düş masalları II, şarkıdaki kız

Dönüşüyoruz aslında. Neye doğru dönüştüğümüzü bilmiyoruz ama insan olmadığından eminim. Giderek insanlıktan uzaklaşıyoruz ve insanlığa dair ne varsa silip atıyoruz. Sahip olduklarımızı bir kenara bırakıyoruz. Merhamet, masumiyet gibi kavramlar unutulup gidiyor. Komşusunun aç yatmasına izin vermeyen insanlık onun aç yatmasından zevk almaya başlıyor. Geçmişe dair olan her şey yalan adıyla betimlenip siliniyor hayattan.

Biz ise unutmaya dünden razı bir şekilde kabul ediyoruz sistemin sunduklarını. Görmesek dünya daha bir güzel olacakmış gibi davranıyoruz. Kapatıyoruz gözlerimizi. Yanımızdan oluk oluk kan boşalırken hiçbir şey yapmıyoruz. Aslında sistemi biz durdurabiliriz ama umurumuzda bile değil bu. Biz susuyoruz ve sistem kazanmaya devam ediyor. Sistem kazandıkça kendimizin de kazandığını zannediyoruz ama biz hep kaybediyoruz. İşin en kötü tarafı ise ne kaybettiğimizi bile bilmiyoruz.

Kendimizi kaybediyoruz bunun karşılığında üstü yazılı kağıtlar kazanıyoruz. Onların üzerine bir hayat kurmaya çalışıyoruz, olmuyor. Hayatı yanlış yerde arıyoruz biz, yanlış yöne bakıyoruz. Sevgi aşk, merhamet gibi kavramlara sırtımızı dönüyor. Üstü yazılı o kağıt parçaları hayatımız oluyor ve biz unutmayı seçiyoruz. Dönüşüyoruz biz ve dönüştüğümüz şey insandan daha yüce değil. Basitleşiyoruz ve günün biri gelince yok olacak. Hayatın sonu da tam burada başlayacak.

Gelin sınırların biraz dışına çıkalım ve farklı bir masal okuyalım ve aşkın gözyaşlarının bu masalda akmasını seyredelim.

...
Banyoda duruyor ve aynaya bakıyordu kız. İki elini lavaboya yaslamış ve başını hafif bir şekilde öne eğmişti. Kendisi karşısında güçsüz gibi hissediyordu o an. Mahçuptu, utanıyordu hatta kendisinin yüzüne bile bakacak hali kalmamıştı. Silip atmak istiyordu her şeyi.Başka birisi olmak gibi imkansıza yakın hayalleri vardı. Sıkılmıştı artık kendisi olmaktan. Aynaları parçalamak istiyordu kendisini bir daha görmemek için.

Gözlerine çektiği kalemler gözyaşları yüzünden akmıştı. Bu yüzden yanaklarından aşağıya doğru inen siyah çizgiler vardı. Sanki onlar büyük bir savaşın izleriymiş gibi silmek istemiyordu. Yaşadıklarını herkesin bilmesini istiyordu aslında ama kimsenin kendisini anlayamayacağını biliyordu. Bu yüzden önemli değildi hiçbir şey. Aynaya bakıyor ve o aynayı parçalamak istiyordu. Aslında nefreti kendisineydi ama bunun için yapabilecek bir şeyi yoktu.

Aynaya bakarken yumruklarını sıkmaya başladı. Tırnakları avuç içine bakıyor ve canını yakıyordu. Ancak o an çektiği acı bir ödüldü onun için. Acıdan zevk almaya başlamıştı ki bu onun için çok güzel bir gelişme değildi. Başka birisi gibi olmak istiyordu. Basit mutluluklarla amaçsız bir şekilde yaşamak niyetindeydi. Onun yaşadıklarını başka kimse anlayamıyordu. Belki fazla karışıktı yaşadıkları, belki fazla yanlıştı bilemiyordu ama başkalarının yaşadıklarını yaşaması gerekliydi mulu olabilmek için.

