Bir
peri masalı, birinci bölüm
Birçok masal anlatıldı şu güne kadar ve
anlatılanların birçoğu doğru değildi. Doğru olanlar ise yanlış anlatıldı hep.
Masallarda sahte mutluluklar anlatılıp asla gerçekleşmeyecek düşler gösterildi.
Anlatılan masalların hepsi sahteydi ve her masal sahte olan her şey gibi
unutulmadı.
Anlatılan masalların hepsi yalandı. Çünkü
masalların içerisinde gerçeklerin yeri yoktu. Gerçekler unutulup gitmesi,
masallar ise hep hatırlanması için anlatılırdı. Ancak öyle gerçekler olurdu ki
asla anlatılmasa da en güçlü masal kadar hatırlanırdı. Size o gerçek
masallardan birisini anlatmak istiyorum. O kadar gerçekti ki o masal,
kahramanları bile inanamazdı yaşadıklarına.
Size anlatacağım masalda diğer her masal
gibi güzel bir kızla başlardı. O yakından görebilen insanlar için güzel
kelimesinin sözlükteki saklı anlamıydı o. Onu uykusunda gören herkes o an âşık
olabilirdi. Onun gülümsemesi ülkede baharın habercisi olarak sayılırdı hep.
Onun güzelliği karşısında koca burunlu cadılar bile bilirdi onun asla
değiştirilemeyeceğini.
Kızımız isimlerin onu anlatabileceğinden
çok daha özeldi. Sadece onun bir gülümsemesini görenler romanlar yazabilir veya
şarkılar besteleyebilirdi. Ancak o bunların hiçbirinin farkında değildi. İşin
daha acıklı yanı ise başkalarının da bunları bilmemesiydi. O kimsenin farkında
olmadığı, evrenin en değerli hazinesiydi.
Farklıydı o, diğerleri gibi değildi.
Hayata hep başka şekilde bakar, onu başka görürdü. O, hayatı farklı yaşardı.
İçinde evrenler saklayabilecek kadar büyük bir yüreği vardı. Ancak içine
evrenler sığabilecek kadar sonsuz büyüklükteki yüreğinde kimse olmazdı.
Güvenmeyi ne kadar çok istese de yapamazdı. Ne zaman inanmaya başlasa bir
şeyler değişir ve değişen insanlar giderdi hayatından.
Bir diğer taraftan yalnız değildi o. Onu
çok seven bir ailesi vardı. Her zaman yanında duran arkadaşları vardı. Belki
sayıları çok fazla değildi ama hepsi hayatına anlam katabilecek insanlardı.
Onlara güvenebileceğine inanmış ve şimdiye kadar hiç yanılmamıştı. O asla
mutsuz değildi hayatından. Sadece yüreğinin derinliklerinde o kadar büyük bir
boşluk vardı ki her şey ona eksik geliyordu. Belki sadece daha fazla sevmek,
daha fazla sevilmek istiyordu. Hiçbir şeyden emin değildi aslında o. Birçok
insan onu duygusuz zannediyordu bu sebeplerden ötürü. Ancak o başkalarının asla
anlayamayacağı kadar duygusaldı.
Zaman geçtikçe içindeki boşluk büyümüştü.
Artık mekânlar, şehirler ve hatta ülkeler ona yeterli gelmemeye başladı.
Uzaklaşma isteği bu zamanlarda ortaya çıkmıştı. Etrafında insanlar olsa bile
kendini yalnız hissediyordu. Nereye giderse gitsin hissettiklerini bir türlü
değiştiremiyordu. Bütün bunların hepsi ona sadece bir tek seçim şansı tanıyor
ve o uzaklaşmak zorunda kalıyordu. Ancak o uzaklaşsa da tam olarak gitmezdi
hiçbir zaman. Önce uzaklaşır, dünyanın değişmesi için bekler ve sonra geri
gelirdi bir sonraki uzaklaşmaya kadar. Ancak dünya hiçbir zaman istediği gibi
değişmediği için tekrar ve tekrar giderdi.
