"Son bir kez"

Yalnızlık ayının ilk gününün ilk saniyelerinde boş gözleriyle evinin kahverengi, ahşap kapısına bakıyordu. Bir kaç an önce, hatırlayabildiği kadarıyla yani farklıydı. Hani şimdi olduğu gibi duvarları seyretmediği bir zaman vardı ama ne olduğunu, nasıl olduğunu hatırlayamıyordu. Nefes almayı bıraktığında kapıya bakıyordu anlamsızca. Ne ileri ne geriye hareket edebiliyordu. Eğer kıpırdarsa düşeceğinden ve bir daha asla kalkamayacağından korkuyordu o vakitte. Eğer kıpırdarsa bir hareket edemeyeceğini düşünüyordu. İleriye doğru bir adım atabilmek, kapının kolunun tutup düşmesini engellemek istedi. Sonra onu hafifçe aşağıya indirerek kapıyı açmak ve bağırmanın düşünceleri dolaştı zihninde. Fakat bunların hiç birini dizlerinin bağı çözülüp yere kapandığı için yapamadı. Yere düştüğünde önce dizleri çaptı parke zemine ardından da dirsekleri. Bedenini korumak için en ufak bir çaba gösteremedi. Yüzü yere çarptığında ve burnundan bir miktar kan boşaldığında da en ufak hareketi olmadı.

Yerde boylu boyunca yatarken boynunu hafifçe geriye doğru çekerek kapıya bakmaya devam etti. Bu esna da yanaklarının ıslandığını ve gözlerinin acıdığını hissetti. Başını tekrardan yere doğru çevirip soyulmaya başlamış zemine yayılan kırmızı izlere baktı. Sonra durdu ve düşündü neyi düşündüğünü bile bilmeden. Bir şey onu bu hale getirmişti. Birisi onu zehirlemişti belki de veya bir kaç kutu ilaç içmiş ve artık sonlardaydı. Ancak ikisi için de bir nedeni yoktu. Bir acı dalgası bedenin her yerinde dolaşıyor, önüne ne çıkarsa çıksın silip gidiyordu. Öyle bir acıydı ki bu kalbinde başlıyor ve kanının dolaştığı her yere kadar devam edip ardından tekrar kalbine dönüyordu. Acı bedeninde attığı her turun ardından biraz daha kuvvetleniyordu. Eğer bu acı kanıyla dolaşıyorsa zemine yayılmış kırmızlığın tadı da aynı olmalıydı

Evinin bütün duvarlarını kanıyla boyasa ve tuğlalar yapsa hüzünlerinden acıdan bir evi olabilirdi onun. Bunların hiçbirini yapmamış olmasına rağmen yine de aynı hissediyordu. Öyle ki o kahverengi kapıya bakıyor ve kıpırdayamıyordu. Belki de o kapıda olan bir şey yüzünden kıpırdayamıyordu. Bakmamayı deneyebilirdi ama tekrardan ayağa kalksa ne yapacağını bilmiyordu. Sadece yükse sesle ağlamak istiyordu ve eğer konuşmayı başarabilseydi eğer bir çift kelime söylemek.

Kapıya bakmamayı ve onu unutmayı deneyecekti. Gözlerini kapadı ve sağdaki duvara tutunup dizlerinin üstüne doğruldu. Kalbi yüksek tempoda atmaya devam ederken acının bedenine yayılması hızlandı. Canı o kadar fazla yanıyordu ki tüm bedeni kasılıp kalmıştı. Onu bu hale her ne getirdiyse kesinlikle bir an önce geçip gitmesini istiyordu. Ayağa kalkabilse belki, uzaklaşabilse buralardan veya sadece o kapının diğer tarafına geçebilse bir parça olsun toparlayabilirdi kendini.

Bunları yapamasa da birisini arayıp yardım isteyebilirdi. Başkalarının yardımıyla da olsa ayağa kalkabilirdi. Hayatı boyunca her zaman tek başına olmasına rağmen bir kez olsun başkalarından yardım isteyebilirdi. Belki hissettikleri bir parça azalırdı o zaman. Elini cebine sokup telefonunu tutmayı başardığında yüzünden ufak bir gülümseme belirdi. Telefonunu çıkarıp rehbere girdi ve kimi arayabileceğini düşündü. İsimlerin arasında gezindi bir süre, kimseyi bulamadan. Aklında kime ait olduğunu bilemediği bir numara vardı ve ne zaman birisini aramaya kalksa o numarayı çeviriyordu. Ancak kimliğini bilmediği birisinden yardım isteyemezdi. Mesaj atsa mesela diyecek bir şeyi yoktu ayrıca mesaj atacak kadar bile güçlü hissetmiyordu kendini.

Ağzına yapışkan, bir sıvı dolmaya başladığında kanamasının durmadığını fark etti. Küflü bir hikayenin boğazından aşağıya doğru devam etmesine izin verdi o sıvının miktarı artınca. Bir kez daha yutkundu ve ilk kelimesi döküldü dudaklarından "yardım edin". Bir kaç kez öksürdü ve tekrarladı "yardım edin."

