Yeni dünya, mola



Sabah olduğunda şövalye yine erkenden uyanmıştı. Odanın penceresinden güneşin meşe ağaçları üzerinden yükselmesini seyretmiş ve düşünmüştü. İçinde garip bir huzursuzluk vardı ve ne olacağını bilmiyordu. İçindeki seslerden bir tanesi ona farklı bir yola girdiğini söylüyor ve bu düşünce onu rahatsız ediyordu. Özellikle o çocukla ne yapacağını bilemiyordu. Onun için bir işaretti sanki, yola nasıl devam edeceğini ona bakarak bulabilirdi. Ancak geleceğini küçük bir çocuğun eline bırakmak nedense onu biraz rahatsız ediyordu.

Lucian'ın uyanması yine öğle vaktini bulmuştu. Bu esnada şövalye odadan dışarıya çıkıp hancıya seslenmiş ve kahvaltı istemişti. Lucian'ın odada yalnız kalmasını istemediği için alt kata inmemişti. Genç garson kız kahvaltısını getirdiği sırada bir süre boyunca Lucian'ı seyretmişti. Hatta onun uyanması için tabakları masaya sertçe bırakmıştı ama Lucian istifini bozmamıştı hiç. Kız biraz üzgün bir şekilde gittiği sırada şövalye ağır bir şekilde kahvaltı yapmaya başladı.

Biraz peynir ve zeytin yedi, biraz ekmek biraz reçel. Çocuk uyandıktan sonra onunla beraber de yerdi biraz.  Kahvaltı ile birlikte gelen demlikten kendine biraz papatya çayı koydu ve demliği şöminenin yanına bıraktı sıcak kalması için. Lucian uyandığı zaman öğle olmasına birkaç saat kalmıştı. Mutsuz bir şekilde uyanmıştı.  Yüzü asıktı ve şövalye onun rüyasında neler gördüğünü merak etti ama sormadı. Zamanı geldiğinde anlatacaktı o en azından şövalye bu şekilde hissediyordu. Önce ona güvenmesi gerekliydi. Acelesi yoktu hiçbir şey için.

Lucian yatağından çıktığında önce lavaboya gidip yüzünü yıkadı daha sonra karışmış sarı saçlarını düzeltmeden masaya gelip oturdu. Günaydın dediler birbirlerine ve şövalye ona nasıl olduğunu sordu. Lucian sayende çok daha iyiyiyim diyerek cevapladı. Gördüğü kadarıyla bedenindeki morluklar hala belli olsa da azalmışlardı ve o daha rahat hareket ediyor gibiydi. Demek ki ağrısı da azalıyordu.

Kahvaltı bittikten sonra biraz havadan sudan konuştular. Lucian kasaba ile ilgili bazı sorular sordu ve şövalye hepsini cevapladı. Meraklı bir çocuktu o ve oldukça ilginç sorular soruyordu. Konuşmaları bitip ortalık sessizliğe büründüğünde Falco "hadi biraz dolaşalım" dedi. Lucian pek bir yere gitmek istemese de başıyla onayladı ve handan dışarıya çıktılar. Şövalye zırhının büyük bölümü giymişti, miğferini odada bıraktı ve kılıcını yanına aldı.

Handan çıkarken şövalye hancının yanına gidip bir şeyler söyledi, hancının da "elbette sizi her zaman bekleriz efendi şövalye" dedi güçlü ama neşeli bir tonda. Dışarıya çıkarken kız ve Lucian tekrardan bakıştılar ama Lucian onunla ilgilenmedi ve dışarıya çıktılar. 

Tekrardan sokaktaydılar ve etraflarından insanlar geçiyordu. Lucian'ın huzursuz olduğu çok rahat anlaşılabiliyordu. Ancak şövalyenin varlığı onu rahatlatıyor gibiydi. 

Kasabanın içine doğru ilerlerken şövalye oldukça dikkat çekiyordu. Herkes ona bakıyor ve yollarından çekiliyordu. Lucian biraz daha rahatlamıştı bu durumdan ötürü. Kasabanın içlerine doğru ilerlerken Lucian etraflarından geçen insanları inceliyordu. Herkes kendi halindeydi sanki, kimse onunla ilgilenmiyordu. Biraz daha ilerledikten sonra bir manavın yanından geçerken şövalye oradan bir tane elma alıp ona verdi. Lucian gülümseyerek teşekkür ettiği sırada nereye gittiklerini merak etti.