Onun bir zamanlar hayalleri vardı.
Tozpembe, büyük, güzel ve masalsı hayalleri ile yaşardı. Ancak hayalleri zaman
içinde güçsüzleşmiş ve yerlerini hedeflere bırakmıştı. Hedefleri hayallerinin
yerini aldıkça o gerçekliğe yaklaşıyordu. O gerçeğe yaklaştıkça hedefleri
amaçlara bölünüyor, ardından amaçlar nedenler ve sonuçlarına göre ayrışıyordu.
Bütün bu süreç ise onu gerçeğe yaklaştırıyor ve hayallerinden uzaklaşıyordu.
Yüreğindeki o devasa boşluğu kapatabilmenin yöntemlerinden birisiydi gerçeklik.
Ancak yöntemleri hayallerini yok
etmiyordu. Aksine hayalleri o bastırmaya çabaladıkça giderek güçleniyorlardı. Onun
hayalleri insanlara dair değildi. Olaylarla, gelecekle veya kendisi ile alakalı
da değillerdi. O hep başka evrenler hayal ederdi. Zihninin derinliklerinde
başka dünyalarda gezer ve hayatı ile o dünyaları birleştirmeye çabaları. Ancak
hayat buna izin vermezdi çoğunlukla.
Nedeyse bu ikilemin arasında çift
kişilikli bir hayat yaşamaya başlamıştı. Bir yanda hedeflerine ulaşmaya
çabalayan gerçekçi bir o vardı. Diğer yanda ise hayallerine sarılıp onları asla
bırakamadığı bir başkası. Bu iki kişilik yaşam onun için gece ve gündüz
gibiydi. Gündüz vaktinde hedeflerine doğru ilerleyip gerçekliğe doğru adım
atardı. Geceleri ise onun hayalci tarafı ortaya çıkar ve resimle buluşurdu.
Evet, resim onun hayalleriydi. Resim
yapmak kendini tam hissetmesine sebep oluyordu. Resim yaptıkça içindeki o
devasa boşluk kapanır ve bir süre boyunca o boşluğu hissetmezdi. Kendi masal
dünyasında kendini çizerdi hep. Bazen hayatı, bazen kendisini, bazen ise
insanları eleştirirdi. Ancak bunların hepsi o beyaz sayfalardaki masal dünyalarında
olurdu. Birçok insan anlamazdı onun masallarını. Bunu çok önemsemezdi ama o
masallarını anladığı sürece yeterliydi.
Resim onun için aynaya bakmak gibiydi.
Aynalara güvenemezdi o, inanmazdı onlara. Bu yüzden resimlerinde kendi yüzünü
hiç çizmezdi. Beyaz bir maske takar ve onun arkasında dururdu. Başkaları ise o
maskeyi sahtecilikle suçlardı. Onun için maske aynaların arka tarafındaki
görülmeyen kısımdı. Onun diğer, daha gerçek kişiliğiydi. Resimlerine bakanların
maskeyi değil kendini görmesini isterdi hep. Ancak bu isteği de pek
gerçekleşmezdi.
Resim onun kendisine en önemli tutunma
yoluydu. Bir diğer taraftan ise resim kendini başkalarına anlatabilme çabasının
bir ürünüydü. Resimlerine bakanların onu anlamalarını ümit ederdi. Onu duygusuz
olarak görenlerin gecelerinde yaşadıklarını bilmelerini de isterdi ama insanlar
göremezlerdi. Görseler de anlamazlardı. O ne kadar anlatırsa anlatsın,
yalnızlığı hangi renge boyarsa boyasın veya umudu ne kadar büyük çizerse çizsin
onlar bilemezdi. Bu yüzden kendi içinde dönüp dolaşan sonsuz bir döngüydü.
