düş bozumu3

Bazı zamanlarda insanın gidecek bir yeri olmazmış. Bu zamanlarda ne dünya ne cennet ne de cehennem kabul edermiş onu. Ne yaşayabilir nede ölebilirmiş böyle zamanlarda. Zaman yörüngesini şaşırır, mekanlar ve insanlar birbirine karışırmış. O an için çıkışı olmayan dipsiz bir çukura düşermiş gibi düşermiş hayatın o boşluğuna. Bazılarına göre hayat programlanırken bir bölüm unutulmuş veya eksik bırakılmış ki bu bazı anlarda sistemin çökmesine sebep olurmuş. Bir çok efsane varmış bu konuda biri Tanrının bulutları yaratırken şeytanlardan birisinin bu hatayı yarattığını söyler. Bir başkası ise gerçek sınavın bu olduğunu ve bu sınavı geçenlere cennet yolunun kolaylaşacağını söyler. Daha birçok efsane vardır hayatın ötesinde yaşanan bu zaman dilimleri hakkında. Ancak gerçeğin ne olduğu her zaman bir sorudur. Bilinen tek bir şey vardır ki böyle zamanlarda hayatın kurallarında bir bozulma olur ve bu bozulma dünyanın dengelerini yerle bir ederdi.

Bu zamanlardan birisinde genç bir adam yağmur altında yürüyordu. Sağanak yağmura göz yaşları aynı tempoda eşlik ediyor ve taş zemine çarpan damlaların sesini güçlendiriyordu. Saat gece yarısını 17 dakika geçmişti ve bu noktada zamanın yavaşlaması başlamıştı. Bütün bir İstiklali bir ucundan diğerine defalarca kez yürümüş olsa da saatinde geçen zaman 2 dakikadan azdı. Sonra geldiği bütün yolu ters bir şekilde yürümüş ama hiçbir şeyi değiştirememişti. Yağmurun şiddetini arttırdığı ve sokakların yalnızlaştığı anlar başlamıştı. Yıldırımlar uzaklara düştükçe tarihi binaların camları yerinden çıkacakmışçasına sarsılıyor ve hala uyanık olan çocuklar babalarının yanlarına koşuyordu.

Bütün şehirdeki bütün bu olaylar adamın saatinde sadece 15 saniyeye denkti ki bu 15 saniyede adam bütün bir geçmişini gözden geçirmiş ve hata yaptığı zamanların listesini tamamlamıştı. Bu listeye göre en büyük hatayı doğmakla yapmıştı. Dünyaya gelmeden hatta daha annesinin karnında bile değil iken bir meleğin ona seçim şansı verdiğini hatırlar gibiydi. Onun teklifine evet demek onun yaptığı en büyük yanlıştı ve ondan sonra olan her şey o seçimin sonucuydu. Ne bunu bilmenin nede gök gürültüsünden korkan bir çocuğun astım krizinde uyanıp telaş içerisinde ilacını aramasının ona hiçbir katkısı yoktu. Bu yüzden onu temizleyebileceğine inandığı yağmurdan kaçmaya çaba bile göstermemişti. 

İstiklalin soğuk kaldırımlarında ilerlerken geçmişinden gelen hayaletler ona eşlik ediyordu. Bir dükkanın önünde arkadaşları ile kahkahalar atıyor bir başka sokak arasında ise yalnızlığına sarılıyordu. Eski sevgililerinden birisi ile ilk öpüşmesini yaptığı binanın önünden geçerken başka tarafa bakmıştı. Baktığı yönde başka bir anısı vardı ve her kafasını çevirdiğinde bir başkasını görüyordu. Zamanın birbiri içine işlediği, evrenin kendi var oluşunu sorguladığı zamanlardaydı ki yağmur yeni kazıtmış olduğu kafasına sertçe çarpıyordu. Hayatın arızalı bölgesine denk gelişi de bu şekilde olmuştu. Sonrasında önce yağmurdan saklanan insanlar kaybolmuş hemen ardından da bütün hayaletleri el ele tutuşup terk etmişti onu.

Saatine baktığında gece yarısını 15 dakika geçtiğini görmüştü ki bu onun kayboluşunun derecesini gösteriyordu. Kayboluşların derecesi vardı elbette bazen insan kendini kaybederdi bu ikinci dereceden bir kayıptı. Sıklıkla amaçlarını, nedenlerini veya insanları kaybederdi bu üçüncü dereceden bir kayıptı ve hemen hemen her gün karşılaşırdı onlarla. Ancak şimdi hayatı kaybetmişti ki bu birinci derceden bir kayıptı. İnsan birinci dereceden bir kayıpla ya hayatında bir kez karşılaşır yada hiç karşılaşmazdı. Ancak o bu derecede bir kayıpla üçüncü kez karşılaşıyordu. Bu şekilde birinci derece kayıplarında üç çeşidi olduğunu öğrenmiş olmuştu. Şu an en üst seviye kayıplardan birisindeydi, bildiği, güvendiği, inandığı veya inanmadığı her şeyi kaybetmişti gölgesi dahil.