Dükkânların yanından geçtikleri sırada Lucian büyük bir şaşkınlık içindeydi. Elbiseler, eşyalar ve başka birçok şey dükkânlarda satılıyordu ve o şimdiye kadar hiç öyle yerler görmemişti. Onun için bambaşka bir dünyaydı orası ve şaşkınlık içerisinde izliyordu etrafını. Her şey fazlasıyla renkli, herkes fazlasıyla arkadaş canlısıydı ona göre. Dükkânların önünden geçerken satıcılar onlara sesleniyor ve içeriye girmeleri için ikna etmeye çalışıyordu.

Elbise satılan bir dükkânın önünden geçerken şövalye "hadi gel sana bir şeyler alalım" dedi.  Dükkâna girdikleri zaman satıcı hemen yanlarına geldi. "Hoş geldiniz efendiler. Size nasıl yardımcı olabilirim" dediği sırada şövalye Lucian'ı işaret ederek "onu giydirmeliyiz" dedi. Satıcı büyük bir gülümseme ile onları bir reyona götürdü ve elbiseleri göstermeye başladı.

Ancak Lucian hiçbiri ile ilgilenmiyordu. Bunun üzerine şövalye bir elbise seçti onun için. Kahverengi bir pantolon ve soluk yeşil bir gömlek birkaç tane düz tişört seçtikten sonra ona sordu ve başıyla onaylayınca elbiseleri almaya karar verdiler. Lucian soyunma dolabında elbiselerini giyerken şövalye parasını ödedi. Daha sonra dışarıya çıktığı zaman şövalye hafif bir biçimde gülümseyip "çok güzel oldu" dedi. Daha sonra o dükkândan ayrıldılar.

Şövalye ilerlerken arada durup insanlarla konuşuyordu. Genel olarak hayatın nasıl gittiğini, bir sorunları olup olmadığını soruyordu onlara. Lucian ise tüm bu konuşmalardan uzakta duruyor tek kelime bile etmiyordu. Daha sonra ise ilerlemeye devem ediyorlardı. 

Biraz daha ilerledikten sonra sokağın ortasında bir kalabalık gördüler ve yakından bakmaya karar verdiler. Orta yaşlı bir adam küçük bir çocuğa bağırıyordu. Onlar yaklaştığı sırada adam çocuğa vurmaya başlamıştı. Altı belki yedi yaşında olmalıydı çocuk. Elbiselerine bakıldığı zaman onun kötü durumda olduğu anlaşılabiliyordu. Lucian onları gördüğü zaman "Falco ona yardım edelim" demişti. Yüzünde büyük bir öfke belirdi bu esnada.

Adımlarını hızlandırıp yaklaştıkları sırada adam çocuğu yere atmış ve karnına tekme atmaya başlamıştı. Bunları gören Lucian'ın yüzündeki nefret ifadesi giderek büyümüş ve şövalyeyi çekiştirmeye başlamıştı. Onların yanına vardıklarında şövalye "durun!" diye bağırdı ve herkes bir an için ona baktı. "Çocuğu rahat bırak."

Adamın gözü öfkeden dönmüştü ve şövalyeyi dinlemedi "karışmayın bu işe" dediği sırada çocuğa bir tekme daha attı. Şövalye aralarına girmeden hemen önce rüzgârın hızlandığını fark etti. Adamın omuzundan tutup geriye doğru fırlattı "sana çocuğu rahat bırakmanı söyledim." Adam büyük bir öfkeyle yerinden kalktığı sırada yüzüne sertçe bir yumruk attı ve adam tekrardan yere düştü. Burnundan kan gelmeye başlamıştı ve etraflarında toplanan kalabalığın sayısı artmaya başlamıştı. 

Şövalye tekrardan "dağılın!" diye bağırdığı zaman insanlar uzaklaşmaya başladı. Ancak hala etraflarında çok sayıda insan vardı ve şövalye elini kılıcının üzerine koydu. Bunu gören insanlar uzaklaşmaya başladı ve şövalye yerde yatan çocuğu kaldırdı. Adam ise yerden kalkıp kaçarak uzaklaşmıştı.

