Hatıralarda yolculuk 2, zaman karmaşası



Hatıralarda yolculuk 1

Yürümekten yorulduğu zaman rengi sürekli değişen bir taksiyi durdurdu ve ona bindi. Onlarca yılda kaç kez değişmişti taksilerin rengi? Kaç kez farklı zamanlarda binmişti taksilere ve her seferinde yanında başkaları vardır. O ana kadar kaç kere bindiyse bir taksiye hepsini aynı anda yaşıyordu. Kız arkadaşlarıyla bindiği seferler, arkadaşları ile bindiği seferler, yalnız bindiği seferler hep gözlerinin önünden geçiyordu. Aynı zamanda taksicinin de yüzü değişip duruyordu. Sokaklardaki evler aynı hızla değişiyor, dükkanlar, binalar hep farklılaşıyordu.

Sanki parçalara bölünüyor ve her parçası geçmişin farklı bir bölümüne gidiyordu. Daha sonra o parçalara o geçmişte bir süre kalıyor ve daha sonra başka bir zamana gidiyorlardı. Aynı anda her yerde ve hiçbir yerdeydi sanki. Eski binalar ve yeni binalar, eski arabalar ve yeni arabalar hepsi yan yanaydı ve bunun olması mümkün değildi. Eğer zamanı kırılıp parçalanmadıysa yaşadıklarının bir anlamı olmalıydı.

Daha kötüsü sadece etrafı değişmiyordu. Düşünceleri de değişmeye başlamıştı ve bu daha kötüydü. Bir an eskiden zihninden geçen bir düşünceyi hatırlıyor, daha o bitmeden başka bir düşünce geliyordu. Babasının mezarlığında aklından geçenler dolaşırken etrafta bir yandan da sevdiği bir kadının onu aldatması zihninde dolaşıyordu. İkisi aynı anda aynı cümlenin içindeydi ve bu etrafının değişmesinden daha kötüydü.

Evine vardığında hem yalnız yaşadığı zamandaydı hem de bir zamanlar onunla yaşayan ailesinin olduğu zamanda. Bir koltukta babası bacak bacak üstüne atıp  eski tüplü televizyonu seyrediyor diğer koltukta ise sevdiği bir kız oturup daha yeni bir televizyona bakıyordu. Hem yıllar önce ölen babasını tekrardan görmek hem de onun yanında evlenme teklif ettiği o kızı görmek onun yere yığılmasını sağlamıştı.

Bir süre boyunca yerinden kalkamadı. O görüntüler değişmişti. Bir süre daha oturduğu yerde kaldı ama. Zordu babasını tekrardan görmek. Ayağa kalktığı zaman mutfağa bir bardak su içmek için gitti.  Evin eşyaları değişmeye devam ediyordu. Mutfağın yarısı eski halindeydi yarısı yeni. Ne yapacağını bilemeden su sebilinin yanına gitti. Tam tezgahtan bardağı alı su doldururken babası ile aynı trafik kazasında vefat eden annesini gördü ve elindeki bardak yere düştü.

Tekrardan yerde buldu kendini ve yere düşen bardağın parçaları tenine battı. Annesinin sesini duydu bir süre için ve hayatı daha fazla karıştı. Anlamıyordu bu karışıklığın sebebini. Tenini kesen cam kırıklarını umursamıyordu. Parmaklarından akan kan yere damlarken o annesinin olduğu yere takılıp kalmıştı.

Onları unutması mümkün değildi elbette ancak onları tekrardan görmek başkaydı. Zaten ailesi baktığı her yerde aldığı her nefesteydi ama onları tekrar görmek çok başkaydı. Hatırlamak gibi değildi yaşadıkları. Annesini gördüğü zaman "anne" diyerek bağırdı ve hastanedeki zamanları aklına geldi. Gittiği zaman babası ölmüştü çoktan ve annesi komadaydı. Yaşadıklarını anlatmak mümkün değildi ve anlamak onun için imkan sınırında değildi.

Ayağa kalkıp salona doğru yürüdü. Yürürken etrafı değişmeye devam ediyordu. Öyle ki koltuğun yanına vardığı zaman sanki evin içinden onlarca insan geçmişti. Kendini koltuğa bıraktığı zaman gözlerini kapattı. Eğer gözlerini kapatırsa göremeyeceğini düşündü ancak bu sefer de sesler başlamıştı. Geçmişte tanıdığı insanlar hep bir ağızdan konuşuyordu sanki. Her bir ses birkaç kelime söylüyor ve gidiyordu. Annesi "çaylar hazır" dediği zaman yerinden fırlamak ve onun yanına gitmek istedi ancak gerçek olmadığını biliyordu bunların.

