Yeni dünya, yeni dostlar


Yeni dünya

Kasabayı arkalarında bırakmış ve altın şehre doğru yola çıkmışlardı. Bir süre boyunca konuşmadılar. Konuştukları zaman ise havadan sudan konuşuyorlardı. İkisi içinde gece gördükleri rüyalar oldukça önemliydi ancak o konudan konuşmak istemiyorlardı. Aslında yol boyunca konuşmamalarının asıl sebebi rüyaların etkisinden kurtulamamalarıydı. Şövalye atın üzerindeyken aslında geçmişinde yolculuk yapıyordu. Eski günlerin anıları zihnine dolaşıyor ve damarlarında geziniyordu. Unutabilse, hayatını kolayaştıracak anıları ile yüzleşiyor ve her şeyin zorlaştığını hissediyordu.

Lucian ise şövalyenin geçmişine doğru gitmişti. Ancak onun yolculuğu daha kısa sürmüş ve tekrardan şimdiye gelmişti. Dün gece şövalyenin hali onun aklından çıkmıyordu. Onu ağlarken görmüştü ve bunun sebebini merak ediyordu. Sormak istese de nasıl soracağını bilemiyordu. Cümleler, kelimeler, bildiği hitap kuralları aklından geçiyor ama hangisini seçeceğine karar veremiyordu.

Bir süre daha devam ettikten sonra öğle yemeği için durdular. Şövalye attan indi ve Lucian'ın inmesine yardımcı oldu. Aslında ikisi de fazla aç değildi ama uzun süre at üzerinde yolculuk yapmak yorucuydu. Çimenlerin üzerinde oturdular ve şövalye yiyecek bir şeyler çıkardı. Yemek esnasında Lucian konuşmak istedi ama ne söyleyeceğini bilmediği için konuşmayı başlatmak zordu.

En sonunda dayanamadı ve "dün gece huzursuz görünüyordun" dedi. Ağladığını söylemek istemiyordu aslında. Bu yüzden konuşmanın gidişine Falco'nun karar vermesini istedi.

"Evet, garip rüyalar gördüm," dedi şövalye sessiz bir şekilde.  Belli ki konuşmak istemiyordu.

"Uyandırmak istedim ama sonra vazgeçtim" Lucian daha fazla şey öğrenmek istiyordu. "Umarım kabus görmemişsindir."

"Yok, kabus değildi, geçmişimden bazı sahneler gördüm sadece," şövalye daha fazla konuşmak istemiyordu bu konuyu ve Lucian daha fazla uzatmak istemedi. Acaba ne görmüştü diye düşünmeye devam etti.

Konuşmanın devamında hava durumundan bahsettiler. Basık ve sıkıcı bir hava vardı aslında. İkisi de bu havadan pek hoşnut değildi. Lucian "biraz yağmur yağsa daha iyi olur" dediği zaman şövalye onayladı ve bir süre daha hava durumu hakkında konuştular.  Aslında bu konuşmalar ikisinin de kafasını dağıtmasına yardımcı olmuştu. Lucian yağmurda ıslanmayı ne kadar sevdiğinden bahsederken Falco zırhla yağmurun zor olduğu söyledi ve gülüşmeye başladılar. Lucian sıcak havalara zırhla nasıl dayanabildiğini sordu ve onu nasıl taşıdığını merak etti. Bunun üzerine şövalye alıştığını ve onun için sorun olmadığını söyledi.

Aslında ikisinin de gülmeye ihtiyacı vardı ve anın tadını çıkarttılar. Farkında olmadan ikisi de birbirini rahatlatıyorlardı. Bu yüzden ikisi de daha iyi hissettiler. Lucian kendi hayatı ile onun hayatı arasında bağlantılar kurmaya çalıştı. Aynı onun gibi kimsesi yoktu Falco'nun ve bu ona daha yakın hissetmesini sağlıyordu.

Bir süre daha sohbet ettikten sonra tekrardan ata bindiler ve yolculuklarına devam ettiler.

