Zincirler, firar


Zincirler

Her şeyi sırası ile anlatmak istiyorum ama sırasıyla yaşamadığım için bir düzene sokamıyorum olayları. En son duvarda yürüyen o güzel, şişko böceği yediğimi hatırlıyorum.O hala canlıyken dişlerim kabuğunu parçalarken çıkan sesleri kolay kolay unutamıyorum. Yerken boynumdan aşağıya doğru hareket ettiğini de hatırlıyorum bir daha böcek yerken önce öldürmem gerekiyormuş. O şişko böcek iki gün daha dayanabilmemi sağlamıştı. Herhalde midem geç sindirdi onu keşke daha fazla olsalardı.

Ancak başka böcek yoktu ve kolum yada bacağım arasında bir seçim yapmalıydım. Fazlasıyla zayıflamış olduğum için iki kolumu birden yersem anca doyabilirdim. Bu sebeple bacağımı yemek daha mantıklıydı. Önce sol baldırımı ağzıma doğru getirip ısırdım. Dişlerim sert derime zor battı. Dişlerim derimde derinlere indikçe ağzıma kan dolmaya başladı sevmiyorum kanın tadını. Hele bacağımdan bir parça koparmak inanın çok güçtü. Çok fazla acı çektiğimi hatırlıyorum derim lastik gibi bir türlü kopmak bilmediğinden ama midemin ağrısı çok daha fazlaydı.

Bacağımdan büyükçe bir parça koparmıştım ve çiğnemesi oldukça güçtü. Tadı da aynı kanım gibi kötüydü hiç sevmedim ama yapmak zorundaydım. İlk lokmamı çiğnedikten sonra durdum. Bacağımı bir günde bitirmek istemiyordum ya ondan işte. Aslında iskeleti almasalardı onun kemiklerini parçalayarak yiyebilirdim ama aldılar onu benden. Bacağımdan akan kanın zemine yayılmasını izledim bir süre. Sonra bütün zindan leş gibi kan kokmaya başladığında kusmamak için kendimi zor tuttum. Kanamamı durdurabilecek hiçbir şey yoktu ve yaşam özüm her yeri kaplamaya başlamıştı.

Bacağımdan bayağı bir kan akmış olmalı ki bir süre sonra bayılmışım. Kendime geldiğimde birisi bacağıma bir şey sarıyordu. Daha ne olduğunu anlamadan hemen üstüne atılıp iki elimle boğazını kavradım. Onu yere yatırıp bütün ağırlığımı üstüne verdikten sonra boğazını sıkmaya başladım. Parmaklarımın arasında onun yavaşlayan kalp atışlarını hissedebiliyordum. Sıktıkça yüzü morarmaya başlamıştı ve nefes alışverişi yavaşlıyordu ve direnişi güçsüzleşiyordu. Başı yana düşene kadar sıktım. Gözlerini sonuna kadar açılmıştı, yüzünde büyük bir korku ve acı ifadesi vardı. Sonra bıraktım onu kafası taş zemine sertçe çarptı. Cebinden anahtarları aldım önce zincirlerimi ardından kapıyı açtım. Belki ölmüştü belki bu kadar çirkin olmasaydı yiyebilirdim onu. Hatta belki çakmağı vardı ve küçük bir ateş yakıp pişirebilirdim ama dediğim gibi çok çirkindi.

Dışarıya çıktığımda büyük bir koridor vardı ve karşılıklı dizilmiş bir sürü oda. Odaların arasında topallayarak yürürken başka iskeletler gördüm. Hepsini dışarıya çıkartmak istesem de hepsini birden taşıyamazdım. Bacağımı ısırmıştım ya hani ne çabuk unuttun. Kası parçalamış olmalıyım ki yürümekte çok zorlanıyordum.

İskeletlerle vedalaşırken çok ağladım. Onların özgür olma ihtimalleri yoktu, özgür olma umutları da yoktu. Onlar iskelettiler hiçbir şeyleri yoktu. Benimde yürüyebilmem için bir bastona ihtiyacım vardı. Kanamam durmamıştı ve yürüdüğüm yollar kırmızıya boyanmaya devam ediyordu. Uzun bacaklı bir iskeletin bacağını koparıp kendime baston yaptım. Saçlarını koparıp diz diz kapağına doladım ki kırılmasın. Bir kaç parça bez bulabilseydim veya boğduğum adamın elbisesinden koparsaydım bir parça bacağımı sarabilirdim. Ancak yapamadım ve kanamaya devam ettim.

Koridorun sonuna geldiğimde artık yürüyemiyordum. Başım dönüyor ve gözlerim kararıyordu. En son karşımda büyükçe bir kapı gördüm. Çelik kapıya tutunarak doğrulmaya çalıştım. Kapının koluna ulaştığımda neredeyse hiç gücüm kalmamıştı. Kapıyı açmamla yere düşmem bir oldu. En son gördüğüm şey ise içeriye dolan büyük bir ışıktı. Galiba ölüyordum. Hani ölmeden önce bir ışığa doğru gider ya insan bende öyle ama ışığa doğru gidemiyordum. Sonra her yer karardı.

Tekrardan bayılmışım. Oysa ölmek çok güzel bir yol gibi gelmişti bana. Gözlerimi açtığımda boğduğum adamın cesedi duvarda asılıydı. Ben onu boğmuştum ama gariptir kafatasında iki tane delik vardı. Sanırım ben öldüremeyince başkası tamamlamıştı yarım kalan işimi. Yaşamama neden izin verdiklerini hala bilmiyorum. Bir süre cesede baktıktan sonra ben ölüleri yemem diye çok bağırdım. Ölüleri böcekler yer bende böcekleri. En azından cesede bayağı bir böcek gelecekti. Bir süre boyunca karnımın doyacağı da kesindi artık. Bu süre sonra bacağım bile iyileşebilirdi belki. Hala aklımda o kapının arkasında ne olduğu vardı. Bir özgürlük yolu muydu o yoksa başka bir zindana mı açılıyordu? Peki o kapı başka bir zindana açılıyorsa başka zindandaki kapı da başka bir zindana açılırdı. Kimse özgür olamazdı bu şekilde. O zaman niyeydi bütün çabalar? Kimse özgür olmak istemiyor muydu acaba? Bir tek ben mi vardım özürlük ateşiyle eriyen? Bilmiyorum ama çok kızıyorum. Özellikle sana kızıyorum ceset. Benimle konuşurken gözlerime bak. En iyisi göz kapaklarını açayım da bakışalım uzun uzun. Sana bir isim bulmak lazım şimdi. Ceset pek güzel bir isim değil. En iyisi sana çirkin diyeyim, yakışır hem sana...


0/Post a Comment/Comments