Başını yukarıya doğru kaldırdı. Gözlerinde kararlı ve keskin bir bakış vardı. Lavabonun kenarında bulunan makası aldı ve onu saç eliyle tuttu. Daha sonra saçlarına yaklaştırdı ve lavaboya bir parça saç düştü. Lavabo ağzına kadar saç dolana kadar devam etti. Uzun, dalgalı siyah saçlarının dökülmesine aldırmadı bile. Her geçen an kararlılığı artıyordu ve saçlarını kafa derisi gözükene kadar kısalttı. Artık bir erkek saçı ile pek bir fark kalmamıştı ve gülümsedi. Gülümsemesi çarpıktı, eksikti, kırılmıştı ama uzun zaman sonra bir gülümsemeydi ve bunun tadını çıkardı.

Saçını kesme işlemi bittiği zaman başını yıkadı, lavaboyu temizledi. Daha sonra daha hiç giymediği elbiselerinden giydi. Başka birisi olmak için hazırdı ve aynaya baktığı zaman başka birisini görüyordu. Aynaya dikkatli bakmadığı için böyleydi aslında. Dikkatli baksa göz bebeklerinin rengini değiştiremediğini fark ederdi. Biraz daha dikkatli baksa gülümsemesindeki sahteliği de fark edebilirdi. Ancak yapmadı, dikkatli bakmak istemiyordu. Herkes gibi olmak, yüzeyde yaşamak ve hissetmemek niyetindeydi.

Evinden dışarıya çıktı ve sokağa daha önce bakmadığı gibi baktı. Umursamadı ilk önce, yanından geçenlerin kimliğinin bir anlamı yoktu. Sanki yüzlerce kişinin geçtiği sokak bomboştu. Sadece kendisi vardı orada, sadece o önemliydi. Sanki o gitmiş başka birisi gelmişti. Kimin geldiğini bilmiyordu, kimin geldiğinin bir önemi yoktu. Herhangi birisi gibi olmak yeterliydi onun için. Sıradan, aynı olmak acı çekmemek demekse o acı çekmemeyi seçmişti. Yoksa bir kimliğin üzerinde yazan birkaç satırın herhangi bir anlamı yoktu. Farklı bir lisandaki bir kelimede yeterdi onu anlatmaya.

Sokakta yürürken basit bir şekilde etrafa baktı. Derinleri görmeyi umursamadı, konuşmaya kalksa çok sıradan cümleler kurardı. Sokakta biraz daha yürüdü ve bir mağazaya girdi. "Şok indirim" yazan cam onu çekmişti. Yeni kendisinin yeni elbiselere ihtiyacı vardı. İçeriye girdiği zaman içerisinin boş olduğunu fark etti. Bunun daha güzel olduğunu ve kendi başına alışveriş yapabileceğini düşündü. Tabi içeride kimsenin olmaması garip bir durumdu. İnsanların nereye gittiğini düşünürken bir anda arkasındaki kapı büyük bir gürültü ile kapandı.

Bir anda içini büyük bir korku kaplamıştı. Geriye dönüp bakmamak ile bakmak arasında sıkışıp kalmıştı sanki. Aslında en büyük sorun gördüğü ve bildiği bir bela ile görmediği bela arasındaki farklardaydı. O güne kadar hep arkasını dönüp bakmış ve tehlikeyi, sıkıntıları görmüştü. Şimdi yeni birisi olmak istiyordu ve içindeki kararsızlık bu sebeptendi. Dönüp baksa eskisi gibi olmaya devam ederdi bu yüzden dönmedi. İçindeki tüm isteklere rağmen yapmadı bunu. Başka birisi olacaktı artık.

