Yeni dünya, Lucian'ın doğuşu
Güneş batalı uzun zaman olmamıştı. Şövalye atını durdurup bir ağaca bağladı. Kucağında taşıdığı baygın çocuğu attan indirip başka bir ağacın gövdesine yasladı. Daha sonra onun yaraları ile ilgilendi bir süre boyunca. Ciddi bir yarası yoktu aslında ancak tüm gövdesi morarmıştı. İnsanların ona saldırma biçimini aklından çıkartamıyordu bir türlü. Onların gözlerindeki öfke kolayca unutulabilecek gibi değildi. Çocuğa neden o şekilde davranmalarının sebeplerini merak ederken bir yandan da çocuğun yaralarını bandajlamakla meşguldü.
Güneş batalı uzun zaman olmamıştı. Şövalye atını durdurup bir ağaca bağladı. Kucağında taşıdığı baygın çocuğu attan indirip başka bir ağacın gövdesine yasladı. Daha sonra onun yaraları ile ilgilendi bir süre boyunca. Ciddi bir yarası yoktu aslında ancak tüm gövdesi morarmıştı. İnsanların ona saldırma biçimini aklından çıkartamıyordu bir türlü. Onların gözlerindeki öfke kolayca unutulabilecek gibi değildi. Çocuğa neden o şekilde davranmalarının sebeplerini merak ederken bir yandan da çocuğun yaralarını bandajlamakla meşguldü.
Karnında derin bir kesik vardı
ve onunla özel olarak ilgilenmesi gerekiyordu. Çantasından çıkardığı bir
merhemi yaraya sürerken çocuk acı çektiğini belirtircesine hareket etmeye
başladı. Ancak uyanmadı. Daha sonra o merhemden diğer yaralarına da sürdüğünde
çocuk acı çekmeye devam etti. Merhemi sürdükten sonra bandajlama yapmaya
başladı. Sol omuzunda çıkık olabilirdi ve onu yerine taktı. Bu esnada çocuk
kesin bir çığlık atmasına rağmen yine de uyanmadı. Onun zayıf bedeni için
fazlaydı yaşadıkları ve şimdi güçsüzlük içinde titriyordu bedeni.
Çocukla ilgilenmesi bittiğinde
onun kalın bir örtüyle örttü ve ateş yakmak için etraftan çalı toplamaya
başladı. Yeteri kadar çalıyı topladıktan sonra ateşi çocuğa yakın bir yere
yakmaya karar verdi. Bu sayede biraz olsun ısınabilirdi. Cebinden çakmak taşını
çıkarttı ve birkaç kere sürttü sonra çıkan alevle küçük bir çalıyı tutuşturdu.
Daha sonra o çalıyı alıp diğerlerinin üzerine koydu. Kısa bir süre sonra ateş
yanmaya başladı ve ateşi daha büyük dallarlarla besledi. Sırtını ağaca
yasladığında kılıcının kınını çıkartıp kucağına koydu. Her ihtimale karşı bir
eli kılının kınında diğer eli ise kılıcın sapındaydı. Düşünceler içerisinde
uzanırken bir yandan da çocuğun hırıltılı soluk alış verişlerini dinliyordu.
O çocuk ne yapmış olabilirdi ki
o kadar acımasızca saldırmışlardı üzerine. Nasıl bir suç bir çocuğu ölüme
göndermeye sebep olabilirdi. Yanında baygın yatan çocuğa baktığı zaman onun
yüzündeki masumiyete hayran kalıyordu. Nasıl bir güç bir çocuğun yüzündeki
masumiyeti silmek istiyordu. 15 veya 16 yaşında olmalıydı çocuk. Henüz
sakalları çıkmamıştı, büyümemişti belli ki. Çocuktu o daha, niye öyle
davranmışlardı. O yetişmeseydi öldüreceklerdi onu, acı çektirerek yavaşça
öldüreceklerdi. Sanki onun kanıyla yıkandıklarında tüm günahları affedilecekti.
Sanki onun kanı dünyadan pislikleri temizlemeye yetecekti. Anlaması mümkün
eğildi.
Şövalye düşünmeye devam ederken
bir yandan da etrafındaki sesleri dinliyordu. Baykuşlar ötüyor ve karanlık
ormana gizemli bir hava katıyorlardı. Saat gece yarısını geçmişti çoktan. Ormanda
gece hâkimdi ve sessiz avcılar ölümcül bir av içerisindeydi. Ateşin vahşi
hayvanları uzak tutacağına inanıyordu ancak her ihtimale karşı kılıcını elinden
bırakmıyordu. Sebebini bilmediği bir tedirginlik vardı içinde ve bu
tedirginliğin sebebi yanında yatan çocukla yakından alakalıydı.
Çocuk inlemeye başladığı zaman
şövalye yerinden kalkıp çocuğun yanına geçti. İnliyor ve olduğu yerde hareket
ediyordu. Merhemin onun kanına işlediğinin bir göstergesiydi bu ve bu çocuk için
oldukça güzeldi. İyileşebileceğinin bir ipucuydu bu hareketlilik ve şövalye
belirsiz bir şekilde gülümsedi. Çocuk gözlerini açtığında şövalyeye doğru boş
bir bakış attı. Sadece bakıyordu sanki, göremiyordu belki de veya anlayamıyordu
gördüklerini. Çocuğun kendine gelememesinin bir göstergesiydi bu hareket ve
onun iyileşebileceğine dair güçlü bir kanıttı.
