Günlerden bir gün başka bir şehre düştü yolum. Neden
gittiğimi bilmiyordum aslında. Karşıma çıkan ilk otobüslerden birisine bindim
ve saatlerce süren bir yolculukla karşılaştım. Nereye gittiğimi bilmiyordum,
neden gittiğimi bilmiyordum. Sadece yolun beni çağırdığı hissettim ve
beklemedim. Ayrıca nereye gittiğimin bir önemi yoktu. Her yer aynıydı benim
için.
Her şehir aynıydı aslında. Her yolculuk aynıydı. Bir
otobüse binip başka bir yere gidiyordum. Aslında insanın geri döneceğini
bildiği halde bir yere gitmesinin anlamı yoktu. Gidişler vazgeçmek olmayınca
çok amaçsız olurdu ve ben vazgeçemiyordum. Neden vazgeçemediğimi bilmiyordum.
Hatta bırakıp gitmek istiyordum yaşadığım şehirdeki her şeyi.
Bu yüzden neden vazgeçemediğimi asla öğrenemedim. Aynı
şekilde neden geri döndüğümü de bilmiyordum. Belki aradıklarımı bulamadığım
için geri dönüyordum hep. Ancak bu düşünce içinde aradığım bazı şeylerin olması
gerekiyordu ama ben ne aradığımı da bilmiyordum.
Tabi insan neyi aradığını bilmediği zaman gitmenin bir
anlamı olmuyor. Böyle olunca insan bulamıyor. Nasıl bulabilir ki daha ne
aradığını bilmeyecek kadar aciz. Kendimi sürekli dolaşan bir seyyah gibi
hissediyordum.
İnsan nereye giderse gitsin kaçamıyormuş kendinden. Tabi
bu durumda kendimden neden kaçtığımı da bilmiyorum. “İnsan kaçabilir miydi
kendinden?” hep bu soru dolaşıyor zihnimde ama ben cevapları bulamıyorum.
Sonra otobüs yolculuğu sona erdi ve ben başka bir şehre
ulaştım. Otobüsten indiğim zaman gördüğüm her şey yeniydi benim için. Binalar,
insanlar, sokaklar hatta şehrin üzerinde uçan kuşlar bile farklıydı. Otobüsten
inip etrafa baktığım zaman oraya ait olmadığımı hissettim. Zaten ben hiçbir
yere ait değildim. Hiç oyalanmadan başka bir otobüse binip geri dönebilirdim
ama bu şehre bir şans vermem gerekiyordu.
Adını bile bilmediğim şehrin sokaklarında dolaştım bir
süre boyunca. Kimseyi tanımıyor, orası hakkında hiçbir şey bilmiyordum.
Acıktığımı fark edince bir lokantaya girdim ve oranın meşhur yemeğinden
istedim. Yemek güzeldi aslında ama hemen kalktım.
Tekrardan sokağa çıkıp yürümeye başladım. Yabancıydım o
şehre bunu biliyordum ama etrafımdaki herkesin bilmesi garipti biraz. Herhalde
üzerime sinen rüzgârların kokusundandı herkesin bana garipseyerek bakması.
Yabancı olmak zordu aslında. Düşünüyorum da ben hep yapancıydım galiba.
Biraz daha yürüdükten sonra yorulduğumu fark ettim ve bir
yerde oturmaya karar verdim. Saatler süren bir otobüs yolculuğundan çıkmıştım
ve yorulmuştum. Küçük bir çay bahçesine gitmek istedim ve bir tane buldum.
Oturdum daha sonra ve bir çay istedim. Çayı beklerken etrafı incelemeye
başladım. Anlamak istiyordum bu şehri eğer anlayamazsam buraya gelmemin bir
amacı kalmazdı.
Birkaç bardak çay içtikten sonra kalkmayı planlıyordum.
Bu şehirde kalıp kalmama arasında kararsızdım. Buraya ait değilmiş gibi
hissetmeye devam ediyordum. Tam kalkmaya hazırlanırken içeriye bir kız geldi ve
ben kalmaya karar verdim. Niye böyle bir karar verdiğimi bilmiyordum aslında.
Bir kez olsun bile bakışmamıştık, gözlerinin rengini bile görememiştim ama bir
şey vardı ve ben olduğum yere çivilenmiştim.
Mutlu olmadığını anlayabiliyordum. O yüzüne baktığım
zaman mutsuzluğu sanki içimi kaplıyordu. Sanki mutsuzluk duygusu ondan bana
ulaşıyor ve beni nefessiz bırakıyordu. Temiz bir yüzü vardı. Masum olduğunu
bile söyleyebilirdim aslında. Ancak üzüntüsü onun etrafında gri bir buluttu
sanki. Güneşli bir gündü aslında o ama nedense gökyüzünde bulutları vardı.
Koyu, her an yağmur yağdırmaya hazır, büyük bir fırtınanın habercisi bulutlarla
çevrilmişti etrafı.
Uzaklara bakıyordu hep. Belki fırtınanın olmadığı bir yer
arıyordu, belki gitmek istiyordu o güneşli yere. Onun hakkında bilmediğim o
kadar şey vardı ki büyük ihtimalle hiçbir zaman öğrenemeyecektim gerçekte ne
olduğunu. Uzaklara bakışı bana kendimi hatırlattı. Bende hep uzaklara bakardım.