Kısa bir süre sonra kemikli bir el omuzunu tuttu ve "hoş geldin" dedi kirli, karanlık bir ses ile. Sesi duyduktan sonra başını çevirdi ve bir kadın gördü. Uzun saçları gece kararı kadar siyahtı. Soluk beyaz bir teni vardı. Gözlerinde hiç ışık yoktu. Siyahın gerçek karşılığıydı belki onun gözleri ve sanki gelen her ışığı yok ediyordu. Kara bir delik gibi her şeyi hapsediyor ve tüketiyordu. Dokunuşu ise daha ürkütücüydü. Dokunduğu yerden bedenine doğru bir sızı yayılıyordu. Sanki damarlarında boz dolaşıyor gibi hissediyordu. Üşümek gibi değildi hissettiği sanki soğuk onun içindeydi.

Kadını gördüğü kısa bir anın ardından ondan uzaklaşmak için ileriye doğru hızlı bir adım attı ver sırtını döndü artık kadınla karşılıklı olarak duruyordu. Kadının yüzünde eğreti bir gülümseme vardı. Mutluluktan değildi o gülümseme hatta kadının mutluluğu bilmediğini bile düşündü. Bir insan nasıl mutluluğu bilmez diye düşünmedi bile. O an sorgulaması gereken en son şey buydu. Bunun yerine kadına bir şey söylemek istedi ama ne söyleyeceğini bilmiyordu. Şanslıydı ki düşünmek için fazla zamanı olmadı ve kadın konuşmaya başladı "Tekrardan hoş geldin. Kim olduğumu merak edeceksin, neden burada olduğumu, nasıl ne yapacağımı sorgulayacaksın. Merak etme hepsine cevap vereceğim. Sadece biraz durmanı ve düşünmeni istiyorum. Geçmişini düşün mesela. Annen baban nasıl öldü senin? Hatırlamaya çalış ama yapamayacaksın çünkü gerçeği bilmiyorsun. Düşünemediğin zaman komik oluyorsun farkındasındır umarım bunun. Şimdi ne yapacağımı söyleyeyim sana. Aynı annen ve baban gibi seni yok edeceğim ama onlara yaptığım gibi öldüremem seni. Böyle kısıtlamaları var hayatın masal dünyasında olsaydın öldürebilirdim ama gerçek dünyaya gelince bunu yapamıyorum. Önemli değil daha güzel bir şey yapacağım sana. Seni bir şarkıya hapsedeceğim hani o en sevdiği şarkı var ya onun içine gömeceğim seni. Oradan çıkamayacaksın ve o şarkıyı dinleyen herkesi hissedebileceksin. Tabi dinleyen kimse kalmadığı zaman öleceksin. Sen de çok sevdin değil mi? Şimdi uzatmanın anlamı yok hadi şarkının içine git."

...

Sanki sonsuz bir boşluktaydı kız veya boşluğun tamamı oydu. Her tarafa ulaşabiliyor, her tarafı hissedebiliyordu. Birisi sevgilisinden yeni ayrılmıştı ve bir şarkı dinliyordu. Şarkıyı dinlerken sanki yeni açılmış yarası derinleşiyor ve kızgın bir demir yaraya bastırılıyordu ama yara hiç kapanmıyordu. Başka bir yerde bir adam yalnızdı. O kadar yalnızdı ki gölgesi bile terk etmişti onu. Aynaya baksa kendini göremeyeceğinden korkuyordu. Kaybolmuştu yalnızlığının içinde ve kendini bulmak için hiç çaba sarf etmiyordu. Başka bir yerde başka birisi çektiği acıdan zevk alıyordu. Bedenine binlerce farklı iğne saplandığı hissediyordu. Sanki acı damarlarının içinde bedenini dolaşıyordu. Hayattan zevk alamayan bir insandı o ve artık acıdan zevk almaya başlamıştı.

