Tepedeki ev

Dolmuştayım, cam kenarına oturmuş başımı cama yaslamışım. Müzik çalarımda Kamelot, "House on a hill" çalıyor. Dayanamıyorum bu şarkıya son zamanlar. Ne zaman dinlesem bütün dikişlerim parçalanıyor, tekrardan kanamaya başlıyorum. Sanki hiç durmamış gibi akarken kanım yaşlarım sağ gözümde birikiyor. Dolmuş durup sen geldiğinde yanaklarım ıslanmaya başlamıştı. Beni ilk gördüğünde o derece aciz görünmek istememiştim. Düşünsene ilk karşılaştığımız anda ben gözleri ağlamaktan şişmiş ellerini kalbinin üstüne bastırmış, kanamasını durmaya çalışır halde. Biliyorum bu yüzden aramızda boşluk bırakıp oturdun. O kadar büyük, o kadar sonsuz bir boşluk ki sana ulaşabileceğimi hiç düşünemedim. O kadar güçsüz hissettim ki kendimi bir süre boyunca bakamadım yüzüne. Gözlerimi kurulamış olsam da beni bir kere görmüştün ağlarken. Senin için dönüşü yoktu bazı yolların.

Çalan müziğinde etkisi ile kendime kurak bir tepede barınak barınak inşa ediyordum. Ancak öyle bir anda çıktın ki karşıma geldin ve hayallerime ortak oldun. Önce çatısını onardın barınağımın, sonra ikinci ve ardından üçüncü katı çıktın. Bir bahçe kurgulamamışken kocaman bir gül bahçesi inşa ettin hayallerime. Bu kadar hızlı bir şekilde nasıl etki ettin bilmiyorum. Nasıl bir zehirsin ki daha damarlarıma karışmadan etki edebiliyorsun. O kadar hızlı oldu ki her şey şarkı daha bitmemişken tepedeki o yalnız evde birlikte yaşıyorduk. Hala gözlerinin içine hiç bakmamıştım, neler vardı derinliklerinde bilemiyordum. Siyah saçlarını kısacık kestirmiştin. İsyankar bir yanın vardı. Sanki oraya ait değildin, hep uzaklara bakıyordun. Sana bakmaya cesaret edemediğim zamanlarda bana baktığını hissediyordum.  O kadar güzeldin ki tanrının varlığına emin oldum seni gördüğümde. Neden saçın kısaydı? Neden ellerini bağlamıştın? Neden bu kadar uzaktaydın hayallerimizi paylaştığımız halde? O kadar güzeldin ki...

Yüz hatların fazlasıyla güzeldi. Gözlerini incelemeden dudaklarına bakmam terbiyesizlikti biliyorum ama öyle bir an olmuştu ki nedenleri bilmiyorum. Yüzümün kızarması bu ana denk gelmişti ve senin karşında ikinci güçsüzlüğümdü. Kızaran yanaklarımı gördüğünde hafifçe güldün ve ben sana bir kez daha aşık oldum. Gülümsemelerin çok fazla şey yaptığını bilirim ama şimdiye kadar senin gülümsemen kadar etkilisini görmemiştim. Ellerimi, kollarımı bağlamış ve ses çıkarmamı bile engellemiştin. Gözlerine de bu düşüncelerin arasında dolanırken bakmıştım. Kararlı bakışın beni delip geçiyordu. Retinanı incelemeye başladığımda sebeplerini bulamadığım hüzünler gördüm. Güçlü görünmene rağmen içinde kopan fırtınalara konuk oldum ve sen kendini geri çektin. Çantandan bir kitap çıkardın ve okumaya başladın. Gözlerini tekrardan görmemi engelleyecekti bu. Senin hakkında daha fazla düşünmemi istemiyor gibiydin ve bana yeni bir bilmece sundun okuduğun kitapla "Hayvan Çiftliği, George Orwnell". Hayata farklı bir bakış açısı vardı diye hatırlıyorum o kitapta. Hayvanların insanlara karşı isyanını anlatmıştı yazar. Peki sen neden okuyordun bunu? Neler geçiyordu aklından? Sende insanlara karşı bir isyan içinde misin yoksa? O kadar güzelsin ki...

Aramıza birisi oturdu, uzun boylu birisi hemde. Bu demektir ki yüzünü göremeyeceğim. Sadece elini ve kitabını görebiliyorum. Gariptir sayfa çevirmiyorsun. Gerçekten seni o kadar etkileyen bir cümle mi okudun yoksa kendini benden uzaklaştırma çabasında mısın? Zaman geçiyor ve sen kıpırdamıyorsun. Tek kelime bile konuşmuyorsun hatta nefes aldığından bile şüpheliyim. Ben tam bunları düşünürken telefonun çalıyor. Cebinden çıkarıp bakıyorsun ve zaman kaybetmeden yerine koyuyorsun. Sesini duyamıyorum en kötüsü. Sesini duysaydım eğer nasıl birisi olduğuna dair fikirlerim olabilirdi. Telefonuna baktığımda teknolojide oldukça geride kaldığını görüyorum. Demek ki teknolojiyi pek takip etmiyorsun veya telefonun bozulmuş olabilir. Ayrıca bir müzik çaların olmadığını da görüyorum bu teknolojiye uzaklığını doğruluyor. Hayata, insanlara, bana uzaksın. Tırnaklarında oje, yüzünde makyaj yok. Neyi önemsiyorsun? Lütfen cevap ver bana. 

Aramızdaki adam kalkınca bana yaklaşmıyorsun. Bu canımı daha beter sıkıyor. Güzel dudaklarından dökülecek tek bir kelime duymak için bekliyorum ama sen konuşmuyorsun. Yalvarıyorum sana her hangi bir şey söyle diye. Tek kelimenden bir hikaye, cümlenden roman yazabilirim ama sen susuyorsun. İçinde senin cümlelerinin olmadığı bir hikayenin yazılamayacağını söylüyorum sana ama sen dinlemiyorsun. Dolmuş durağa yaklaşırken son bir kez bakışıyoruz. Ben seni bir kez daha seviyorum. Belki görüşemeyeceğiz ve sen bende yarım kalmış bir aşk olarak kalacaksın. Önce ben iniyorum dolmuş Üsküdar'a geldiğinde. Küçük adımlarla ilerliyorum ki seni kaybetmeyeyim diye. Hala bir dudaklarından dökülebilecek bir kelimenin peşindeyim ama konuşmuyorsun. Arada bana bakarak devam ediyorsun yoluna. Bense seni rahatsız etmeden yürüyorum bir kaç adım ileriden. Başımı her çevirdiğimde bana baktığını görüyorum. Sen giderek geride kalıyorsun adımlarımı yavaşlatsam da. Gitmek istiyorsun biliyorum ve inan bu canımı çok yakıyor. Başka bir yoldan yürümeye başladığında bir daha asla görüşemeyeceğimizi anlıyorum. Elveda bile diyemiyorum sana. Hayallerimde bizim için inşa ettiğim tepedeki o ev yıkılıyor, bütün güllerin kuruyor o anda. Senden geriye sadece bu hikaye kalıyor. Anlatsam duygularımın karşılığı olmayacak. Anlatmazsam eğer sürekli aklımda olacaksın, unutamayacağım seni. Umutsuz bir oyun oynuyorum şimdi. Eğer bu hikayeyi okursan ve kendini tanırsan bir şans daha doğar tepedeki o evi tekrardan inşa etmeye...

0/Post a Comment/Comments