Uyuyabilseydi her şey daha kolay olabilirdi ancak nasıl uyuyabilirdi ki. Zihni tamamen dolmuştu ve o şekilde uyuyabileceğini sanmıyordu.

Hayat anlamsızdı ama bunu kabul etmişti. Her şey gelip geçiyordu ama bunu da kabul etmişti. Etrafının oyunlarla dolu olduğunu veya herkesin yalancı olduğu da kabul ettikleri arasındaydı. En azından ileriye doğru bakarsa ve herkesten uzak durursa kaçabilirdi hayatından. Ancak o anda geçmişinin içine gömülmüştü sanki. Her yer, her şey, attığı her adım artık geçmişine aitti. Ancak o anda yaşıyordu ve bu ayrımı yapmak zorlaşmıştı.

Aslında geçmişe gidebilmeyi düşünürdü. Geçmişe gidip farklı seçimler yapabileceğini merak ederdi. Geçmişe gittiği zaman neleri değiştirebileceğini de merak ederdi. Hayatından memnun değildi ama pişman değildi yaşadıklarından. Tekrar yaşamak, baştan yaşamak, farklı yaşamak aslında istediklerinin arasında yoktu.

O anda da bunları düşünmeye çabalıyordu geçmişe ait düşüncelerinin arasından. Bir diğer taraftan da bir kıza attığı ilk mesaj, ilk seni seviyorum demesi, ilk yenilgisi, ilk ihanetine dair cümleler zihninde yolculuk yapıyordu. Bu sebeple bir konuya bağlı kalmak yorucuydu onun için. Ancak kaçması gerekiyordu ve kaçmak için kendine bir konu seçmeliydi.

Aslında en büyük karmaşaydı zaman. Yaşadıkları geçip bitiyordu yaşamadıkları ise bekliyordu onu. Geleceğinde ne olacağını bilmiyordu geçmişini bilmesine rağmen onlar gitmişti. Bir ay veya bir yıl önceye dönmesini mümkün değildi. Şimdi ise karışmıştı her şey. Arada daha daha önce hiç görmediği insanları görüyordu. Daha önce hiç duymadığı sesler ve cümleler duyuyordu. Geleceğimi görmeye başlamıştı yoksa akıl sağlığını iyice kayıp mı etmişti.

Delirmek böyle bir şeydi herhalde. Kendini kaybetmek, dünyayı kaybetmek ve yaşamı kaybetmek ile alakalıydı belki de. Eğer delirmenin tanımı bu ise artık geri dönülemeyecek bir noktadaydı. Eğer delirmemiş ise yaşadıklarının anlamı da yoktu.

Zaten neydi ki yaşamak onca yıl yaşamıştı ama yaşadıkları küle dönüşmüştü. Neyi kalmıştı ki geçmişinden? Neyi vardı ki yarınına taşıyabileceği. Aslında bir girdaptı zaman ve onu içine çekmeye başlamıştı.

Etrafında uçuşan hatıraları arasında yaşamak mümkün değildi sanki. Uyku ilaçlarından birkaç tane içti. Yapıyordu uyanık. Belki uyuduğu zaman normale dönebilirdi her şey belki de kaçması gerekiyordu hayattan. Her yerde anıları, her yerde geçmişi vardı ve kaçmalıydı.

Uyduğu zaman rüya görmedi. Görseydi de hatırlamayacaktı uyandığında. Aslında geçirdiği bir gün rüya gibiydi. Gerçek olamazdı yaşadıkları. Hep görmek istediği geçmişini görüyordu sürekli olarak, her yerde. Kurtulmaya çalışmıştı aslında. Unutmaya çok çabalamıştı. Ancak unutmak zordu. İnsan silip atamazdı yaşadıklarını. Bu yüzden çok yaşayan insan çok hatırlardı. İsimler, yüzler giderdi belki ama yara izleri hep kalırdı. İnsanın geçmişi de o yara izlerinden ibaretti aslında. Ne kadar fazla yarası varsa kişinin o kadar yaşamış sayılırdı. Bu yüzden yıllar anlamsızdı. İnsanın ne kadar yaşadığını yüreğindeki kesikler belirlerdi. Yüreğinde tek bir kesik bile yoksa ne anlamı vardı yaşadığı yılların sayısının.