Daha sonra şövalye çocuğun iyi durumda olduğunu görünce oradaki adamlardan birisine döndü. Onu daha önceden tanıdığı belliydi ve "bu çocukla ilgilen, karnını doyur. Yarın ona bakmak için döneceğim" dedi. Adam sessizce başıyla onayladı ve şövalyenin ona uzattığı altını aldı.

Bu esnada esen rüzgârlar sakinleşmiş ve Lucian'ın yüzündeki nefret ifadesi kaybolmuştu. "Bugünlük bu kadar macera yeterlidir sanırım" dediği sırada Lucian "evet gidelim burayı sevmedim" der ve hana doğru yolculuklarına devam ederler.

Hana doğru yolculuklarında artık herkes onlara bakıyordur ama şövalye bunu hiç umursadı. O kadar sert duruyordur ki baktığı insanlar yönlerini değiştiriyordu. Hana vardıklarında boştaki bir masaya oturdular ve kız yanlarına geldi kısa zaman içerisinde. Şövalye içecek bir şeyler istedi ve kız uzaklaştı.

Kız içecekleri getirdikten sonra bir süre boyunca konuşmadan oturdular. Daha sonra Lucian "neden hep böyle yapıyorlar?" diye sordu. Şövalye tam olarak ne diyeceğini bilmiyordu ancak onu cevapsız bırakamazdı "İnsanlar acımasız oldu artık. Bağışlamayı veya affetmeyi unuttular. Elbette içlerinde iyiler var ama kötüler de var. Kötüler her zaman var olacak."

Cevap Lucian için çok yeterli değildi ama daha fazla soru sormadılar. Bir süre sonra Lucian odaya çıkmak istedi ve şövalye ile yukarıya çıktılar. Odalarında konuşacakları fazla bir şey yoktu ama Lucian insanlardan uzaklaşmak istemişti. Herkes onlara bakıyor arkalarından konuşuyordu. Belli ki bugün o çocuğa yardım ederek fazla dikkat çekmişlerdi. Yine de şövalye bu durumdan rahatsız oluyor gibi gözükmüyordu. Hayran olunası biz özgüveni vardı ve Lucian için anlamı büyüktü bunun

Fazla konuşmadılar, belki de konuşmaya ihtiyacı yoktu ikisinin de. Lucian biraz uzanmak istediği zaman şövalye başıyla onayladı. Lucian yatağına yattığı sırada şövalye yemek masasına oturmuştu.

Hiçbir şey olmadan birkaç saat geçti. Lucian yatağında gözlerini kapatmış bir şekilde uzandı ama uyumadı. Şövalye ise düşünmeye devam etti kaldığı yerden. Bütün bu olanların bir anlamı olmalıydı ve o çocuk, onun önemi büyüktü sanki.

Lucian yatağından kalktığında ikisi de acıkmışlardı ve akşam olmaya yakındı. Birlikte alt kata indiler. Onları gören kız hızlı bir şekilde yanlarına geldi. Bu sefer konuşan Lucian olmuştu "yemek istiyoruz" dediği sırada şövalye ondaki bu değişikliğe şaşırdı. Belki sadece kızla iletişim kurmaya çabalıyordu belki konuşabilecek kadar güçlü hissediyordu kendini. Kız ona bakıp gülümsedi, güzel bir gülümsemesi vardı onun ancak Lucian pek etkilenmişe benzemiyordu.

Kısa bir süre sonra kız yemeklerle birlikte geldi. İki tabak et kızartması, yanında haşlanmış patates ve bolca salata vardı bu akşamki menülerinde. İkisi de konuşmadan yemeklerini yediler ancak Lucian tekrardan konuşmuş ve kıza "teşekkür ederim demişti." Acaba neydi bu gelişmenin sebebi.

Yemeklerinin ortasında ozan tekrardan geldi. Hanın ortasındaki koltuğuna oturdu ve gitarını çıkardı. Çalmaya başlamadan önce Lucian'a doğru bakıp başıyla selam verdi. Bu akşam ki şarkıyı bilmiyordu. "Çok uzun zaman önce küçük bir çocuk vardı" diyerek başlamıştı anlatmaya. "Onun kimsesi yoktu aslında. O kadar büyük bir yalnızlıktaydı onun yaşadıkları yalnızlık kelimesinin anlamını değiştirebilirdi." Ozan anlatmaya devam ederken sanki hep Lucian'a bakıyordu. "Küçük çocuk şehirler arasında dolaşıyordu evim diyebileceği bir yer bulabilmek umudu ile. Ancak hiçbir toprak parçası kabul etmiyordu onu.  Herkes düşmandı ona, herkes nefret ediyordu ondan." Ozan anlattıkça Lucian sözlere dalıp gitmişti. Şarkının kalanını duymamıştı bile. Onu anlatıyordu sanki ve bir şarkının içinde yer almak garip hissettirmişti.

