
Eğer bu yazıyı yazarsam
gözlerini anlatmaya çalışırım ama anlatamam ve biraz daha gömülürüm yalnızlığa.
Gözlerini anlatabildiğimi düşün mesela. Göz bebeğindeki her çizgiyi anlatmam
gerekir. Her çizgiden sorumlu olan acıları sıralamalıyım. Daha sonra
bakışlarını ve her bakışın anlamını da anlatmalıyım. Yapamam ki bunları ben. Bir
hikâye anlatsam burada içinde bulutlar olsa, mesafeler olsa. Sonra bir tutam
yalnızlık serpiştirsem hikâyenin üzerine. Bir kurbağa ve 3 tane de cüce olsa.
Sonra kukla olmak isteyen bir çocuk olsa bir de kendini kuleye hapsetmiş bir
prenses. Cücelerin baltaları, kurbağanın ayakları, çocuğun dişleri ve prensesin
saçları olmasa.
Kötü cadının bütün
kötülüğü dedikodusundan gelse. Atsız bir şövalye olsa mesela hiçbir yere yetişemese
kaçırsa tüm savaşları. Şövalyenin kılıcı kırılmış, kalkanı parçalanmış olsa ama
savaşmaktan olmasa bunlar. Düşman yerine duvarlara vursa hep. Prenses
kulesinden atlamanın planları yaparken kurbağa bacak nakli için para
biriktirse. Cüceler de pazarda kelliğe çare olan ilaçlardan satsa. Anlamı
olmasa hiçbir cümlenin, hiçbir satırın.
Kötü cadı prensesin o
kadar dedikodusunu yapsa ki prenses kulesinden dışarı çıkmak istemese. Bu
esnada asla var olmayan bir ülkenin yakışıklı olmayan prensi kendi
gerçekliğinden şüphe etse. Diş perisinin dişler karşılığında verecek hiç parası
olmasa ve ejderha biraz altın bulabilmek ümidiyle dişlerini söküp yastığının
altına koysa. Kötü kalpli kont, şövalyeye onu öldürmesi için yalvarsa. Mutsuzluk
hâkim olsa o topraklara. Masallar hiç başlamasa, hiç anlatılmasa mutlu sonlar.

Sonra olmayan ülkenin
prensi kapı kapı dolaşıp yalanlar satmaya başlasa yaptığı işten nefret edip.
Kulenin kapısını çaldığı sırada prensesi görse. Ona ilk olarak “her şey güzel
olacak” yalanını satsa. Sonra oturup acı bir kahve içseler birlikte. Prenses
olmayan ülkeye gitmek istese prensin ona verecek hiçbir yalanı olmasa. Daha
sonra prens ona olmayan ülkeye gitmek için kuleden atması gerektiğini söylese
ve ikisi birlikte atlasalar ama ölmeseler. Olmayan bir ülkeye gitseler mesela. Olmayan
ülkede olmayan kuralların arasında yaşasalar. Prens prensesin elini tutsa
mesela. Sonra ellerine şişlerini alıp beraberce gerçeklik üretmeye başlasalar.
Bütün bir şehrin üzerini örtecek kocaman bir gerçeklik örtüsü yapsalar. O örtünün üzerine aşktan resimler çizseler. Kimse anlamasa onları ama
umursamasalar. Gerçek bir tepenin üzerine oturup bulutları seyretseler. El ele
tutuşup birbirlerinin gözlerinin içine baksalar ve yaşadıklarına aşk adını
verseler.
Birlikte bir hikâyenin
sonuna gitseler ve son kelimenin bitiminde otursalar. Bunların hepsi anlatsam
mesela gözlerinin ne kadarını anlatmış olurum. Her cümle göz bebeğindeki bir
başka çizgiydi desem ne kadar inanırsın bana. Bu yüzden yazmak zor benim için.
Her cümlede karşılaşıyorum seninle ve ben yine konuşmayı unutuyorum. Söylemek
istediğim kelimeler siliniyor sözlüğümden ben kalanlarla yazı yazmaya
çalışıyorum. Anlamsız öyküler çıkıyor sonra ortaya. Ben anlatamıyorum, sen
bilmiyorsun. Olmayan bir ülkeye gidelim seninle, konuşmayalım. Bir gerçeklik
örtüsü örtelim üzerimize üzerinde aşktan motifler olsun.