En çok gölgesinin yokluğu can yakıyordu. Gölgeler bir canlının yaşadığının en büyük kanıtıydı. Gölge yoksa yaşamda olmazdı. Bu sebeple neden ağladığını, neye ağladığını bilemiyordu. Düştüğü çukurun derinliğini hiçbir zaman ölçemeyeceğini düşündü bir süre sonra bunu umursamadığını hatırladı. Hatta düşme eylemi bile önemli değildi. Sonuçta yer onu çekmekten vaz geçmişti ve şimdi düşmek için ne kadar çaba gösterdiğini fark ediyordu. Hiçbir şekle uymayacak bir şekilde gülümsedi onu gölgelerden seyredenler o anki duyguları hakkında en ufak bir fikir bile edinemedi bu gülümseme karşısında. Sadece görünmemek için perdeleri biraz daha kapayıp ve görünmemeye çabaladılar. Tam bu sırada peş peşe iki yıldırım düşmüştü eski bir yatakta sevişen bir çift bulutların üzerine ulaştığında. 

O bütün olan bitenin umursamazlığını omuzlarında taşırken biraz daha kamburlaşmıştı. Bir kadın sesi daha doğrusu aynı anda konuşan onlarca farklı kadın sesini duyduğunda bir an için durakladı. Geriye dönüp baktığında onlarca farklı kızın tek bir bedende birleştiğini gördü. Her an farklı bir yüz görüyor ve bir an sonra başka bir çift göz ile karşı karşıya geliyordu. "Siz gerçek değilsiniz" dedi sakin bir ses tonuyla.

"Biz her şey kadar gerçeğiz" dedi bütün suretler. Ses tonu her bir an değişiyor ve farklı kimliklere bürünüyordu "Biz senin sevdiğin tüm kadınlarız. Ne çabuk unuttun bizi." Konuşurken sesleri yankılanmaya başlamıştı yıldırımları bastıran bir şekilde.

"Bazılarınızı sevdim gerçekten, bazılarınız ise sadece bir oyundu. Bazılarınıza aşık oldum evet, bazılarınız ise sadece bir yalandı" adam konuşurken önce göz yaşları susmuş ve hemen hemen aynı anda son damlalar yere düşmüştü.

"O beni sevdi" dedi onlarca kadın farklı tonlarda "o en çok beni sevdi. Sizi hiçbir zaman sevmedi!" Kadınlar konuşurken adam yanlarına geldi ve ellerini önündeki suretlere doğru uzattı. Hepsinin olduğu bedeni tutup birkaç tanesini kenara fırlattı. Sonra başkalarını geri doğru itti ki onların birkaçı yere düştü. Hala çoklardı, hala bir yüreğin içine sığamayacak kadar fazlalardı. 

"Hiçbirinizi sevmedim ben. Kimseyi sevmedim, ne sizi ne de gölgelerinizi. Ancak bazı parçalarınız vardı onları sevdiğimi sandım sizi değil. Şimdi gelmiş karşıma geçip sizi sevdiğimi söylüyorsunuz. Sevdiğim bütün parçaları tek bedende birleştirip karşıma geçmişsiniz. Ancak yine de sizi, seni -her neyse- sevmiyorum." Adam cümlelerini bitirmeye yaklaştığında bütün suretler gitmişti. Tekrardan İstiklaldeydi ve saat gece yarısını 17 geçiyordu. Sağanak yağmura göz yaşları aynı tempoda eşlik ediyor, taş zemine çarpan damlaların sesini güçlendiriyordu. "Hiçbirinizi sevmedim ben" diye tekrarladı gazetelerden "gerçek sevgili" kuponlarını biriktiren bir adamın yanından geçerken. "156 kupona gerçek aşk" yazısını gördüğünde ise kahkahalarına engel olamadı.

Biraz daha yürüdükten sonra sola döndü ve bir dükkana girdi. Geçerken camekanda yazanlara dikkat etmedi. Beceriksiz bir palyaço maskesi takmış birisi karşıladı onu ve nasıl bir şey istediğini sordu."Gerçek aşkı sattığınız doğru mu?" diye sordu ifadesiz bir biçimde. Satıcı gülümsedi "elbette sadece ne istediğini söyle ve hemen gerçek yapalım." Adam bütün parasını ve kredi kartlarını tezgahın üzerine koyarken "sadece yalanlarınızı alın benden. Başka bir şey istemiyorum" dedi ve arkasına bakmadan çıktı. Yağmur altında yürürken artık düşmediğini ve hayatın hatalı bölümünden çıktığını düşündü. Oysa her şey daha yeni başlamıştı...


0/Post a Comment/Comments