Zincirler, düşünce

Uzun zamandır hiç konuşmadığımı fark ettim. Sanki yalnızlık kör bıçak alıp dilimi kesmiş gibi. İnsan neden konuşmaz ki? Sorunun cevabını bilmiyorum ama günlerce belki aylarca hiç konuşmadım. Konuşacağım kimsenin olmaması ile alakalı değildi bu. Bildiğiniz gibi gölgelerle bile konuşabilen birisi olduğum için benim için sorun olmuyor. İlk konuşmayı denemem o kadar ilginçti ki konuşamadım. Nasıl konuşulur unutmuşum. Bir inan konuşmayı unutabilir mi bir düşünün. Bana söyleseler inanmazdım ama başıma geldi. Şu kısa hayatımda bir o kalmıştı o da olduğuna göre sanırım yaşamamın bir anlamı kalmıyor geriye. Azrail kardeş bir zahmet gelip de alsan artık canımı. Biliyor musun bu dünya çok havasız, nefes bile alamıyorum. İnsanlar da garip, o kadar garipler ki evrim teorisinin gerçek olmadığını anlıyorsun onlara baktıkça. İnsanlık sürekli geriliyor, hayvanlardan böceklerden hatta çizmesel hayvandan bile çok daha geride. Öyle imalı imalı bakma bana Azrail onun adının çizmesel değil, terliksel olduğunu bende biliyorum ama şaka yaptım işte. Hiç şakadan anlamıyorsun. Hemen de gidersin sen. Bari otursaydın bir çay demlerdim sana. Kalma zaten sevmiyorum seni, hata hiç gelme.

Aslında uzun zaman oldu. Bu zamanda o kadar şey oldu ki anlatsam bitiremem. Yemediniz değil mi bende inanmadım zaten söylerken. Çirkini aldılar bir gece ben uyurken. Aslında uyanıktım sonra ayak sesleri duydum ve boynuma bir şey saplandı. Bayılmışım. Sanırım beni bayıltmak için atlarda kullanılan iğnelerden kullanıyorlar. Güzel oluyor ama zaten uyumakta zorlanıyordum. Çirkin o kadar kötü kokuyordu ki yediğim bütün böcekleri kusmaya başlamıştım. Sürekli bayılıyordum. Sonra onu alıp götürdüler ve benim odamı değiştirdiler. Odam demek ne kadar da garip geliyor aslında. Sanki benimmiş gibi geliyor değil mi ama benim değil. Şu dünyada hiçbir şey benim değil. Fikirlerim bile artık bana ait değil. Evet, her şey fikirlerim ile başlamıştı.

Hatırlıyorum buraya gelmeden çok uzun zaman önceydi. Ben evimde oturuyordum. Çok güzel bir evim yoktu, çok param da yoktu ama mutluydum sanırım. O kadar uzun zaman öncesi gibi geliyor ki hatırlamakta zorlanıyorum. Kendi başıma yazılar yazıyordum. İnsanların hatalarını gördükçe onları anlatan yazılar yazıyordum. Sitemin hatalarını görüyordum ve onları da yazıyordum. Sonra çok önemli bir şey keşfettim. Öyle bir şeydi ki o sistemin yaşayan her insanı nasıl köleleştirdiğini buldum. Onu tüm dünyaya anlatmalıydım ve yazmaya başladım. O gece sayfalarca yazdım. Tüm dünyayı uyandırmalıydım. Hemen internette yayımlamak istedim yapamadım. Gazeteleri aradım, telefonum çalışmıyordu. Öyle bir şeyi keşfetmiştim ki onu açıkladığım anda sistem yıkılacaktı ve insan belki de ilk kez özgür olacaktı ama yapamadım. Yazıyı bitirdikten sonra fazla sürmedi boynuma bir şey saplandı ve kendimi bu zindanda buldum. Atlar için kullanılan iğnelerden birisi ile vurulmuştum. Ne yazdığımı nereden öğrendiler bilmiyorum. Belki de beynime bir çip takmışlardır ve ne düşündüğümü önlerindeki kocaman ekranlardan görebiliyorlardır. Buraya nasıl düştüğümün hikayesiydi bu. Evet, ben fikirlerim yüzünden çektim bütün bu acıları. Pişman değilim yine olsa yine düşünürüm.

