Fırtına...

Saat gece yarısını geçeli uzun zaman olmuş. Bulutlu siyah beyaz bir gökyüzü, fırtınadan hemen önceki zamanlar. Dalgalar rüzgarlarla öfkelenip kayalıkları döverken ufukta yıldırımlar düşüyordu. Bir anlığına her yer aydınlanıyor ve hemen ardından o zifiri karanlığa dönüyordu. Düşen her yıldırıma bir öncekinin kükremesi eşlik ediyor uzaklardaki evlerin camları kırılma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyordu. Denizden metrelerce yüksekte, sarp bir uçurumun sınırında bir adam sırtını arabasına yaslamış ışıkların dansını seyrediyordu. Bütün bunlar olurken rüzgar an be an şiddetleniyor ve fırtınanın son uyarısını yapıyordu.

Adam yeni bitirdiği metal kutuyu sıkıştırıp 59 Cadillac'sinin içine attı hemen hemen aynı zamanlarda. Hiç ara vermeden sağ koltuğa eğilip yenisini aldı ve devam etti. Nefes almadan bitirdi yeni kutuyu ve bir başkasına uzandı. Kutular azalırken dengesini korumak için arabaya biraz daha yüklendi neyse ki ne kutular azalıyor ne de 59 şikayetçi oluyordu. Peş peşe düşen iki yıldırımla birlikte bir anlığına çarpık bir gülümseme belirdi yüzünde. Belki o an gelmiş ve sonra hemen gitmişti o gülümseme. Belki uzun zamandır oradaydı ve yıldırımın ışığını bekliyordu görülmek için. Ne kadar yazıktı ki o gülümsemeyi kimse göremeyecekti, ne kadar yazıktı ki bir daha asla gülemeyecekti.

Bir kutuyu daha bitirdiğinde yenisini almak için bir süre bekledi. Biraz sadece uzaklara düşen yağmurları hayal etti. Onlarda ıslanmayı arzuladı bir süreliğine. Damlaların arasında kaybolmayı düşledi, yok olmayı diledi. Siyah bulutlar biraz daha yaklaştı bu zaman zarfında ve adam kaset çalara bir kaset yerleştirdi. Bir kutu daha açtı ve biraz daha bekledi. Biraz daha yüzleşti rüzgarlarla, biraz daha karşısına aldı hayatı. Sanki rüzgar jilettendi ve değdiği her yer kesiliyordu. Kayıplarını hesaplamadı ama umursamadı geçen zamanı. Sadece rüzgarla yüzleşti ve fırtınayı arzuladı. 

Bir sonraki kutuya başlamasından önce hareket etmeye başlayan dünyayı durdurmaya çabaladı. Başaramayacağını anladığında kasedin diğer yüzünü çevirdi ve arka koltuktaki bir kutuyu aldı. Kapağı nazikçe açtı, içindeki mektupları ve cep telefonunu bagajın üstüne koydu. Mektupları okurken ağlamaya başladı ki aynı zamanda büyük bir gökgürültüsü ile birlikte yağmur başladı. Okuduğu mektupları teker teker yırttı. Her bir harf parçalanana kadar ufaladı sayfaları. Bedeni ıslanırken hiçbir şey hissetmedi ama uçurumdan cep telefonunu atarken içi parçalandı. Damarlarının teker teker parçalandığını hissetti ve ağlamaya devam etti. 

Bir kutu daha bittiğinde zoraki adımlarla arabanın sol tarafına doğru ilerledi. Birkaç adımı atmasının ne kadar sürdüğünü umursamadı bile. Sol kapıyı güçlükçe açtı ve kendini koltuğa bıraktı. Anahtarı bir tur çevirerek V8e can verdi. Bir süre boyunca motorun homurtusunu dinledi ve aynı gece içinde ikinci kez gülümsedi acılar içinde. Geri vitese takıp uçuruma paralel duran 59u uçurum ile karşı karşıya getirdi. Arkada döşemedeki büyükçe taşı aldı ve gaz pedalının üstüne koydu el frenini çektikten sonra. Birinci vitese geçirdi arabayı ve aynı gece içinde üçüncü kez gülümsedi. Son bir kez baktı gökyüzüne, son bir kez nefes aldı derin derin. Devir saatinin kırmızının sınırlarında olan gezintisini ve etraftaki mükemmel senfoniyi dinledi. Sonra boş kutunun içine yumruk büyüklüğünde bir şey bıraktı ve hemen ardından kutuyu kapattı. Zaman dolmuştu bir yıldırım daha ve bitecekti her şey. 

El freninin üzerindeki düğmeye bastı ve güçlü bir şekilde kendine doğru çekti ve düşen ilk yıldırımla birlikte aşağıya kadar indirdi.

O gece deliler yağmur yağarken sırılsıklam ıslandı adam. Gökyüzünde hiçbir bulutun olmadığı o gecede sarhoş bir aşk ağladı ve bir kalp bir daha birleşmemek üzere parçalandı...

0/Post a Comment/Comments