Yeni dünya, karmaşık rüyalar


Yeni dünya

Aslında şövalyenin gecesinin uzunluğu uykusuz kalması ile alakalı değildi. Aksine erkenden uykuya dalmayı başarmıştı. Bazen en uzun zaman rüyalarda geçerdi ve şövalye uzun bir aradan sonra rüya görüyordu. Odadaki diğer yatakta yatan Lucian'da rüyalar diyarında yolculuğa çıkanlardandı. İkisi de rüya görüyordu ve odada oldukça büyük bir sessizlik vardı. Birçokları bu kadar büyük bir sessizliğin kötü olduğunu söylerdi. Elbette bu söylem söylentiden ibaretti ancak yine de bu uyarıyı dikkate alan çok insan bulunuyordu.

Lucian yatağında kıvrılmış yatıyordu. Yan dönmüş ve bacaklarını karnına doğru çekmişti. Genellikle bu şekilde yatardı Lucian. Bunun sebebi korunmaya olan ihtiyacıydı belki. Belki de sadece savunmasızlığının bir parçasıydı uyku şekli. Aslındasebebi her ne olursa olsun bu onun uykusunu değiştirmiyordu. Gece boyunca uyuyor, uyuduğu süre boyunca rüya görüyordu. Rüyalarının büyük bölümünü hatırlamıyordu. Zaten hepsini hatırlasa nasıl başa çıkabileceğini de bilmiyordu.

O geceki rüyasında köylerinin orta yerinde bir grup çocuğun yanındaydı. Çocukların yaşları 16 ile 11 aralığında değişiyorlardı. Kendi aralarında oyun oynamak için buluşmuşlardı. Lucian ise onlarla oynayabilme umuduyla gitmişti oraya. Aslında kimse sevmezdi onu, oyunlarına da almazlardı.Fakat daha 12 yaşındaydı ve diğerleri o da oyun oynamak istiyordu. Yoksa evinde mutlu değildi, ailesini sevmiyordu, ailesi de onu sevmiyordu aslında. Bu yüzden çocuklarla oyun oynayabilmek, hiç olmasa bile onları izlemek onun için yeterliydi.

Bu yüzden onların yanına gitmişti ancak onu yanlarına almıyorlardı. Bu beklediği bir şeydi aslında ama ona bağırıp hakeret etmelerini hiç beklemiyordu. Onlarca çocuk etrafını sarmış ve onunla dalga geçiyorlardı. "Cadı" diyorlardı parmaklarıyla onu işaret ederlerken. "Hadi bizi kurbağaya çevir."

Dalga geçme bir süre daha devam etti. Fakat bir süre sonra çocuklardan birisi "cadıya ölüm" diye bağırdı ve yerden bir taş alıp Lucian'a doğru fırlattı. O taşın geldiğini görmemişti bile, taş hızlı bir şekilde sırtına çarptı ve Lucian öne doğru bir adım atmak zorunda kaldı. Sanki oradaki her çocuk ona taş atmayı bekliyormuş gibi yerden aldıkları taşları fırlatmaya başladı. Taşlar bedeninin her yerine çarpıyordu ve Lucian başını korumak için başını kollarının arasına almıştı.Ancak bu hareker onu korumaya yetmemişti ve çocuklar taş atmaya devam ediyordu. Her seferinde taşlar daha büyük bir şiddetle geliyordu ona doğru.

Taşların şiddeti o derece artmıştı ki bir süre sonra Lucian yere düştü çünkü artık ayakta duramıyordu. Aynı anda o kadar taş bedenine çarpıyordu ki artık ayakta duracak gücü kalmamıştı. Başı birkaç yerde yarılmış ve kanamaya başlamıştı. Ancak çocuklar durmamış, taş atmaya devam etmişti.

Lucian yerde yatmış ve iyice kapanmıştı. Kaçma itimali yoktu, gidecek bir yeri yoktu orada sadece çocukların insafa gelmesini bekliyordu. Ancak onların durmaya hiç niyeti yoktu. Onu koruyacak kimse olmadığını çok iyi biliyordu. Babasının onu görse izleyeceğini de çok iyi biliyordu. Bu yüzden yarım umudu yoktu onun. Herşeyden vazgeçtiği sırada içinden bir ses duydu "Seni yalnız bırakmayacağız" diyordu o ses.

Ses kısa bir zaman önce zihninde konuşmaya başlamıştı ve Lucian o sese arkadaşım diyordu. Neler olacağını görmek için başını bir parça yukarıya doğru kaldırdı ve bir süre boyunca aklından çıkmayacak bir görüntü gördü. Ona doğru gelen taşlar havada asılı kalmıştı. Bir an sonra taşlar havada durdukları yerden geldikleri yere doğru fırladı ve geldiklere doğru gittiler.