Yine başladı. Buna dayanamıyorum. Sanki şimdiye kadar yaşamış bütün insanlar beynimin içine girmiş, aynı anda konuşuyorlarmış gibi hissediyorum. Sanki beynim infilak edecekmiş ve parçaları etrafa saçılacakmış gibi geliyor ama hiçbir şey olmuyor. Beynime bomba koymuş olabilirler belki çok düşününce patlayacaktır. Belki herkeste vardır bu bombadan. Bu yüzden de kimse düşünmüyordur. Evet, kimse düşünmüyor bu hayatta. Herkes düşündüğünü zannediyor ama kimse gerçekten düşünmüyor. Düşünmenin ne demek olduğunu bile bilmiyorlar. Reklamlarda gördüklerini tekrarlamak düşünmek olmuyor. Onun ismi kölelik. Reklamlara tapan bir insan ırkı var dışarıda ve düşünen ben işkence görüyorum.

Milyarlarca insan beynimin içinde konuşmaya başladıkları zaman o insanların bir kısmını tanıyorum. Ancak hatırladığım gibi değiller. Başkası olmuşlar, benim hiç tanımadığım bir şekilde. O kadar nefret ediyorum ki onlardan her birisini boğarak öldürmek istiyorum. Elimi o atmayan kalplerine sokup, parçalamak istiyorum. Herkes bir şeylerden bahsediyor. Reklamları tekrar ediyorlar sürekli. Herkes reklam olmuş haberleri yok. Hepsi ölmüş, bilmiyorlar.

Çok nadir birisini duyuyorum ve o duymak istediğim tek ses. Ancak onu duymamı engel oluyorlar. Onu duyamadığım zaman çıldırıyorum. Size anlatmamıştım şimdiye kadar ama buraya geldim geleli tek bir ses dayanmamı sağlıyor. Öyle bir ses ki sadece onu bir kez daha duymak için yaşıyorum. Sesin sahibinin kim olduğunun hiçbir önemi yok. Bir zamanlar sevgimi reddeden birisi diyelim yeterli bir açıklama olur.  Bu cümleden birisini çok sevdiğimi ama onun bana karşılık vermediğini sonra o sesin sahibini unutmadığımı çıkarabilirsiniz. Hatta iddialı bir çıkarımda bulunup onu hala sevdiğimi bile söyleyebilirsiniz ama bunu söylerseniz sizinle kavga ederim. Sevginin de öldüğünü bağırırım yüzünüze karşı. Sevgi dükkanlarda satılmaya başladıktan kısa bir süre sonra kalbinin durduğunu da anlatırım. Bana inanmazsınız ama siz de diğerleri gibisiniz sonuçta. O sesin sahibi ise farklıydı ama önemi yok bunun. Sonunu başlangıçta anlattığım bir hikaye bu.

Başka da bir şey olmadı hayatımda. Burada kalan kurtçukları yemeye devam ediyorum. Geçenlerde yemek bırakıldı bana. Sanırım açlıktan öleceğimi düşünmüş olmalılar ki biraz yemek bıraktılar. Çok güzeldi ama döner vardı sonra yanında ayran. İnanmazsınız ama yanında tatlı bile vardı. Sanırım beni televizyona çıkarmaya başladılar. Hem tüm dünyaya düşünürlerse böyle olacağını gösteriyorlar hem de her hafta sonu oylama düzenliyorlardır. Mesela bu hafta bana ne verileceği üzerine bir anket olur insanlar da cevaplarını kısa mesajla 3445 e atarlar. Bu sayede beni de satılığa çıkarmış olurlar. Kimse bana beş para vermez biliyorum ama böyle olunca birileri dünyaların parasını kazanır. Sistem çok acımasız değil mi. Sadece bir kaç parça yemekle beni kandıracaklarını zannetmeleri çok komik. Düşüncelerim çok daha değerli belki dünya üzerindeki son düşünceler. Belki birileri ben öldükten sonra onları alıp müzeye koyar. İsmi de düşünce müzesi olur. Kameraların çektiği görüntüleri de hep gösterirler. Merak etmiyor değilim hani acaba bacağımı yediğim sahneyi izlerken kaç kişi kustu.

Çok konuştum ve artık susman gerekiyor. Bir sonraki gösteriye kadar hoşça kalın izleyicilerim. Hadi size bir de el sallayayım.





2/Post a Comment/Comments

Unknown dedi ki…
Bazen susmak konuşmaktır inan
Oğuz Marangoz dedi ki…
Susuşları anlayan fazla olmasa da konuşmaktır. Hatta gevezeliktir.