İnsanı da yoran da buydu aslında. Ne kadar fazla yarası varsa o kadar zor olurdu yaşamak. Yaraları açanlara güvenmekte zorlanırdı sonra başka yaralardan kaçmak için kapatırdı kendini. Geçmişe kaçardı bazen. Aynı acıları tekrar ve tekrar hissederdi ama bu sayede yeni acıları olmazdı. Kendi yağında kavrulmak denirdi aslında bu duruma. Acılarının kaynağı olurdu insan. Kendisinden başka kimse ona acı çektiremezdi. Sonra kapatırdı etrafını. Kilitlerdi ona çıkan tüm kapıları. Yıkardı ona giden tüm yolları ve hissettiği duyguya yalnızlık adını verirdi.

Sabah uyandığı zaman kendini ailesi vefat ettikten sonra kaldığı odada buldu. Şaşırmış bir şekilde dışarıya çıktı yüzünü yıkamalıydı ayılmak için. Koridor onun çocukluk dönemine aitti. Duvarlar krem rengine boyanmış, eski lambalar tavanda asılıyor. Sonra banyoya gitmekten vazgeçip salona gitmeye karar verdi. Açıp kapattığı her kapının ardından içinde bulunduğu zaman değişiyordu. Salona vardığı zaman annesini siyah beyaz bir televizyonu izlerken buldu. Annesi onu gördüğü zaman "günaydın oğlum" dedi. Etrafına baktı daha sonra ve ne yapacağını bilemedi.

Annesiyle konuşursa ona cevap verir miydi yoksa bir hatırası mıydı tanıklık ettiği. "Sana da günaydın anneciğim" dediği zaman annesi gülümsedi ve "çay birazdan olur. Hadi biraz otur" dedi. Geçmişte miydi şimdi yoksa yaşadıkları bir hayal olmaya devam mı ediyordu. Gerçekten çayın demlenip demlenmediğini görmek için mutfağa doğru yürüdü.

Mutfağın kapısını açtı ve kız arkadaşlarından biri orada kahvaltıyı hazırlıyordu. Onun gömleklerinden birisini giymişti ve ona doğru dönüp gülümsedi "Günaydın sevgilim." Mutfaktan çıkıp tekrardan salona döndüğünde annesi artık orada değildi. Açtığı her kapı onu geçmişinin farklı bir noktasına götürüyordu. Bu sebeple salona geldiği zaman nerede olduğunu bilemedi.

Etrafta annesi veya babası yoktu. Renkli bir televizyon ve farklı mobilyalarla döşenmişti salon. Belki üç yıl öncesindeydi. Acaba neden dönmüştü bu zamana var mıydı yaşadıklarının bir mantığı. Sehpanın üzerinde bir mektup gördü ve açık okumaya başladı. Evlenme teklifini reddeden kızın mektubuydu bu.  En azından ona bir ayrılık mektubu yazacak kadar iyi niyetliydi. O mektup canını yaksa da yüreğini söküp atsa da yine de önemliydi.

Mektubun tamamını okumadı. Bunun yerine yatak odasına gidip üstünü değiştirmeye karar verdi. Gitmeliydi o evden. Odasına girdiği zaman yine başka bir zamandaydı. Dolabı değişmiş etrafa saçtığı elbiseleri farklılaşmıştı. Bir pantolon geçirdi üstüne ve on yıllar öncesinden kalan bir gömlek. Daha sonra yatak odasından çıkıp salona geçti ve oradan dış kapıya doğru yürüdü.

Yıllar öncesinden gelen bir çift ayakkabı aldı kendine ve dış kapıyı açtı. Karşısında eski evlerinin bahçesi duruyordu. Annesi bahçedeydi ve ektiği sebzeleri suluyordu. On yıllar öncesindeydi belki de. Annesi daha gençti, yüzü bile kırışmamıştı. Başını iki yana salladı ve geriye döndü. Katlanamıyordu gördüklerine. Tekrardan salonundaydı ve kapıyı tekrardan açtı.

Bu sefer sokağa çıkmıştı ve yürümeye başladı hangi zamanda olduğunu bile bilmeden.

Resim: Alexander Zavarin

<a href="http://www.bloglovin.com/blog/5653259/?claim=57eazr5mdu4">Follow my blog with Bloglovin</a>

0/Post a Comment/Comments