Yeni dünya, altın şehre doğru


Yeni dünya

Bir süre daha ilerlemeye devam ettiler. Bu arada fazla konuşmuyorlardı. Hem aralarına yeni birisi katılmıştı hem de yolculukları planlarının dışına çıkmaya başlamıştı. Durum böyle olunca şövalye tedirgin olmuştu. O kız neden yanlarına katılmıştı gibi sorular zihninde dolaşıyordu. Onun katılmasının nasıl sonuçları olacaktı? Atı çalmış olmalıydı peki ya bu sorunu nasıl düzeltecekti gibi sorular onu oldukça yoruyordu.

Aslında yardım isteyen kimseye sırt çevirmemişti şimdiye kadar ve bu kız içinde geçerliydi. Bu sebepten dolayı başı sıkça belaya girse de yine de aldığı eğitim bunu söylüyordu. Hatırlıyordu daha gençken akademide çok sevdiği bir öğretmeni ona "asla yardım isteyen birisini yüz üstü bırakma" demişti. O günden beri de herkese yardım etmeye çalışıyordu. Yaşama amacının parçalarından birisiydi yardım etmek.

Kız ise tedirgindi çünkü hiç tanımadığı iki insanla beraberdi. Her ne kadar ikisine güvense de içindeki seslerden birisi onu hep hata yapmakla suçluyor ve kimseye güvenmemesi gerektiğini söylüyordu. O ikisini de tanımıyor olmasına rağmen kendini güvende hissediyordu. Garip bir duyguydu aslında bu şövalyeye bakıyor ve onun yardımcı olacağını düşünüyordu. Lucian'a bakıyor ve onun yüzündeki masumiyeti görüyordu. Çoğunlukla sert bakışların arkasına gizlenmişti o masumiyet ancak ona dikkatli baktığı zaman görebiliyordu onu.

Lucian'ı seyretmek farklıydı. Ne zaman kendisine baksa okunduğunu hissediyordu. Sanki zihninden geçen tüm kelimeleri biliyormuş gibi davranıyordu bu yüzden o baktığı zaman farklı şeyler düşünmeye zorluyordu kendini. Belki de onun böyle bir yeteneği yoktu ancak o çocukta farklı olan bir şeyler vardı ve kız onların ne olduğunu merak ediyordu. Mıknatıs gibiydi sanki onu kendisine doğru çekiyordu.

Lucian ise aralarında en rahat olanıydı. Gülümsüyor  ve etrafı hayranlıkla seyrediyordu. Kalabalık bir ormandan geçiyorlardı ve Lucian o kadar yoğun bir orman görmemişti hiç. Onun yaşadığı köy daha kurak bir bölgeydi, fazla ağaç görülmezdi orada. Bir diğer taraftan da mutluydu ki mutluluk onun yeni tanıştığı bir duyguydu. Yanında tanıdığı ve değer verdiği insanların iki tanesi bulunuyordu. Zaten o insanların sayısı ikiydi ama bunu umursamadı.

İnsanları sevmeye başlıyordu ve bu oldukça farklı bir duyguydu. Herkesten nefret ederken bir anda insanlara bağlanmaya başlamıştı. Kızı pek tanımasa da şövalyeye çok güveniyordu. Onun hayatını kurtarmış ve yaşamasını sağlamıştı. Onun sayesinde gülebilmişti yıllar sonra. Kız ise farklıydı biraz daha ona yakınlaşmak için gösterdiği çabalar yüzünden ilgisini çekmişti. Şimdiye kadar kimse onunla yakın olmak için uğraşmamıştı. İnsanlar için cadıydı o, büyücüydü bu yüzden ondan hep uzak durmuşlardı. Aslında her şey yeni geliyordu ona. Sanki eski hayatını bırakmış ve tekrardan doğmuş gibiydi.

Bir süre daha ilerledikten sonra durmaya karar verdiler. Hepsinin karnı acıkmaya başlamıştı ve biraz dinlenmek iyi gelirdi onlara. Büyük bir meşe ağacının altına kamp kurmaya karar verdiler. Akşam yaklaşıyordu ve şövalye akşam yolculuk yapmak istemiyordu.

Lucian kız ile birlikte odun topladıktan sonra onları kamp alanının hemen önünde biriktirdiler. Daha sonra kız şövalyeden aldığı çakmak taşı ile odunları tutuşturdu ve küçük ateşleri yanmaya başladı. Ancak ikisi de bu işte acemi oldukları için ateş bir türlü güçlenemiyordu. Şövalye ise onları uzaktan izliyor ve gülümsemesini durduramıyordu.

Bir süre daha seyrettikten sonra şövalye yaklaştı ve ateş ile ilgilenmeye başladı. Ateşte bir sorun yoktu ama büyük odunları alta koydukları için yanamıyordu. Bu esnada anlatıyordu "önce küçük çalıları tutuşturursunuz ve sonra büyükleri atarsınız. Böylece ateş daha hızlı bir şekilde alevlenir."