Son zamanlarda gecelerinde geçirdiği zaman
giderek artmıştı. Daha az uyuyor, daha az dışarıya çıkıyor ve daha fazla resim
yapıyordu. Resim onun için kendine doğru yaptığı duraksız bir yolculuktu. Ancak
bir süredir hiçbir resmini bitiremiyordu. Hangi masalını anlatmak isterse
istesin veya hangi hayalini beyaz sayfalar ile bulaştırmayı arzulasın hep yarım
kalıyordu. Belki aklından o anda çok fazla düşünce geçiyor, belki yeteri kadar
düşünemiyordu. Sebebini bilemiyordu ama bu durumdan, bu eksiklikten hiç memnun
değildi. Anlatılan masallara inanıyor olsaydı “kötü bir cadının ona resim
yapamama iksiri içirdiğine” yemin edebilirdi.
Kaç gecedir aynı resmin başında
sabahladığını hatırlamıyordu. Saymayı da istememişti hiçbir zaman. Sonuçta
geçen geceleri saymak içindeki boşluğu büyütmeye yetiyordu sadece. Gecelerin
geçmesi sabırsızlığını arttırıyordu. Sanki henüz çizemediği, nerede veya nasıl
olması gerektiğini bilemediği bir çizgi vardı ve onu çizdikten sonra resmin
devamı gelecekti. Ancak o çizgiyi bir türlü göremiyor, bir türlü çizemiyordu.
Zaman geceyi geçeli oldukça uzun bir zaman
olduğu sıralarda dışarıya çıkmak ve biraz yürüyüş yapmak istemişti. Amacı
kafasını toplayıp eve geri geldiğinde o çizgiyi çizebilmekti. Bunun için
dışarıdaki serin havadan daha büyük bir yardımcı bulamıyordu ve bunu yapmanın
zorunluluğuna inandırmıştı kendini. Evinden çıkmadan önce müzik çalarına en
sevdiği şarkılarını atıp onlarla birlikte bir yolculuğa çıkmıştı.
Evinden çıktıktan sonra loş, sarı ışıklı
lambalarla aydınlanan yoldan sahile doğru yürümeye başladı. Seviyordu gecenin
bu kimsesiz, yapayalnız vakitlerini. Bir zamanlar, bir yerlerde duyduğu bir söz
aklına gelir ve gülümserdi böyle zamanlarda “tek başınalığın yolcusu tek olur.”
Sokaklarda park etmiş arabaların arasından
geçti ağır adımlarla. Hayat bazıları için duraksamışken onun için devam
ediyordu ve yürümesi gereken yere biraz daha yolu kalmıştı. Hayatın başkaları
için duraksadığı sırada onun için hızlı bir biçimde devam etmesini hep garip
karşılamıştı. Sanki bu zamanlar sadece ona özeldi, onun için vardı. Boş bir
caddenin kenarına geldiğinde ne yanan ışıklarını rengini önemsedi ne de
caddeden geçmekte olan arabaları ve sadece gülümsedi.
Sahile vardığında derin bir nefes alarak
serin havayı ciğerlerine çekti. Denizden yansıyan yakamozların dansını izlerken
hiç acelesi yokmuşçasına ilerledi. Yanından geçtiği bankların en
yıpranmışlarına oturuyor ve onların hikâyelerini dinliyordu. Bunu yaparken ise
şehrin ışıklarını seyrediyordu yarı büyülenmiş bir şekilde. Daha sonra o
eskimiş banktan hızlı bir biçimde kalkıyor ve yoluna devam ediyordu bir sonraki
yıpranmış banka kadar.
Sahilde biraz daha ilerledikten sonra
hemen önünde, sahilin biraz içerisinde yıkılmış bir bank gördü. Boyası tamamen
sökülmüş ve hafifçe yana doğru yatmıştı. Artık kimse ona oturmuyor olmalı diye
düşündü ve yanına gitti. Loş ışıkta üzerindeki izleri ve kazınmış yazıları
izlerken onun yalnızlığına ortak olmaya başladı. Daha sonra “senin yanındayım,
üzülme lütfen” dermiş gibi banka oturdu. Kesinlikle hiç rahat değildi ama önemi
yoktu bunun. Sonuçta orada aradığı şey rahatlık değildi. Denizi seyrediyor ve
üşüyordu.