Elbette şarkı onu anlatmıyordu. Az bilinen bir efsaneydi. O çocuğun büyüyüp ülkeyi ejderhanın elinden kurtarmasını anlatıyordu şarkı. Ancak bu Lucian’ın etkilenmesini engellememişti. Ozan şarkıyı bitirdiği zaman Lucian’a doğru göz kırptı ve Lucian elini havaya kaldırarak onu çağırdığını belirtti. Bir süre sonra ozan masalarına kadar gelmişti “umarım küçük beyimiz şarkımı beğenmiştir. Bu şarkıyı senin için çaldım,” dediği sırada Lucian’ın yüzünde büyük bir gülümseme yerleşti. “Teşekkür ederim, bizimle oturmaz mısın,” boş olan sandalyeyi işaret ettiği zaman ozan başını eğerek kabul ettiğini belirtti.

Üçünün konuşması Lucian’ın soru bombardımanı ile başlamıştı. Önce bütün o şarkıları nereden öğrendiğini sordu sonra küçük çocuğa ne olduğunu daha sonra şarkıların ne kadarının gerçek olduğunu sordu.  Ancak her cevaba başka sorularla karşılık veriyordu ve bir süre sonra ozan durmaksızın konuşmaya başladı. Öyle gözüküyordu ki Lucian’ın soruları bitmeyecekti. Ozanı biraz rahatlatmak isteyen şövalye ise elini kaldırıp garson kızı çağırdı. Onun gelmesi elbette ortamı değiştirecekti.

Kız geldiğinde onu çağıran şövalyeye değil Lucian’a bakmıştı. İkisi bir süre boyunca bakıştılar bu anı bozmak istemeyen şövalye ise hiçbir ses çıkarmadı. Ozan dayanamamış ve “bize içki getir” demişti. Kız başıyla onaylayıp masadan uzaklaşmaya başladığında yüzünde hafif bir üzüntü ifadesi oluşmuştu. Lucian ise tekrardan eski haline bürünmüştü. Kıza karşı bir şeyler hissediyor olmalıydı.

Kız tekrardan geldiği zaman bardakları dağıtırken Lucian’ın bardağını yanlışlıkla üzerine döktü ve içkinin bir bölümü Lucian’ın pantolonuna aktı. Özür dileyen kız hızlı bir şekilde bir bez çıkarıp masayı silmeye başladı sonra da Lucian’ın pantolonunu silmek istediğinde onu eliyle durdurdu “biraz ıslandım sadece, önemli değil”. Lucian ilk kez kızla konuşmuştu ve bu onun adına başka önemli bir konuydu.

Daha sonra masada nereden gelip nereye gittikleri konuşuldu. Ozan bir süre daha aynı kasabada kalacaktı. Ancak şövalye ertesi gün yola çıkmayı planlıyordu. Fakat ilerleyen zamanlarda aynı şehirde buluşacaklardı. Halk arasında altın şehir olarak bilinen şehirde buluşmak için sözleştiler ve ozan masadan ayrıldı.

Lucian ve şövalye masada yalnız kalmışlardı tekrardan. Etraftaki insanlar onları takip etmeye devam ediyordu. Bundan rahatsız olan Lucian “hadi yatalım” dedi ve şövalye ile birlikte masadan kalktılar. Merdivenlere doğru giderken kız Lucian’a yaklaştı ve eğilip kulağına bir şey söyledi. Şövalye ne söylendiğini duymasa da çocuğun yüzündeki kırmızılığa bakacak olursa neler olabileceğini anlamıştı. Ancak yavaşlamadan merdivenlerden yukarıya çıktılar. Lucian kendini yatağına attıktan bir süre sonra uykuya daldı ve şövalye için uzun bir gece başladı.

Resim: Joanna Beal


0/Post a Comment/Comments