olduğu her şey yok olmuştu ve biliyordu ki kurt çok dayanamazdı. Geriye dönüp bakmadı bile, bakmayı düşünemeyecek kadar korkmuştu. Bir süre sonra etrafındaki her şey silinmeye başladı ve kız kendini siyah bir boşlukta buldu. Geri dönme zamanı gelmişti artık. Gözlerini kapatıp açtığında beyaz bir odada makinelere bağlı bir şekilde yatıyordu.

İlk anda nerede olduğunu hatırlamadı. Hatta hatırlaması oldukça uzun zaman aldı. Koluna bağlı olan hortumu çıkardı ilk önce. İğnenin dirseğine girdiği yerden ince bir kan akmaya başladı. Bu esnada kollarının morarmış olduğunu gördü. Daha sonra bileğindeki makineye bağlı olan bir parçayı çıkardı ve göğsünün üzerinde duran yuvarlakları da. Onları çıkarttığı zaman ritmik bir ses çıkaran makine tek ve son derece tiz bir ses çıkarmaya başladı.

Odaya beyaz önlüklü insanların doluşması fazla uzun sürmedi. Hepsi onun etrafında toplanmış ve şaşkın gözlerle izliyorlardı. Kimisi koluna bir alet takıp onu şişiriyor kimisi gözlerine ışıklı bir cihazla bakıyordu. Ne olduğunu anlaması biraz zaman aldı ama daha sonra "ben iyiyim" diye bağırdı. Odaya giren beyaz önlüklüler bir anlığına durdu ve kız bu fırsattan yararlanarak ayağa kalktı. "Elbiselerim nerede benim?"

Hastaneden çıkması çok kolay olmadı. Beyaz önlüklüler onu makinelere bağlama konusunda ısrar ediyordu. Öğrendiği kadarıyla bir kaza geçirmiş ve komaya girmiş ve yaklaşık bir yıl boyunca o komada kalmıştı. Bu yüzdendi uyandığı zamanki şaşkınlığı. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki ne hissedeceğini veya ne düşüneceğini bilemiyordu. Ağzındaki kekremsi tat kırılan hayallerinden geliyordu. 

Hastaneden çıktıktan sonra ne yapacağını düşündü. Unutmuştu bu hayatı. Saat gece yarısını geçeli uzun zaman olmuştu ve güneşin doğuşuna daha çok zaman vardı. Öyle ki güneşin bir daha doğmayacağını düşünüyordu. Evine gitmeye karar verdi ve bir taksiye bindi. Eve gittiği zaman bir yıl içinde neler olup bittiğini öğrenmek için televizyonu açtı. "Bu da sahte" diyerek kanalları değiştirdi. Haber kanallarına geldiği zaman ise vahşet haberlerini gördü. Her yerde katliam yapılıyordu. İnsanlar ise acımasızca öldürülüyordu. "Neden geri döndüm ki?" diye sordu kendine. Hep kaçtığı, geri dönmek istemediği yerdeydi ve sadece uyumak istiyordu o pis dünyada ve uyudu zamanın geçmesine izin vererek. 

Resim: Aquasixio, Tomasz Alen Kopera

0/Post a Comment/Comments