Biraz daha eğik bir şekilde oturduktan
sonra bedeninin ağrıları artmaya başlamıştı ve ayağa kalktı. Tam banka “elveda,
tekrar görüşmek üzere” diyerek uzaklaşacaktı ki bankın altındaki kaldırımların
üzerinde beyaz bir şey gördü. Onu alıp bakmak için eğildiğinde katlanmış beyaz
bir kâğıt olduğunu anladı ve okumaya başladı “Etrafımdaki her şeyin aktığını hissediyorum. Sanki tüm renkler bir
yağmurda eriyormuş gibi geliyor. Eriyen tüm renkler kayboluyor yavaşça.
Renklere nesneler eşik ediyor ve dünyadan hiçbir şey kalmıyor geriye. Bir tek
ben ağlıyorum renksiz yaşlarımla.” Kız içinde büyük bir heyecanla bunu
çizmeliyim diye haykırdı ve koşar adımlarla evine doğru ilerledi.
Sabaha kadar masasının başından hiç
kalkmadan oturdu ve çizdi. Başka bir şeyi asla düşünmedi bile. Resmin sadece
ufak bir bölümünü tamamlamıştı geçen saatler boyunca ama önemli değildi
tekrardan hayal kurabildiği sürece.
Zaman öğleye yaklaşırken uyudu ve akşamı
ardında bırakarak uyandı. Yaptığı ilk iş koşarak resme bakmak olmuştu.
Gerçekten çok güzel olmuştu ama nasıl devam edecekti. Masasının başına tekrardan
oturdu ve başını avuçlarının içine alarak düşünmeye başladı. Baktığı her yerde
tanımadığı çizgiler görüyordu ve bakmaya devam etti büyük bir ısrar içinde.
Saat geceyi geçtiği sıralarda tekrar
sahile gitmeye karar verdi ve ertesi gece tekrar. Düşlediği tek şey sadece bir
başka kâğıt parçası bulabilmekti. Ancak aradığı o sayfayı bulması haftalarını
almıştı. Geçen zaman boyunca her akşam yıkılmış bankın yanına gidip onunla
dertleşmişti. O kâğıdı bulamadan evine her dönüşünde yol boyunca etrafı
belirsiz çizgiler kaplanıyordu. Sayfalarda yazılı olan her kelime onun resmi
için vazgeçilmez konumdaydı “Renkler
gittiğinde geriye ne kalır diye merak ederim. Gri ve tonları mı kalır yoksa
siyahın tonları mı hâkim olur geceye. Her şey aslında siyahtan ibaret değimlidir.
Biz onlar renkliymişiz gibi davranıyoruz sadece. Aslında hiçbiri gerçek değil.
Hepimiz aslında siyah değil miyiz?”
Bir sonraki kâğıtta ise başka şeyler
anlatmıştı yazar “hep düşündüğümü
zannediyorum ama aslında düşündüğüm tek şey siyah. Garip çünkü var olan her
şeyin siyah olduğuna inanıyorum ama kimse benimle aynı fikirde değil. Sanki
siyah olmak en büyük günahmış da herkes sahte renklerden maskeler takmış gibi
geliyor arınma ayinleri için. Ben siyahım, bunu kabul ediyorum. Benim bir
rengim yok.”
Bulduğu kâğıtlar arasında oldukça uzun
zaman olsa da resmi ilerliyor ve başka bir dünya halini alıyordu. Siyah bir
evrendeki siyah bir insan kadar farklılaşıyordu zaman geçtikçe. Okuduğu her
yeni sayfada yazarı daha fazla merak ediyor onunla siyah üzerine sohbet etmek
için can atıyordu.