Ateş yandıktan sonra şövalye çantasındaki etlerden çıkardı ve kurumaya başlayan ekmeklerden birkaç tane aldı. O ateşte etleri kızartmaya başladığı sırada Lucian ve kız birbirini seyrediyordu. Sanki bakışları birbirine düğümlenmişti. İkisi de bu anı bozmak istemiyordu her ne kadar o anın ne anlama geldiğini bilmeseler de yine de garip bir duygu vardı içlerinde.

"Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum," dedi kız konuşma açmaya çalışır bir şekilde. "Benim hakkımda bilmeni gerektirecek bir şey yok ki. Sıradan bir çocuğum," diyerek cevapladığı sırada kız araya girdi "Bence sende çok fazla şey var. Sırlar kutusu gibisin." Sonra gülüştüler Lucian kutu gibi açılma düşüncesini komik bulmuştu. Daha sonra kıza ismini sormaya karar verdi ona bir şekilde seslenmesi gerekiyordu ve beraber yolculuk yapıyorlar ismini bilmek önemliydi "Bu arada adın neydi senin?"

Aslında kız bu soruyu çok daha önce sormasını istemişti ancak geç de olsa sorduğu için mutluydu "Rima benim adım ve sende Lucian olmalısın. Handayken kulak misafiri olmuştum da."

"Evet, sorsaydın söylerdim aslında. O da Falko" cümlesinin sonunda şövalyeyi işaret etti ve daha sonra "Falko adı Rima'ymış" dedi. Şövalye ise gülümseyerek başını salladı ve et pişirmeye devam etti.

Yemek pişene kadar konuştular. Rima her gün handa olduğunu anlatırken Lucian ise anlatacak konu bulmakta zorlanıyordu. Böyle zamanlar kızın konuşmasına izin vermek ve ona sorular sorarak konuşmaya devam etmesini sağlamak daha iyi bir yöntemdi. Onun anlatacak onca şeyi varken Lucian ne anlatabilirdi ki?

Etler piştiği zaman şövalye onları yanına çağırdı ve yemeye başladılar. Yemek sırasında kız "Etler güzel olmuş ama baharatı eksik. Bundan sonra yemekleri ben yaparım" dedi. Yemek yapmayı bilen birisinin olması ikisi içinde oldukça güzeldi. Şövalye zaten yemek yapmayı fazla sevmezdi ve sadece kendine yetecek kadar yemek yapabilirdi. Lucian için ise en kötü yemek bile güzeldi.

Yemekler bittikten sonra ikisi de şövalyeye teşekkür etti ve sofranın kaldırılmasına yardımcı oldular. Kız hep Lucian'ın yanındaydı. Yanında oturuyor, yanında yürüyor ve yanında konuşuyordu. Onun için farklı bir yakınlaşmaydı bu. Gölgesi ile bile o kadar yakın olmamıştı şimdiye kadar. Ancak bu yakınlık onu rahatsız etmiyordu aksine garip bir sıcaklık yayıyordu kız.

Yemek bittiği sırada hava kararmaya başlamıştı bu yüzden ateşe biraz daha odun atıp onun güçlenmesini sağladılar. Daha sonra hava soğumaya bağladığı için ateşe yakın oturdular. Kız yine Lucian'ın yanındaydı şövalye ise onun diğer tarafında biraz daha uzakta oturuyordu.

Bu akşam kız anlatıyordu ve handaki hayatını anlatmaya başladı. Gelip giden müşterilerden en çok sevilen içeceğe kadar birçok detayı paylaştı onlarla. Kaba olan müşterileri hiç sevmediğini ancak nazik olanlarla iyi anlaştığını anlattı. Ancak yaptığı işi hiç sevmiyordu. Kimsesiz kaldığı için mecburdu o işi yapmaya. Zaten kalacak yer ve yemek karşılığında çalışıyordu ve para almıyordu. Bu yüzden işini hiç sevmiyordu. Hatta ona sorsalar başka her işi severek yapardı.

Kız konuşmayı seviyordu belli ki hele onu sıkılmayan, en azından belli etmeyen, bir grubun karşısında konuşmak keyif vericiydi. Bir diğer taraftan kendini beraber yolculuk edecekleri insanlara tanıtmak istiyordu. Bu sayede onların güvenini daha hızlı kazanabilirdi yoksa yolculukları çok sıkıcı olurdu ve kız sıkılmak istemiyordu.

Uyumadan önce nöbet tutma sırasını belirlemeleri gerekiyordu. İlk nöbeti şövalye aldı. Kız ikinci nöbeti almak istediği zaman şövalye karşı çıktı ancak kız fazla ısrarcıydı ve kabul etti. Lucian ise son nöbeti aldı. İlk kez nöbet tutacaktı ve bu onun için yeni bir deneyimdi.

Şövalye sırtını ağaca vererek oturduğu sırada kız ve Lucian örtünün üzerine uzandılar. Daha sonra yorganlarını üstlerine çekip uyumaya başladılar. Kız yine Lucian'a yakın olmak istemişti ancak Lucian aralarına belirli bir mesafe koymuştu. Onlar uykuya daldıkları sırada şövalye yıldızları seyrediyordu.

Resim: Aquasixio

0/Post a Comment/Comments