Sığınak

Her insanın belirli zamanlarda kalabileceği bir yeri olmalı. Neresi olduğunu umursamadan bazen sessiz, kimsesiz bir parka veya bazen ıssız bir kumsala sığınmalıdır insan. Bazen unutulmuş bir sokakta kırık bir bank bazen ise eski harabe bir ev. Her insanın kaçmak istediğinde gidebileceği bir yeri olmalı. Hayatı, dünyayı, yaşamı terk edip bir süreliğine kendine gitmelidir. Kaçmak veya uzaklaşmak bir süreliğine. Herkesin bir sığınağı olmalıdır bazen bir çınar ağacının gölgesinde bazen ise odasının karanlık köşelerinden herhangi birinde.

O hayatından kaçmak için yola çıkmıştı o gün. Düşüncelerini sorunlarını, insanlarını bir kenara atıp bir süre boyunca sadece kendine dönmek istemişti. Yapardı bunu sıklıkla bazen hayat fazla gelirdi omuzlarına bazen ise bomboş olurdu hayatı. Hayat fazla geldiğinde yükünün bir bölümünü atmak için giderdi sığınağına hayat anlamsız olduğunda ise gider ve sırtına yeni yükler alırdı. Kaçmak ve yüzleşmek için kullanırdı orayı. Kendisiyle sonra hayatla ve insanlarla yüzleşmek için o unutulmuş duvarın üstüne oturur, İstanbul boğazını seyrederdi. Kıpırdamadan saatlerce otururken aslında apansız savaşlarda yaralar alırdı. Bu yaralarını kirli kanını akıtmak için kullanırdı. Bazı zamanlarda kanını temizleyemez ve savaşlarını da beraberinde götürürdü. Ancak her savaş, her mücadele o duvarın üzerinde başlar ve orada biterdi.

O gün gitmesinin sebebi kendisiyle baş başa kalmak ve yaşamının muhasebesini yapmaktı. Geceleri uykusuz geçmeye, düşünceleri yüksek sesle konuşmaya başlamıştı. Başını yastığına koyduğunda başlayan ve güneşin doğumuna kadar devam eden zamanlarda fikirlerin ağırlığı altında eziliyordu. Bir noktadan sonra buraya kadar demiş ve sığınağına kadar yürümüştü. O soğuk duvarın üzerine oturmayı ve beyninin ona dair her suçlamasını, iftirasını kanıtlarla çürütmek istiyordu. Bu akşam kendisiyle savaşmak için gelmişti ve biliyordu bu akşam çok zorlu geçecekti. Tek istediği kimsenin olmadığı bir akşamda kaybetmiş olduğu kendini bulmaktı. Bulamama ihtimali vardı elbet. Eğer bu gerçekleşirse bütün ipleri koparıp daha fazla kaybolmaktı amacı.

Duvarına, sığınağına doğru çıkan o küçük patikada yürürken derin nefesler alıyor ve kendini yüzleşmeye hazırlıyordu. Kendine karşı en büyük savunması "her şeyi bilerek ve isteyerek yaptığı" üzerineydi. Bu yüzden ortaya çıkan bütün sonuçlar onundu ve o sonuçlar onun hayatıydı. Ona yapılan bütün suçlamalar ise yanlışların üzerine bir hayat kurmaya çalışmasıyla ilgiliydi ve bu hayali hayat için boşa mücadelesiydi. Onlara göre o boşuna savaşıyordu eski bir masal kahramanının yaptığı gibi. Öyle yada böyle acı çekecekti ve bu savaş aslında onun kendini kanıtlama savaşıydı.

Müzik çalarında "Doro, I'll be holding on" çalıyordu "Dragonland, Forever Walking Alone"un ardından. Yalnız kalmak sorun değildi sonuçta her karanlıkta bir arkadaşı vardı onun. Eğer bu yol onu gölgelerden bile uzaklaştırsa dahi devam edecekti. Sonuçta yalnızlık bir seçimdi ve seçimlerin sonuçlarını da aynı cesaretle kabullenmeliydi. Adımlarını biraz daha hızlandırdı er meydanına doğru giderken.

İlerde duvarını gördüğünde hafif bir tebessüm yerleşti yüzüne. Zihninde kılıcını kınından çıkardı ve parmaklarını kabzasına sıkıca sardı. Artık hazırdı sonuçları her ne olursa olsun yüzleşmeye.

Duvarına doğru yaklaştığında ona doğru ilerleyen başka bir silüet gördü. Aynı onun gibi bütün silahlarını kuşanmış ve kararlı adımlarla ilerliyordu. Dolunayın ışığı duvarın üzerine vuruyor ve arka tarafı karanlıkta bırakıyordu. Ona doğru yaklaşan kız -ki kız olduğunu hafifçe esen rüzgarda savrulan saçlarından anlamıştı- da ona doğru bakıyor ve "orası benim" diyordu sanki. Aynı onun kıza bakıp "orası benim" demesi gibi.

Duvarın yanına gelmeleri eş zamanlı olmuştu. İkisi de uzunca bir süre birbirlerine bakmış ve sığınağın tapusunun kendisinde olduğunu ima etmişti. İkisi aynı anda konuştu gözlerini birbirlerinden hiç ayırmadan "orası benim yerim. beni yalnız bırak". Sesleri sinirliydi sanki yatak odalarına bir hırsız girmiş gibi. Sanki en özellerini birisi yağmalamış gibi. İkisi de duvara yaslanmıştı ve diğerine izin vermeyecekmişçesine sert bir biçimde duruyorlardı. İkisi birden oturabilirdi elbette ama bu onların yan yana olmaları anlamına gelirdi ki bu istedikleri yalnızlıkla uzaktan yakından alakalı değildi.