“İnsanları
anlamıyorum. Yüzlerine sahte renkler sürüp farklı olduklarını zannediyorlar.
Aslında hepsi siyah, hepsi aynı sahte renklerden sürüyorlar. Aslında onlar
siyahın tonları ama bunu kimse bilmiyor, kimse inanmak bile istemiyor”
diye yazmıştı yazar bir başka kâğıt parçasında özensiz bir el yazısı ile.
Kâğıtları okuyarak resmini bitirmişti kız.
Herkesin siyah olduğu bir dünya çizmiş ve o dünyayı renkli maskelerle
kaplamıştı. Şimdi ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Yazarı bulup ona bir
şekilde teşekkür etmeliydi ama bunu nasıl yapabileceğine dair hiçbir fikri
yoktu.
Bir gün resmine bakarken aklına bir fikir
gelmişti. Resmi sayfaları bulduğu yere bırakacaktı. Sonra saklanıp yazarın
gelmesini ve resmi görmesini bekleyecekti. Bu şekilde de onunla tanışmış
olacaktı. Harika bir plandı ve resmini alıp kırık bankın yanına gitti.
Topladığı bütün kâğıtları birbirine yapıştırıp resmin üzerine bırakmıştı.
Onunla tanışmaya oldukça kararlıydı.
Ancak hiçbir şey planladığı gibi
olmamıştı. Tam büyükçe bir ağacın arkasına saklanıp bankı izlerken ani bir fren
sesi duymuş ve dönüp yola bakmıştı istemsizce. İki aracın hızlı bir biçimde
çarpışıp, parçalanmasına tanıklık etti bu kısa süre içerisinde. Tekrar geri
dönüp baktığında ise resim ve kâğıtlar gitmişti.
Geceler boyunca orada bekledi kız. Ancak
hiçbir şey değişmiyordu ta ki bir gece vakti başını ağaca yaslayıp gözlerini
kapattığı sırada. Önce bir ayak sesi duymuştu ve hemen fırlayıp ayağa kalkmıştı
ardından. Sonra banka doğru koşmuş ve bankın üzerinde bir mektup bulmuştu.
Büyük bir heyecan içerisinde “sevgili
ressamıma” yazan zarfı açıp okumaya başladı “kimsin, nesin veya bütün bunları neden yaptın inan bilmiyorum. Belki
gerçek bir meleksin ve bana yardım etmek için geldin cennete karşı çıkmayı bile
göze alarak. İnan bana yaptıkların o derece önemli ki yarın yaşayacaksam eğer
bu sadece senin sayende olacak. İnan yazacak hiçbir şey bulamıyorum. Bir hayal
hayatımı kurtarmış gibi hissediyorum devamlı. Neye inanacağımı bilemiyorum ama
hayal olmadığını düşünmek içimi rahatlatıyor. Yazacak hiçbir şey bulamıyorum.
Kelimelere geldiğinde sıra geveze olan ben karşına geçmiş susuyorum. Öyle
susuyorum ki hem de cümlelerimin boynu bükük kalıyor. Daha iyisini yazamaz
mıyım diye düşünüyorum hep. Evet, bu yazdığım kaçıncı mektup bilmiyorum ama
umarım son olur yoksa hiçbir zaman okuyamayabilirsin. Susuyor olmam
söyleyeceklerimin azlığından değil söylemek istediklerimin boyumu çok
aşmasından kaynaklanıyor. Siyah bir dünyada yaşadığıma inanıyorum. Her şey
siyah, sen hariç. Sen renklerin gerçekliğinden oluşuyorsun. Tanıdığım şu
dünyada gördüğüm tek renk sensin ve inan karşılaştığım en güzel şeysin.
Teşekkür etmenin yetmeyeceğini biliyorum ama diyecek başka bir şey de
bulamıyorum. Bunun yerine konuşacak cümleler bulana kadar sessizliği seçiyorum.