Çocuk ise gözlerini açtığında
karşısında zırhında ateşin yansıması olan şövalyeyi gördü. Bir süre boyunca
nerede olduğunu anlamadı fakat daha sonra onu kurtaran şövalyenin yanında
olduğunu anladı. Sebebini bilmediği bir huzur kapladı içini ve tekrardan
gözlerini kapattı. Gözlerini kapatması onun için kolay değildi aslında.
Gözlerini kapattığında görüntüler gelmeye başlıyordu. Hayatından parçalar
sahneler halinde önünden geçiyor ve ona geçmiş acıları tekrardan yaşatıyordu.
Bir ambarın içindeydi çocuk.
Fareler etrafında dolaşıyor ve o uyuduğu sırada ona saldırıyorlardı. Bu yüzden
uyumaması gerekiyordu onun. Uyuduğunda canını yakıyorlardı. Günlerdir hiçbir
şey yememişti. Eğer yapabilse farelerden birisini öldürüp onu yemeye başlardı
ama yapamıyordu. Gece çok soğuk oluyordu ama soğuktan da kaçabilecek bir yolu
yoktu. Anlamı yoktu yaşamasının. Ailesi onu boş bir ambara kilitlemişti ona
hiçbir şey vermeden. Eğer insan kendi kendine ölebilseydi eğer orada ölmekten
mutluluk duyardı çocuk. Daha on üç yaşındaydı ama hayat ona büyümesi
gerektiğini söylüyordu. Büyüyemediği için gidemiyordu oradan.
Başka bir sahnede güzel bir
kızın ona yemek verdiğini görüyordu. Eğer aşk gerçek ise o kıza âşıktı. Ambarın
tahtalarının arasındaki bir boşluktan veriyordu ona yemeği. Eğer o kız
olmasaydı açlıktan ölebilirdi. Eğer o kız olmasaydı konuşmayı unutabilirdi. Kız
yanına gelip onunla konuşuyordu hep. Bir süre kaldıktan sonra gidiyordu çünkü
yasaktı onun yanına gitmek. Kızın ailesi ona yardım ettiğini öğrenseydi kıza
cezalar verirdi. Bu yüzden çocuk kızın yardımını istemiyordu. Onun başı belaya
gireceğine açlıktan ölmeyi yeğlerdi.
Sahneler değiştiği zaman yaşlı
bir adam vardı yanında. Köye yeni gelmişti belli ki. Çocukla özel olarak
ilgilenmiş ona okumayı öğretmişti. Sonra ona kitaplar vermişti. Ailesiyle
kavgalar etmişti ve bu sayede çocuğun yaşadığı ambarın kilitleri açılmıştı. Artık
dışarıya çıkabiliyordu ancak dışarıyı sevmiyordu o. Herkes ondan nefret
ediyordu. Herkes onun ölmesini bekliyordu ama o sebebini bilmediği bir sebepten
dolayı devam ediyordu yaşamaya. Daha sonra yaşlı adam ona kitaplar verdi.
Evrenin yaratılışını anlatan, tanrılardan bahseden kitapları bir çırpıda okudu.
Yaşlı adam ailesine her ne söylediyse artık çocuktan daha fazla korkuyorlardı.
Hatta haftada birkaç kere önünde bir kap yemek bile bırakılıyordu.
Çocuk baygın bir biçimde yatıp
kendi dünyası içinde yolculuklar yaparken sabah olmuştu. Şövalye fazla uyumamasına
rağmen ayağa kalkıp sönmüş ateşi tekrardan canlandırmaya çalışıyordu. Çocuğun
yaralarına baktığı zaman kanamasının azaldığını gördü ve bu gelişmeden dolayı
mutlu oldu. Ateşler içerisinde yanıyordu ve alnına ıslak bir bez koydu. Daha
sonra tüm vücudunu ıslattı ateşini biraz düşürebilmek için. Enfeksiyon kapmış
olmalıydı ve bedeni direniyordu. Çantasından çıkardığı bazı otları karıştırarak
bir çay hazırladı ve o çayı çocuğun ağzına yavaşça döktü. Daha sonra onun için
hazırladığı başka bir karışımdan biraz içirdi. Beslenmesi gerekiyordu onun
yoksa bedeni güçsüz kalırdı ve savaşı kaybederdi. Çocuğa zarar gelmesini asla
istemiyordu hele ki sorularının cevaplarını sadece ondan alacağını bildiği
sürece.
