Eski ahşap masa

Eski ahşap bir masa, üzerinde uzun zaman öncesine ait yontmalar yıpranmış yüzeyinde zamanla yarışıyor. Ahşabın o nahoş kokusu etrafa yayılıyor. Güneş ışığı duvardaki tozlanmış, ufak pencereden içeriye doğru süzülüyor. Odadaki tek ışık kaynağı o küçük pencere. Işık hüzmeleri masanın eskimiş yüzüne düşüyor ve onun sayesinde ahşabın yaşına dair tahminler yapılıyor. Üzerindeki çizikler masanın nasıl kullanıldığını gösteriyor. Sigara yanıkları, bıçak izleri ve yapışmış mumlar tarihin ondaki işaretleri. Aslında masa odadaki en yeni eşya ki kimse ne zaman geldiğini bilmiyor. Ahşap duvarlar uzun zaman önce temizlenmemekten kararmış. Duvardaki birkaç resim silikleşmiş artık ne anlattıklarını kimse anlamıyor. Parke zeminde çokça yanık izleri var ki bunlar sol duvardaki şöminenin bitişiğinden başlıyor. Yanık izlerini örtmek için birkaç parça kilim atılmış yere ama yırtıkları yüzünden amacına erişemiyor. Dumanın kokusu her yere sinmiş durumda, sürekli bir yangında sanki oda. Şöminedeki odunlar yavaşça yanıyor ve tükeniyor. Güneşin ışığı yerini ateşin kızıllığında dans eden gölgelere bırakıyor.

Masanın iki yanında ikişer sandalye var. Birkaç defa kırılmış ve onarılmış. Üzerlerindeki çivilere bakarak anlaşılabiliyor kaç onarım gördükleri ki çok iyi durumda oldukları söylenemez. Kırılmak için, kırılmak ve başka birileri daha fazla taşımamak için fırsat kolluyorlar. Üzerlerinde birileri olduğu her an onlara dileklerini gerçekleştirmek için fırsat tanıyor. Masaya düşen güneş ışığı azalırken bu ihtimal giderek artıyor.

Erkek sırtını yaslamış oturuyor. Sandalyenin arka bölümü gerginleşiyor. Kız ise dirseklerini masadaki yanıklara dayamış ellerini birleştirmiş durumda. İkisi de konuşmuyorlar. Ne diyeceklerini bilmiyorlar belki veya yanlış bir şey söylemekten korkuyorlar. Kız bir şey söylemek için bir hamle yapıyor ama tek bir harf bile dökülmüyor dudaklarından. Erkek kızın gözlerinin içine bakıyor ve söylemediği kelimeleri duymaya çalışıyor. "Git hayatımdan" diyor göz bebekleri. Erkeğin canı yanıyor bu cümleler karşısında. Nedenleri öğrenmek istiyor ama sormaya cesaret edemiyor.

Kız adamın dudaklarına bakıyor ve hareketlerinden cümleler oluşturmaya çalışıyor. Ne düşündüğünü merak ediyor ve onları anlamak istiyor. "Seni istemiyorum hayatımda" diyor erkek. Bağıra bağıra anlatır hemde duymamak için sağır olmak istiyor bir süreliğine.

Adam kızın yüzündeki ifadeye tiksinme olarak algılıyor. "Seni hiç sevmemeyi dilerdim" diyor duyulamayan kısık sesli sözcüklerle "Sevmenin ne demek olduğu öğrendim sayende ki bunu hiç öğrenmemiş olmayı isterdim." Kalbini bir elin sıktığını hissediyor ve yavaş yavaş eksiliyor hayattan.

Kız ona bakmak istemiyor daha fazla, bakışlarını yere doğru çeviriyor. Ne cümlelerin bir önemi kalıyor geriye ne düşlerin. "Seni tanıdığım güne lanet olsun" ifadesini gördükten sonra anlamı kalmıyor sevmenin.

Adam artık masadan kalkmak istiyor "seni hiçbir zaman sevmedim" cümlesini gördükten sonra. Ancak bunu yapabileceğinden emin değil. O gittikten sonra başka birisini sevebilir mi bilemiyor bunu. "Sevgin bir yaraydı bende. Seni sevdikçe hep kanayacaktı kabuğu kopartsaydım eğer düzelirdi belki. Kanayacağımı bilerek sevdim ama ben. Gideceğini göze aldım daha tanıştığımız ilk gün. Seni sevmek mi yine olsa yine yaparım!"

Kadın biriken göz yaşlarını biraz daha bastırdı. Dipsiz bir kuyuya birkaç damla daha akıttı dolduğunda neler olabileceğini merak ederek. Adamın yüzünde beliren gülümseme o acı çekerken ne kadar mutlu olduğunu gösteriyordu. Demek ki her şey yalandı, sahteydi. "Yalan olduğunu bildiğim halde ufak bir yanılma payına inandım senin için. Olasılıklara karşı koydum senin için alın yazısını hiçe saydım. Ne içindi bunlar, neden bir kızın olmayan umutlarını parçalarsın. Sevgiden bahseden sendin ya, işte buna şaşarım ben."

Kız yüzüne yere çevirdiğinde adam artık bu odada kalmasının anlamsızlığını düşündü. Öne doğru eğildi ve ellerini masanın üzerine dayadı. Bir an daha duracak ve gidecekti artık. En çok da "seni görmek istemiyorum" derken kızın yüzündeki o ifade acıtıyordu "benim için hiçbir anlamın olmadı. bir eğlenceydin ve bittin" dermiş gibi.

"Bir veda etmeye cesaretin olsaydı bari" diye geçirdi içinden kız "en azından bir elvedayı hak ettiğimi düşünürdüm. Konuşmadığına, kendini savunmadığına göre haklıyım. Gitmeye gücüm yok ama yine de gideceğim. Bana yaptığın gibi yapmadan ama bir elveda diyeceğim ve gideceğim." Kız içinden geçenleri tamamladıktan sonra ayağa kalktı ve kısık bir elveda dedikten sonra kapıdan dışarıya çıktı. Artık göz yaşlarını saklamasının bir anlamı yoktu.

"Demek sevda buymuş, demek acıtırmış insanı. Olsun çekip gitsen de hayatımdan yine de seni sevmek değerdi her şeye. Yine çıksan karşıma bir an bile düşünmem" kısık sesle konuştu adam kızın ayak sesleri uzaklaştığında. Masanın yanında sakladığı kırmızı gülü ateşe attı ve onun yanmasını izlemeye başladı. Alevler kırmızılıkları kaplarken dayanamadı ve dışarıya çıktı.

Şöminede gül yanarken bir kıvılcım kilimin üstüne atladı ve ardından bir tane daha. Kilim alevler içinde yanarken parke zeminde yeni izler oluşmaya, eskileri daha da derinleşmeye başladı. Alevler önce adamın oturduğu sandalyeye sıçradı ve oradan da kızın oturduğuna. Oda kırmızı bir ışıkla gölge bırakmayacak kadar aydınlanırken o eski ahşap masaya geçti ateş. Geçmişe dair ne varsa temizlemek için.

Bir aşk daha başlamadan bitti o odada. Acaba bu kaçıncısıydı, acaba başka kaç sevda tükenmişti bu koyu duvarların içerisinde...

0/Post a Comment/Comments