Aslında o masal dünyasının prensesiydi. Kötü kraliçe annesini ve babasını öldürmeden önce ailesi onu sahte hatıralarla dünyaya göndermişti. Hayata bir türlü alışamamasının sebeplerinden birisi de buydu. Daha sonra kötü kraliçe ailesini öldürmüş ve prensesin peşine düşmüştü. Masal dünyasını ele geçirebilmek için prensesin de ölmesi gerekiyordu sonuçta ailesi ölünce masal dünyası ona kalmıştı. Şarkıya hapis edilince bir lanet yapılmıştı üzerine. Şarkıyı dinleyen herkesi hissedebilecek ve onların yaşadıklarını bilebilecekti.  Şarkıyı dinleyen kimsenin kalmaması durumunda ise ölecekti. Aslında bu lanetin bozulması için bir yol vardı. Aşk tüm lanetleri bozabilirdi ve onun laneti de aşkın dokunuşları ile bozulacaktı. Birisi o şarkıyı dinler ve kızı görürse, daha sonra o kıza aşık olup onun için yaşamaya başlarsa ve fedakarlık yaparsa kızı kurtarabilirdi.

Kız günlerce, haftalarca hatta aylarca o şarkıda kaldı. Şarkıyı dinleyen herkesin ne hissettiğini hissetti. Kimi zaman güldü ama çoğunlukla şarkıyı dinleyenlerle birlikte ağladı. Öyle bir şarkının içine hapsolmuştu ki dinleyenlerin hepsi acı çekiyordu ve onların çektiği acıların toplamını kız hissediyordu. Kimi zaman var olan tüm acıları çektiğini düşünürdü düşünmeye zaman bulabilseydi eğer. Kendini parçalara bölmüş, her parçasını farklı bir yere savurmuştu.

Bu esnada geçen günlere, haftalara, aylara aldırmadan insanlar şarkıyı dinlemeye devam ediyorlardı. Ancak azalan sayıda oluyordu hep. Aslında her geçen gün şarkıdaki kız ölüme bir adım daha yaklaşıyordu. Bu günlerden birisinde bir adam sokaklardan birinden geçerken mağazalardan birisinde o şarkıyı duydu. Adım atmayı bıraktı, ilerlemek istemiyordu. Nefes almadı bir süre boyunca. Dinlediği şarkıda öyle bir şey vardı ki ona aşık olmuştu. Sanki şarkının içinde gizlenen bir kız vardı ve yardım ister bir şekilde elini uzatmıştı. Ona dokunmayı çok istemişti o an. Gözlerindeki hüznü merak etmiş, ses tonunda yaşamak istemişti. Tüm doğruları ve yanlışları sevmek istemişti o an, onu tüm hatalarıyla kabullenmek ve gözyaşlarını silmek istiyordu. Birisini sevmek nasıl olurdu diye düşündü ve daha sonra o kızı sevmeyi hayal etti.

Şarkı bittiği zaman hayatında eksik olan kısa bir süre için tamamlandığını hissetti. Daha sonra hızlı adımlarla mağazanın içine girip çalan şarkının hangisi olduğunu sordu. Mağazanın sahibi bilmiyordu veya içeride çalışanlardan birisi. Bunun üzerine çalan radyonun ismini öğrendi daha sonra aradı. Şarkıcının kim olduğunu onlarda bilmiyordu ama şarkının ismini öğrenebilmişti. Hızlı adımlarla eve geçecek ve bilgisayarını açacaktı daha sonra. Şarkıyı araştıracak ama bulamayacaktı. Onu bulmak imkansızdı. Şarkı seni bulurdu eğer onu hak ediyorsan. Dinleyen herkesin acıları azalırdı mesela. Kız onlara sırdaş olurdu. Adam o gece uyumadı hiç. Ertesi sabah koltuğunda sızdı. Öğleye kadar uyudu daha sonra ama şarkıyı bulamadı. Kızın fazla vakti kalmamıştı ve acımasız zaman akmaya devam ediyordu.

Bir insan bir şarkı için yaşayabilir miydi veya bir şarkı aşk olabilir miydi?

Not: Sanırım o şarkı böyle bir şey olmalı Sonata arctica, Draw me

Not 2: Umarım onun gözlerini anlatabilmek için gereken cümleyi bulabilirim yoksa eksik kalır tüm satırlar.




0/Post a Comment/Comments