Yolculuğun devamı da aynı şekilde devam etti ancak bu sefer atın üzerinde daha fazla konuştular. Yolun devamı onlar için daha keyifliydi.

Bir süre daha devam ettikten sonra tekrar durdular ve bu sefer ikisi de acıkmıştı. Şövalye küçük bir ateş yakıp handan aldıkları etleri kızartmaya başladı. Daha sonra etler piştikten sonra onları yemeye başladılar. Bu sefer şövalye konuşmuştu "sende huzursuz oluyorsun uykunda" dediği zaman anlatma sırası Lucian'daydı. Ancak o anlatmak niyetindeydi.

"Geçmişim peşimi bırakmıyor gibi. Eski günleri görüyorum hep rüyalarımda. Köyde bana yapılanları unutamıyorum bu yüzden."

"Unutmak zordur, anladığım kadarıyla sende büyük zorluklar yaşamışsın. Ancak bu bir engel değil unutma yaşadıkların seni sen yapan şeyler. Ne kadar kötü olurlarsa olsun onları sahiplenmelisin. Geçmişinden kaçmayı kimse başaramadı şimdiye kadar."

"Geçmişten kaçmayı istemiyorum ama yine de hep yanımda olmaları zor geliyor.  Yine de yanımda olduğun için şanslıyım. Zaten sen olmasaydın ölmüştüm"

Lucian cümlesini bir gülümseme ile bitirdi. Şövalyeye duyduğu minnet çok büyüktü ve bunu her şekilde belli ediyordu.

"Ben yapmam gerekeni yaptım. Teşekkür etmene gerek yok."

Lucian başını sallayarak onayladı onu. Yemekleri bitmişti ve artık toplanma zamanı gelmişti. Şövalye bir taraftan eşyaları toplarken Lucian ateşi seyrediyordu. Ancak bu sefer ateşten kelebekler çıkmadı fakat yine de bazı gariplikler vardı.

"Ateşe bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordu Falco belki de en çok merak ettiği buydu onun.

"Ben bir şey yapmıyorum. Dostlarım yapıyor, ben sadece onlardan istiyorum"

Falco için tam anlamıyla yeterli bir cevap değildi ancak daha fazla cevap alacağını düşünmüyordu bu yüzden daha fazla devam etmedi konuşmaya. Ata bindiler ve yolculuklarına devam etmeye hazırlandılar.

Onlar ilerlemeye başladıkları sırada arkalarından bir atlının hızlı bir şekilde yaklaştıklarını duydular ve ikisi de dönüp geriye doğru baktı.

Arkalarına baktıklarında kahverengi bir atın onlara doğru  son sürat geldiğini gördüler. Atın üzerinde bir kız vardı. Başta onun kim olduğu tanımasalar da atlı biraz daha yaklaştığı zaman handaki kız olduğunu anladı şövalye ve "handaki kız geliyor" dedi.

Onun yanlarına gelmesini beklediler. Kız geldiği zaman atını durdurdu ve "Sonunda size yetişebildim" dedi nefes nefese kalmış bir ses ile.

Kız kötü bir durumdaydı. Belli ki hiç mola vermemişti. Bunu atın durumuna bakarak söyleyebiliyorlardı. Kız konuşmaya devam etti "size yetişebilmek için saatlerdir durmadan at sürüyorum."

Aslında kızı tekrardan görmek ikisi için de şaşırtıcıydı. Onu tekrardan görmeyi beklemiyorlardı. Şövalye attan inerken Lucian'ın da inmesine yardımcı oldu. Bu esnada kızda kendi atından inmişti.

Konuşan Lucian oldu "neden bizi takip ettin?"

Kız biraz tedirgin bir şekilde "kaçmam gerekiyordu oradan" dedi ve yüzündeki tedirginlik biraz daha arttı.

Bu sefer şövalye söze girdi ve "neden kaçman gerekiyordu?" diye sordu.

"Hancı ile aram kötüydü benim ve bana hiç iyi davranmıyordu."

"Ne yapıyordu sana?"