Teşekkür etmek istiyorum her şey için.”
Kız birkaç saat boyunca kıpırdayamadı.
Geçen birkaç ay boyunca da yıkık bankı her gece ziyaret etti. Ancak hiçbir şey
değişmedi bu süreçte. Birçoğunuz masalın burada bittiğini düşündü biliyorum.
Ancak masal daha henüz bitmemişti. O yazılmaya, yaşanmaya ve resmedilmeye devam
edecekt.
Bir
peri masalı, ikinci bölüm
Masallar zaman içerisinde değişti hep,
farklılaştı. Başlangıçta insanın tabiatı yenmeye çabaladığı güce dair masallar
anlatılırdı. Ancak doğayı yenmek güç ile olmamıştı. İnsan ne zaman aşkı
keşfettiyse işte o zaman tabiatı kontrol etmeyi öğrenmişti. Daha sonraki
masallar aşk hakkındaydı. Ferhat’ın, Şirin’e ulaşma çabası veya Mecnun’un Leyla
için dağları delmesi anlatılmıştı bu süreçte. Eskiden aşk bu kadar kutsaldı.
Daha sonra aşk rastlantılarla birleşip
kötülüğün kapı komşusu oldu. Masallarda hep kötü karakterler oldu, hep aşın
önüne geçmeye çalıştı onlar. Anlatılan aşk kötülük ile kardeş oldu bu sure
içinde. Onun kusursuz iyiliği zedelendi. İnsanlar kötüye aşk demeye başladı.
En son noktada ise çocuklar masal
dinlemeyi unuttu ve masallar yetişkinler için anlatıldı. Aşkı hiçe sayan yalnızlığa dair masallar vardı günümüzde.
Aşkın yerini yalanlar aldı bu süreçte. Size anlatacağım masal ise hepsinin
arasındadır. Yalnızlıktan doğar, rastlantılarla güçlenir ve aşka yönelirdi.
Size anlatacağım sadece bir aşk masalı değil, onun çok daha ötesidir.
Güzel kızımız o eski, yıkık bankı ziyaret
etmeye ara vermişti bir süreliğine. Sonuçta gitmeye devam ettikçe değişen bir
şey olmuyor, hep aynı siyah gecede bekliyordu. Beklemenin bambaşka bir büyüsü
vardı onun için. Ne kadar beklerse siyahın tonlarını o kadar iyi görebiliyordu.
Siyahın tonlarını gördükçe ise onun cümlelerini düşünüyordu. “sen tanıdığım tek
gerçek renksin.” Bu sebeple siyah bir güneş çizmekten vazgeçemiyordu beyaz
sayfalarına.
Evinden pek dışarıya çıkmıyordu artık.
Dışarıya çıksa da başka yerlere gidiyordu o kırık bank kaldırıldığından beri.
Sanki çok gerek varmış gibi onu alıp yenisi ile değiştirmişlerdi. Sanki çok
gerek varmış gibi ondaki tüm hikayeleri yok etmişlerdi. Yapmayın diye yalvarmak
istemişti onlara. Onu benden almayın, siyahımı almayın benden diye ama onu
dinleyecek birisine bile bulamamıştı. Bir gece gelmiş ve boyası bile kurumamış
bir bank bulmuştu. Sonra bir gece gelip onu siyaha boyamıştı ardından bir
hatıra bırakmak için.
Sadece bununla yetinmiyordu ama. Yaptığı
resimlerin bazılarını hala bankın üzerine bırakıyordu. Önceleri yaptığı
resimlerde her şey siyah iken artık beyaz bir yıldız çiziyordu. Zaman
ilerledikçe yıldızların sayıları artıyor ve birleşiyorlardı. Birleşen yıldızlar
siyahtan doğan beyaz bir gölge halini alıyordu. Beyaz gölgenin yüzünde hiçbir
detay yoktu, onu hiç görmemişti. Bilemiyordu neye benzediğini Belki sadece ona
yardımcı olabilmek için cennete karşı gelen bir melekti.