Sabahın saatleri ilerlerken
çocuk tekrardan gözlerini açtı ve “neredeyim?” diye sordu gırtlağından çıkan
kısık bir sesle. Çocuk doğrulmaya çalıştığı sırada şövalye onu tuttu ve “kıpırdama
dinlenmen gerekiyor. Güvendesin merak etme şimdi sadece dinlen” dedi. Bu
sözleri duyan çocuk hafifçe gülümsedi ve tekrardan uykuya daldı. Hareket
edebilmesi oldukça güzel bir gelişmeydi. Şövalye bunu öğrendiği zaman mutlu bir
şekilde gülümsedi ve yere bağdaş kurup oturdu. Daha sonra bir elini kılıcının
üzerine koyarak dua etmeye başladı. Avuç içi kılıcının keskin yüzündeydi ve
hafifçe bastırıyordu elini. “Eğer yanlış bir şey yapıyorsam tanrım bir işaret
ver bana ve kes elimi” cümlesini bitirdiği zaman avuç içini kılıcın keskin yüzü
üzerinde hareket ettirdi ve daha sonra avuç içinde hiçbir kesik olmadığını
gördü.
Tam kendine bir kahvaltı
hazırlayıp yemek üzereyken ormanın içinden gelen gürültüler duymaya başladı.
Kahvaltıyı bir kenara bırakıp ayağa kalktı. Bir süre sonra karşısında onlarca
silahlı adam karşısında duruyordu. “Ne istiyorsunuz” diye bağırdı şövalye
emredici bir tonda ve karşıdan cevap geldi “çocuğu istiyoruz.” Şövalye “onu
alamazsınız” dediği zaman adamlar kılıçlarını çektiler ve şövalye de aynı
şekilde karşılık verdi.
Adamlar kılıçlarını çektikten
sonra şövalyenin etrafını sardılar. Şövalye ise sırtını çocuğa vermişti. “Gidin
buradan” diye bağırdığı zaman bazı adamlar bir adım geriye attılar fakat
diğerleri hareket etmeyince tekrardan oldukları yere döndüler. Daha sonra
adamlar saldırmaya başladı. Şövalye gelen darbeleri kılıcıyla geri çeviriyor
dirsek ve yumruk darbeleri ile ona saldıranları yere düşürüyordu. Sadece
savunuyordu şövalye, herhangi bir şekilde saldırmıyor ve kılıcını
kullanmıyordu.
“Sizi son kez uyarıyorum” dedi
bir süre sonra. “Ya gidin ya da sonunuzla yüzleşin.” Adamlar onu dinlemeyip
saldırdıkları zaman kılıcını ona doğru savuran bir adamın hamlesinden geriye
doğru küçük bir zıplama yaparak kurtuldu. Daha sonra adamın kılıcıyla çizdiği
yayın hemen altından kendi kılıcını savurdu ve karnını boydan boya yardı. Daha
sonra ona sol yanından saldıran birisinin kılıcına yukarıdan vurarak aşağıya
doğru eğdi ve kılıcının kabzası ile onun suratına vurdu. Yüz kemiklerinden
gelen çatırtı sesini duyduktan sonra tekrardan kalabalığa doğru döndü.
Geriye 8 kişi kalmıştı ve
onlarla uğraşmak oldukça yorucu olacaktı. Her ne kadar arkasını korumaya
çalışsa da artık bunu yapamıyordu. Düşmanları etrafını çevrelemişti ve hepsi
aynı anda saldırıyordu. Avantajlı olduğu nokta ise adamların bazıların
deneyimli savaşçılar olmamasıydı. Onları kolaylıkla atlatabiliyordu.
Ön tarafındaki üç kişi ile aynı
anda savaşırken arkasındaki adamlardan birisi ona doğru hızlı bir biçimde
yaklaştı. Tam kılıcını kaldırıp şövalyenin sırtına saplayacağı sırada çocuk
gözlerini açtı ve hızlı bir şekilde etrafına baktı. Daha sonra sağ elini
hafifçe havaya kaldırıp “lütfen dostlarım yardım edin” dedi. O cümlesini
tamamladığı sırada birkaç tane kaya parçası havalandı ve şövalyeye saldıran
adamlara çarptı. Çocuk tekrardan bayıldığı sırada olan bitene şaşıran şövalye
başka bir adamın boğazını kesti. Hala ayakta kalanlar şaşkınlık içinde
kılıçlarını yere bırakarak kaçmaya başladı. Şövalye ise onları kovalamadı.
Kaçan birisine saldırmanın onun yemininde yeri yoktu.
Tekrardan çocuğun yanına dönüp
yere oturdu ve onun ayılmasını bekledi. Birkaç saat boyunca çocuk hiç
kıpırdamadı. Sadece hafifçe nefes aldı ve aralarda inledi. O birkaç saat
geçtikten sonra çocuk tekrardan gözlerini açtı hemen yanında duran şövalyeye
baktı. “Teşekkür ederim” dedi daha sonra şövalyenin gülümsemesini gördüğünde.
“Önemli değil” dedi şövalye. “Benim
adım Falco, senin ki ne?” Çocuk hafifçe başını kaldırıp bir süre boyunca
düşündü sanki ismini hatırlamak istermişçesine. Daha sonra “Lucian” dedi. “Ama
genelde bana şeytan derler.”
Şövalye “memnun oldum, hadi
biraz daha dinlen” dediğinde Lucian gözlerini tekrardan kapattı ve kendini bir
başka hatırasının içinde buldu.
Devam edecek