"Ailem öldü ve bana hancı bakmaya başladı. Eski bir arkadaşıydı babamın ama ben büyüyünce bana bakışı değişmeye başladı. Handa işler iyi gitmiyordu ve ben büyüyünce gelenler benimle ilgilenmeye başladı. Hancıya para teklif ettiklerini biliyordum ama ben kabul etmiyordum. Fakat kaçmasaydım dayanamazdım daha fazla."

Kısa süren bir sessizlik olduğu sırada şövalye "yemek yedin mi diye sordu?" Kız hayır anlamında başını salladığı sırada şövalye çantasını açtı.

Bu esnada Lucian ve kız göz göze gelmişti. Kız gülümsemeye başladı ve Lucian aynı şekilde karşılık verdi. Bilmiyordu ne söylemesi gerektiğini. Bu yüzden sadece "senin için üzüldüm" diyebildi. Doğru kelime veya doğru cümle gibi şey var mıydı acaba? Sahi hangi kelime acıları azaltmaya yetebilirdi.

Şövalye çantadan çıkarttığı yiyecekleri kıza uzattığı sırada kız çok hızlı bir şekilde yemeye başlamıştı. O kadar hızlı bir şekilde yiyordu ki Lucian ona gülmeye başladı. Şövalye ile bakıştılar ve şövalye yapacak bir şey yok anlamında omuzlarını yukarıya kaldırdı. Lucian ise benim için sorun değil anlamında gülümsedi.

Kız yemek yerken ne kadar komik göründüğünü fark etti ve yemeğine bir an için ara verdi. Kendini açıklama yapmak zorunda hissetmişti "Hiçbir şey yemedim ben, size yetişebilmek için çabaladım hep."

Şövalye "sorun değil" dedikten sonra kız yemek yemeye devam etti. Bir süre sonra kız yemeğini bitmişti ve "tekrar teşekkür ederim" dedi. "Hayatımı kurtardınız."

Şövalyenin işi bu diye düşündü Lucian. O hayatları kurtarırdı hep. "Peki ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordu kıza.

"Bilmiyorum hatta hiçbir fikrim yok. Başka bir şehre gidip yeni bir hayat kurmalıyım sanırım. Galiba hep böyle oluyor. Hana gelenler hep bundan bahsediyordu. Yeni bir hayat nasıl kurulur bilemiyorum ama yapabilirim sanırım."

"Yeni hayat kurmak zordur" dedi Lucian. "Sanırım önce eski hayatını geride bırakmak gerekiyor." Konuşurken bir yandan kendi geçmişini düşünüyordu. Kız yeni bir hayat kurmak için doğru yerdeydi kesinlikle.

"Bilmiyorum sadece kaçmak istedim o adamdan."

Şövalye ikisini izledi bir süre boyunca ve konuşmalarının arasına girmedi. Lucian başka biri ile konuşuyordu ve bu oldukça güzeldi. Ancak kızın da onlara katılmasının neler doğurabileceğini bilmiyordu.

İkisi yeni bir hayat kurma üzerine bir süre daha konuştular. Onların da ortak bir noktaları vardı ve bu yüzden kız ona ilgi göstermişti. Belki de bu yüzden peşlerinden gelmişti.

Daha sonra kız şövalyeye doğru dönüp "sizinle gelebilir miyim? diye sordu. O kadar masum bir ifade vardı ki yüzünde şövalye o ifadeyi gördüğünde Lucian'a doğru baktı. O ise başını gelsin anlamıyla salladığında "elbette gelebilirsin" dedi. Bir kişi daha artmıştı sayıları. Her şeyin bir sebebi vardır diye düşündü, kız onlara yük olmazdı. Onun gelmesinin de bir sebebi vardır elbette.

Konuşmaları bittiğinde atlarına bindiler. Sayıları bir kişi daha artmıştı ama bu yolculuklarının daha heyecan verici olacağı anlamına geliyordu. Lucian ise bu gelişmeden mutluydu ve altın şehre doğru yolculuklarına devam ettiler.

Resim: Vladimir Sorin

0/Post a Comment/Comments