İlk kız konuşmuştu "lütfen burası benim yerim ve ben ne zaman yalnız kalmaya ihtiyaç duysam buraya geliyorum. Seni tanımıyorum ama inan buna ihtiyacım var". Sesinde güçlü bir tını vardı ama birde zayıf bir yan. Adamın kendisinden çok iyi bildiği bir zayıflık hemde. Ay ışığı beyaz tenine vurduğunda kız gülümsüyordu biraz eğri, biraz çarpık.

Erkek konuştuğunda cümlelerinde kızı anladığını gösteren bir tını vardı ve aynı ölçüde büyük bir kararlılık "fakat sadece senin ihtiyacın yok buraya. Şu koca dünyada başka bir sığınağım yok benim. Gidecek başka bir yerim, başka bir evim yok. Bu gece burada olmalıyım başka bir yolum yok."

Nedense adam kızın cümleleri ile konuşuyordu sanki içinden geçenleri okuyor ve onları dile getiriyordu. Garip hissetmişti aslında. Sanki birisi onu herkesten daha iyi tanıyor ve ona göre konuşuyordu veya birisi çok düşük ihtimal olsa da aynı şeyleri hissediyordu. "Buradan gitmeyeceğimi tahmin ediyorsundur herhalde. Bu yüzden sen gitmelisin. Beni anladığını düşünüyorum veya düşünmek istiyorum. Eğer beni anlıyorsan beni yalnız bırakırsın." dedi kız bütün çekiciliğini ortaya koymuştu biranda.

"Seni anlıyorum ama sende beni anlamalısın. Bilmiyorum neden buraya ihtiyacın var ama inan bana benimki kadar acil olması oldukça güç. Buraya bir ölüm kalım savaşı vermeye geldim kendimle. İnan bana etrafımda bulunmak istemezsin. Seni anlıyorum ama sende beni anlamalısın. Gidemem!" Adam kızdan etkilenmişti belki ama yine de kızın oyun oynadığının farkındaydı. Belki duvara ondan daha fazla ihtiyacı vardı ama gidemezdi.

"Güzel hadi acılarımızı yarıştıralım sidik yarıştırır gibi. Buraya geldim çünkü kalbime bir cenaze merasimi düzenleyeceğim ve saatlerce ağlayacağım yitirdiğim bütün çocuk düşlerine. Sen kendini bulmaya gelmişsin ben ise kendimi gömmeye. Düşünelim bakalım hangisi daha acil."

"Kalbini gömeceksin ama daha sonra tekrardan çıkartacaksın o mezarlıktan. Daha güçsüzleşmiş olacak o gün. Yıpranmış, parçalanmış olacak. Neden bunu yapmak istiyorsun? Sonucu belli biliyor olman gerekir. Neden bunca acıyı çekeceksin. Ben yaptım, biliyorum."

"Ya sen buraya kendinle savaşmaya gelmişsin. Günlerdir gözüne uyku girmiyor belki kendi kendini yiyorsun bütün boş vakitlerinde. Burada savaşa gireceksin sonra geçici bir zafer kazanacaksın. Aradan aylar belki haftalar geçtikten sonra tekrar başka bir savaşın içinde bulacaksın kendini. Sadece eskiyeceksin bu süreçte günde güne azalacaksın. Yaptım, biliyorum!"

"O zaman söyle adın her ne ise, nereye varacak bu. İkimizde buradan gitmeyecek. Yazı tura bile atmayacak hatta. Söyle ne yapalım? Nasıl bir çıkar yol bulalım?"

"Tek bir yol var bunu sende biliyorsun sığınaklarımızı paylaşmak. Sen bir kenara çekileceksin ben diğer kenara. Birbirimiz yokmuşuz gibi davranacağız sonra bu konuşma hiç olmamış gibi gideceğiz. Uygun mudur senin için?"

"Başka çare olmadığına göre anlaştık. Bu arada biliyorsun dimi bunlar geçecek. Ağlamana hiç gerek yok. Neyse lafı uzatmayalım hadi köşelerimize."

"Geçecek ve yenileri gelecek. Bunu bilecek kadar çok yaşadım bu hayatı. Ağlamama gerek var elbette gözyaşının olmadığı cenaze mi olur? Evet, hadi köşelerimize."

Adam duvarın bir tarafına oturup sırtını kıza döndü ve kızda aynısını yaptı. İkisi de kendi dünyalarına geçip birisi savaşta yaralar alırken diğeri kalbini toprağa gömüyordu. Aslında ikisi benzer hayatları farklı zamanlarda yaşamıştı. Kim olduklarının pek bir önemi yoktu aslında. Birbirlerinden habersiz kendi iç dünyalarında yaşadılar bir süre ve  yine birbirlerinden habersiz sırtlarını dayadılar diğerinin sırtına. O gece başka hiçbir şey konuşmadılar kız önce ayrıldı ve birkaç saat sonra dolunay yerini güneşe bırakmaya hazırlanırken erkek. İkisi de evlerine gittiler ve hiç rüya görmeden uyudular.

0/Post a Comment/Comments