Kimsenin onu duymadığı belirsiz bir sürenin ardından umutlarını kaybetmişti. Kimse gelmeyecekti onun için. Telefonuna tekrar baktı ama yine kimi arayacağını bulamadı. En sonunda bir numara yazdı ve yeşil yazılı tuşa bastı. Uzun uzun çaldı telefon ve kimse açmadı. Elbette insanlar tanımadığı numaraları açmazdı. Elbette o hep insanların tanımadığı bir numara olurdu.

Son bir mesaj atmak istedi o numaraya. Sebebini bilmiyordu ama birisine son bir kaç kelime söylemeliydi eğer burada bitecekse her şey. "Benden habersizce gitmeni istemiyorum. Son bir kez gözlerinin içine bakmak ve teninin kokusu ezberlemek istiyorum. Hayatımda asla tam olarak hatırlamayacağım bir anı olmanı veya hiç yokmuşsun gibi devam etmeyi de istemiyorum. Son bir kez gözlerinin içine bakmak ve seni geçmişime altın harflerle yazmak istiyorum. Şimdiye kadar kimseden yardım istemedim, sadece sen kaldırabilirsin beni ve sadece sen devam etmemi sağlayabilirsin. Sen gittikten sonra geçen şu kısa zamanda ne kadar eksildiği anlatamam sana. Anlatmam da, sadece son bir kez bakmak istiyorum sana." telefonuna mesajı yazdığı sırada bundan vaz geçti ve yazdığı her kelimeyi sildi.

Ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Kapının kolunu tutup yavaşça aşağıya doğru indirdi ve kapıyı açtı. Sonra merdivenlerden aşağıya doğru koşmak için hazırladı kendini. İleriye doğru bir kaç adım attığı sırada birisinin merdivenlerde oturduğunu gördü. Durdu ve onun gözlerinin içine baktı.

Bu esna da merdivenlerde oturan adam ayağa kalktı ve kızın yanına geldi. "Seni son bir kez görmeden gitmek istemedim" dedi ve kıza sarıldı yalnızlık ayının ilk gününde...

12/Post a Comment/Comments

arasöz dedi ki…
"Kimsenin bilmediği bir numara olmak." Hayat sanırım binlerce yüz üzerine bu cümleyle salınıyor.Birlik olduğumuz ama bir o kadar da ayrı olduğumuz dünya münasebeti. Ve mutlu son...Hikayelerdeki mutlu son olmayalı uzun zaman oldu...

Ve bu cümleler eski zaman kokusu.Eskinden "insanlar" vardı.Bana onları anımsattı...


Saygılar...
Oğuz Marangoz dedi ki…
Mutlu son görmeyeli uzun zaman oldu evet. Çok teşekkür ederim arasöz, güzel yorumun için. Hala "insanlar" var. Biliyorum, biliyorsun ki hala varız..

Saygılar...
arasöz dedi ki…
Var mıyız-Yok muyuz kestiremiyorum ama burada birilerinin olduğunu bilmek güzel...

Saygılar..
Oğuz Marangoz dedi ki…
Masallarda böyle başlar bilirsin "bir varmış, bir yokmuş." Var veya yok olduğumuzu bilemem ama insanın yalnız olmadığını bilmesi güzeldir. Orada birilerinin olması da ayrı bir güzel..
arasöz dedi ki…
Evet yazmanın en büyük avantajı bu sanırım.Ruhunda ne kadar yalnızsan sözcüklerinle de bir o kadar kalabalıksın...

Saygılar..
Oğuz Marangoz dedi ki…
Kendi içinde çoğalıyorsun yazarken. Zaten bu olmasa kimse yazmak sanırım. Kendi içinde artıyor önce sonra birileri gelip yalnızlığına karışıyor. Okuyorlar seni daha da çoğalıyorsun ve bir gün birisinden iki kelam duyuyorsun. İşte asıl o zaman azalıyor yalnızlık..

Saygılar...
arasöz dedi ki…
Yalnızlık azalır mı cidden?

Kuşku duyduğum cümlelerin peşindesin;dilerim yazdığın gibidir.Yazdıkça azalır her şey.

Saygılar...
Oğuz Marangoz dedi ki…
Yalnızlığı "gerçek yalnızlık" ve "hissedilen yalnızlık" olarak ikiye ayrırsak eğer hissedilen yalnızlık azalır. Bunun gerçek yalnızlığı nasıl etkilediğini henüz bilemiyorum.

"Hissedilen yalnızlık" azalır ama bundan eminim ve "gerçek yalnızlığın" azalacağına inanıyorum. Yazdıkça azalır ama başka şeyler artarken...

Sevgiler...
arasöz dedi ki…
Aslında varlık azalır yazdıkça;ruhlar düşler çoğalırken bazı sindirilmemişlikler azalır.Bunu sevdim.

Saygılar..
Oğuz Marangoz dedi ki…
Aslında yazdığın her kelimeyi kendine kattığın için artar varlık. Sen artarken başka şeyler azalır. Güzeldir evet..

Saygılar...
Pabuc dedi ki…
Bazen hiç tanımadığımız o numaraların sahibi olduğu kişiler kıs süreli de olsa dost olabiliyor yalnızlığımızda...

Saygılar :) İyi olduğunu bilmek güzel..Dualarla..

Resim çok güzelmiş..
Oğuz Marangoz dedi ki…
Teşekkür ederim Pabuç umarım sen de iyi olursun hep :))