Taşlar etrafını saran çocuklara çarpmaya başladı ve çocuklar çığlıklar içinde kaçtı. O kadar hızlı bir şekilde koşuyordu ki çocuklar Lucian ne olduğunu anlamadan etrafında kimse kalmamıştı. Kaçan çocuklardan bazıları "cadı" diye bağırıyorlardı.

Bu esnada yatağından fırlayarak uyandı ve etrafına baktı. Gördükleri bir rüyaydı ve o rüya zihnini allak bullak etmişti. Yatağında doğrulup oturdu ve kendini sakinleştirmeye çabaladığı sırada etrafına bakıyordu.

Şövalye yandaki yatakta uyuyordu ve Lucian onu seyretti bir süre boyunca. Derin bir uykudaydı belli ki ve onun çığlık atarak uyanmasını duymamıştı bile. Huzursuz gözüküyordu rüyasında. Hatta gözlerinin kenarlarının ıslandığını görmüştü bu yüzden onu uyandırmak ve uyandırmamak arasında kalmıştı. Uykusunda ağlıyordu ki bu onun alışkın olduğu bir durumdu. Ne yapacağını düşündüğü sırada hiçbir şey yapmamaya kadar verdi. Acaba rüyasında ne görüyordu?

Şövalye ise rüyasında çok farklı bir yerdeydi. Orayı hatırlıyordu. Küçük bir kasabadan geçiyordu ve oranın meydanında dolanıyordu. Sokakta yürürken kötü giyinimli bir kadın görmüştü. Kızın yürüyecek bir hali bile yoktu aslında, tükenmişti. Ancak bunun ötesinde kızda farklı bir şey vardı. O kadar kötü durumda olmasına rağmen dik görünmeye çabalıyordu. Sanki hayata beni yıkamazsın mesajını vermek istiyordu.

Onun neyi olduğunu merak etti ve kızın yanına doğru yürümeye başladı. Yemyeşil gözleri vardı ve yüzü gördüğü herkesten daha güzeldi. Öyle birisi neden bu hale düşmüştü diye düşünmüştü. Kızın yanına vardığında "leydim iyi misiniz?" diye sordu.

Ancak kızın verdiği "teşekkür ederim" iyiyim cevabını duymadı bile. Sesi onun damarlarına işlemiş ve bir süre boyunca kalbinin atımını durdurmuştu sanki. Sanki kız dünyanın en güzel şarkısını söylemişti ona ve o şarkının etkisi ile büyülenmişti.

Şövalye kızın verdiği cevaptan yetinmemişti ve tekrardan sordu "hiç iyi görnmüyorsunuz. İsterseniz size yardımcı olmaktan zevk duyarım" Ancak kız aynı cevabı tekrardan verdi. O hep konuşmalı ve şövalye o şarkıyı hep duymalıydı. "Lütfen size yardım etmeme izin verin," dediği sırada kız otanmış ve başını öne doğru eğmişti. O kadar nazik birisi olabilir miydi acaba. Ondaki utanmayı ve yüzünün kızarmasına gördüğü zaman ona yardım etmesi gerektiğini anlamıştı.

Daha sonra kızı alıp kaldığı hana götürdü. Önce ona yemek söyledi, bir süredir yemek yemiyordu belli ki. Kız sürekli teşekkür ediyordu ve şövalye önemli değil diyordu. Daha sonra yemek bittikten sonra kızdan hikayesini anlatmasını istemişti. Başlarda çekingen olsa da evden kovulduğunu öğrenmişti onun. Babası öldükten sonra yalnız kalmıştı ve ev sahibine verecek parası yoktu. Ev sahibi ise ondan farklı isteklerde bulunduğunda onu reddetmişti ve kendini sokakta bulmuştu. Haftalardır sokakta yaşıyordu kız ve bu yüzden güçsüzleşmişti. Şövalye onun hikayesini dinledikten sonra hancıya oda parasını verdi ve kızı handaki bir odaya yerleştirdi. O gece hiç uyumadı, eğer aşk diye bir şey varsa. Şövalye o an aşkın ne olduğunu anlamaya başlamıştı.

...

Ertesi sabah Lucian uyandığı zaman şövalyeyi zırhını giymiş bir şekilde gördü. Dün gece gördüklerini anlatmadı ama. Nasıl anlatabilirdi ki ona uykusunda ağladığını. Birlikte hakvaltılarını yaptılar ve şövalye ona gitme vaktinin geldiğini söyledi. Lucian'ın toparlayacak bir eşyası olmadığı için çok hızlı bir biçimde hazırlandı. Odalarından çıkıp hanın ortasına geldikleri zaman şövalye hancıya olan borçlarını ödedi.

Handan çıkıp gidecekleri sırada Lucian garson kız ile göz göze geldi. Onda bir farklılık vardı ve onu ilk kez üzgün görmüştü. Bunu da şövalyeye söylemedi ve atlarının yanına gittiler. Daha sonra ata bindiler ve kasabı arkalarında bırakarak altın şehre doğru yola koyuldular. Lucian altın şehri merak ediyordu.

0/Post a Comment/Comments