Uzaklarda farklı bir hayat arardım çünkü. Gitmeyi düşlediğim ama gidemediğim
zamanlar vardı benim. Sonra gitmeyi başarsam da anlamı yoktu aslında hiçbir
yere gidemiyordum ben. Nerde olursam olayım uzaklara bakıyorsam eğer etrafımı fark
etmezdim. Etrafımda ne olursa olsun görmez veya duymazdım. Aynı benim gibiydi
o.
Sonra onun gitmek isteyip gidememesini düşündüm. Ben
istediğim zaman çekip gidebiliyordum şehirden. Bir şeyler bulabilmek adına
arkama bakmadan uzaklaşabiliyordum. Ancak belki o yapamıyordu bunu. Ayaklarında
prangalar vardı ve onun hareket etmesini engelliyordu.
Kafamda o kadar soru vardı ki eğer cevapları bulamazsam
tükeneceğimi düşünüyordum. Ancak onu ne kadar incelesem, hesaplasam, toplasam
veya çıkarsam da bir sonuca varamıyordum. Kalkıp yanına gitsem ne diyeceğimi de
bilmiyordum ama ayağa kalktım. Belki de ne söyleyeceğimin bir önemi yoktu.
Sadece yanına gitmeli ve gözlerinin içine bakmalıydım. Belki aradığım tüm
cevaplar onun gözlerinde saklıydı.
Masasının yanına vardığım zaman birden irkildi ve kendini
geriye doğru çekti. Belli ki ona yaklaştığımı görmemişti. Nasıl görebilirdi ki
başka bir yere bakarken. Ruhu bedeni ile birlikte değildi aslında. En zor
andaydım aslında ben. Ona bir şey söylemeli, neden oraya geldiğimi
anlatmalıydım ama doğu kelimeleri bulmak çok güçtü.
Bir süre boyunca bakıştık. Bana sorgularcasına baktı,
sanki beni ölçüyor ve biçiyordu. Sanki kim olduğumu anlamaya çalışıyordu. Daha
sonra sessizliği bölmeye karar verdim ve “Gitsen de hiçbir şey değişmeyecek”
dedim. “Gitsen de her şey aynı kalacak.”
Daha sonra başıyla karşısındaki koltuğu işaret etti bana
ve oturdum. Galiba doğru cümleyi bulmuştum. Sonra bana neden hiçbir şeyin değişmediğini
sordu. Anlattım kendimi biraz, kısa cümlelerle. Hep gittiğimi söyledim ve geri
döndüğümü. Gittiğim hiçbir yerde aradıklarımı bulamadığımı söylediğim zaman “uzaklaşmadın
mı” diye sordu bana. Hayır dedim, uzaklaşmadım. Anlamadığı belliydi ama ben
anlatma niyetindeydim.
İnsanın kendisinden uzaklaşması gerekir aslında dedim.
Nasıl yapılacağını soran gözlerle baktı bana bilmediğimi söyledim. Nereye
gidersem gideyim ben kendimleydim dedim. Hiç bilmediğim şehirlere gittim burası
gibi. Adını bile bilmiyorum burasının ama nereye gidersem gideyim her şey benimle
birlikte geliyor. Bu yüzden uzaklara bakma aradıkların orada değil dediğimde
yanaklarından süzülen iki damla yaş gördüm ve yüreğim parçalanmaya başladı.
Elimi uzattım ve yanaklarını sildim. Mahcup bir şekilde
gülümsedi daha sonra. Aynı şekilde karşılık verdim. Bize bakanlar gülümsemeyi
bilmeyen iki kişinin yüzlerinin aldığı garip ifadeleri görebilirlerdi. “Gitmek
istiyorum” dedi “bu şehirden, bu hayattan.” “Hiçbir şey değişmeyecek” diyerek
karşılık verdim. “Her şey aynı kalacak.”
Peki, ne yapmamız gerekiyor dediği zaman durdum çünkü
verecek bir cevabım yoktu. Olsaydı söylerdim ama belki kendi acımı
dindiremiyordum fakat onunkini dindirmek için her şeyi yapardım. Ben
kaybedebilirdim bu oyunu ama o kazanmalıydı. O kadar güzeldi ki bütün bir
hayatı onun önüne serebilirdim. Yapabilseydim eğer aradığı tüm cevapları
verirdim ona ama yapamadım ve izin isteyerek gitti.
Bu şehirde kalmak için yeterli sebebim vardı ve geceyi
küçük bir otelde geçirdim. Ertesi gün tekrar aynı çay bahçesine gittim ama o
gelmedi. Takip eden günlerde de aynı şeyi yaptım ama o yine gelmedi. Daha bir
ev tuttum kendime ve bir iş buldum. O şehirde kalabilirdim ben çünkü aradığım
şeyi bulmuştum. O gitmişti ama. Gitmenin bir işe yaramadığını kendi başına
öğrenmeliydi. Bu yüzden bekledim onun geri dönmesini. Hayatım boyunca hiçbir şeyi
beklememiş gibi bekledim hem de ama o dönmedi.
Dönseydi neler olacağını bilmiyordum ancak hayatın
farklılaşacağını düşünüyordum. Onun sayesinde bir şehre bağlandım ben. Bir
şehirde kalabildim onun sayesinde. Belki o dönmeyecekti ama bu düşünce
beklentimin önüne geçemezdi. Artık bir şehrim vardı benim, artık bir beklentim
vardı, artık bir amacım vardı. Bu yüzden bekledim o tekrar gelinceye kadar. O
gelmedi ama ben beklemeye devam ettim bir gün gelir diye.
Resim: AquaSixio