Bir meleğin anatomisi


O karşına çıkan kızlardan hiçbirisine benzemiyordu. Cümleler onun karşısında boynunu büküyor, kelimeler ise sessizce ağlıyordu. Onun hikayesi karşılaşabileceğin hikayelerden hiçbirisine benzemiyordu. Aynı onun gibi eşsiz, soğuk ve hüzünlüydü hikayesi. Kimse o hikayeyi duyacak kadar yaklaşamadı ona, ben dahil. Oysa o hikayenin birkaç cümlesini onun güzel dudaklarından duyabilmek için nelerimi feda ederdim bir bilsen. Anlatacaklarımın hepsi onun bendeki yansıması olacak. Aslında bunu yapmaktan hiç hoşlanmıyorum. Sanki onu bir kalıba sıkıştırmaya çalışıyormuşum gibime geliyor. Ancak başka türlü nasıl sadece bir dokunuşuyla açılan bütün yaraları iyileştirdiğini, ölmüş bütün çiçeklere tekrardan yaşamı verdiğini nasıl anlatabilirim. Bunların bilinmesi gerekiyor, bilmiyorum onu betimlemeye gücüm yetecek mi. Yine de onu anlatmadan ölürsem eğer borçlu hissederim kendimi. Bu yüzden bu satırları yazıyorum.

Gözleri gece kadar siyahtı, sanki bir şey gözlerinden renkleri almış gibiydi. Renkler gitmeden önce yeşil olmalıydı gözleri. Öyle bir yeşildi ki doğa ona imrenirdi, kıskanırdı doğa onun gözlerini. Bakan herkes o an aşık olurdu ona, kim olduğunu bilmezlerdi asla. Nereden geldiğini, nereye gittiğini asla sorgulamazlardı. Sadece gözlerine biraz daha bakma arzusuyla yanıp tutuşur ve ona sahip olmak için ellerinden geleni ardlarına koymazlardı. Bu yüzden kaç cinayet işlendiğini öğrenemedim bir türlü ama eminim ki onun ellerinde ölen kimse şikayetçi olmamıştır.

O konuştuğu zaman cennetin melodisi duyulurdu. Bir çokları melek olduğuna bile inanmıştı, ben dahil. Ağzından çıkan her kelime bir sorunun cevabıydı. Hayatı anlamak isteyen birisi onu dinlemeliydi başka bir yol yoktu. İnsanın aradığı her şeydi o, bütün sorular ve bütün cevaplardı. Onsuz geçen her an anlamsızdı, onu görmeyen birisi ben doğdum diyemezdi. O aklına gelebileceklerin hepsiydi. O konuşurken sanki evren ağzından çıkacak bir kelimeye bakardı. Kıyamet belkide onun dudaklarından dökülecek tek bir kelime ile kopabilirdi.

Ancak o konuşmazdı! Hayatının en kötü anında gelir, gözlerinin içine bakar ve giderdi. O anda bütün soruların cevaplanır, sen yaşamak için milyonlarca neden bulurdun ama o yinede giderdi. Sanki seni boynundaki ilmekten o kurtarmamış gibi giderdi hemde. Anlam kazanan hayatın o anda biterdi. Bedenin nefes alırdı evet, ama yaşamak bir daha asla aynı olmazdı onsuz. Tekrar gelir diye intihar provaları düzenlerdin evinde, yapayalnız ve çaresiz bir şekilde onu beklerdin. O gerçek bir melek olsa dönerdi, hayatını yarım bırakmazdı senin. Yinede ölemezdin sen o bir kez daha gelir diye. Bir kez daha görürsün onu diye, sen yaşardın.

Beklemeyi bu şekilde öğrenirdin. Uzun, sonsuz bir bekleyişi çok iyi bilirdin onu gördükten sonra. Tenin kokusunu asla unutamazdın mesela, hani en güzel çiçeklerin özlerini kaybetmeden birleştiğini düşün. Aynı anda hepsinin kokusunu alırdın, hepsi onun teninde birleşirdi. Tenine bir kez için bile dokunabilmek uğruna hayatının sonuna kadar işkence görmeyi kabul ederdin. Bir meleğe dokunabilmek için cehenneme gitmeyi göze alırdın. Eğer yapabilsen beynine onun resmini kazıtırdın, gözün başka bir şey görmesin, tenin başka bir şey hissetmesin diye. Ancak o asla onu görebileceğin kadar yaklaşmazdı sana. Bu yüzden asla bilemezdin teninin kokusunu, yine de unutamazdın. O güzel olan herşeydi çünkü.

Eğer bir gün yanına gelmiş olsa mesela, açık bütün yaralarını iyileştirse. Sonra onun gözlerinin neden yeşil olmadığını merak etsen, hayata neden bu kadar karamsar baktığını sorgulasan. Onun için bulduğun üç sıfat "eşsiz, soğuk, hüzünlü" olsa mesela. Sonra onu anlatmak, daha detaylı hatırlamak için bir yazı yazmak istesen ama onu kalıplara sokmaktan korksan yalnızlıktan korkutuğun kadar. Ne demek istediğimi anlardın ve neden bu yazıyı yazdığımı. O karşına çıkabilecek hiçbir meleğe benzemiyordu. Evet, o kanatları olan ama senin asla göremeyeceğin bir melekti. Aynı benim de göremediğim gibi...

0/Post a Comment/Comments