Aradan aylar geçmişti. Belki bir yıl,
belki bir ömür, bilemiyordu. Zamanı takip edemiyordu artık. Umursamıyordu
zamanın pervasızca akmasını. Ona o kadar büyük ve güzel bir şey bırakmıştı ki
yazar, artık sürekli resim yapıyordu. Kız artık eskiden olduğu gibi çift
kişilikli değildi. Artık tek bir amaç haline gelen tek bir hayale sahipti.
Günlerden bir gün evin tüm camlarını
resimleriyle kaplamak istemişti. Siyahtan bir ev yapmayı düşlemişti bu şekilde
başkalarının ne düşündüğünü önemsemeden. Ayrıca her ihtimale karşı bir iz
bırakmak istiyordu bulunabilme şansına karşılık.
Her masalda bir iyilik perisi vardır
derler. Bu masalların içinde periyi kolaylıkla görebilirdiniz. Ancak çoğu
iyilik perisini kimse tanımaz. Onun masala nerede dahil olduğundan kimsenin
haberi olmaz. İyilik perileri sadece bir ihtimal yaratırdı aslında. O ihtimali
gerçekleştirmek ise masalın karakterlerine kalırdı. İyilik perileri
olasılıksızın, olası olması için bir fırsat yaratırdı. Onun da hayatından bir
iyilik perisinin geçeceğini bilemiyordu. Hayatı boyunca da öğrenemeyecekti
nelerin olup bittiğini. Ancak o farkında bile olmadan bir olasılık ona göz
kırpmıştı.
Gece beyaz sayfaların başında sabahladığı
bir günün sabahında kapısı aceleci bir şekilde çalmıştı. Uykulu bir biçimde
pijamaları ile kapıyı açığında iyi giyinili bir kadın görmüştü karşısında.
“Resimlerini çok bendim” demişti kadın
“devamını görmek istiyorum.” Kız ise ona çizdiği bütün siyah resimlerini
göstermişti. Kadın ise hepsini çok beğenmiş ve “bunları değerlendirmeliyiz”
demişti.
Sonrası çok hızlı gelişmiş, kadın ona bir
sergi açma teklifinde bulunmuştu. Kadın çok zengindi ve kızı çok sevmişti. Her
şey bu denli güzel gittiğinde kız bütün zamanını resim yapmaya ayırmıştı. Siyah
bir sergisi olacaktı onun. O tanışamadığı yazar sayesinde oluşacak bir
şaheserdi onun için ve belki yazarla tanışma ihtimali oluşacaktı bu sayede.
Sergi tarihi yaklaştıkça kız resimlerinde
son düzeltmeleri yapmaya başlamıştı. Her şeyle en ince detayına kadar
ilgileniyor gerektiğinde günlerce uyumuyordu. Bunlarının hiçbirinin bir önemi
yoktu ama. Sadece o ilk resmin elinde olmasını istiyordu. Ziyaretçilerine nasıl
başladığını gösterebilmek için. Her şey böyle başlamıştı diyebilmek istiyordu
ama o resim şimdi bir başkasına aitti. Her ne kadar o resmi tekrardan çizmeye
çabalasa da bir türlü aynısını yapamıyordu. Onun yerine siyahın tonlarından
simsiyah bir tablo çizmişti girişe asmak üzere.
Serginin başlamasına fazla zaman
kalmamıştı. İlanlar asılmış, duyurular yapılmıştı. “Siyah bir masal”dı
sergisinin ismi ve hiç tanışamayan iki rengi anlatıyordu. Hayatı boyunca bu
kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Her şey mükemmeldi ilginç ve alışık
olmadığı bir biçimde. Bir zamanlar hiç tanımadığı o yazar artık hayatının her
şeyiydi. Ona ne kadar borçlu olduğunu anlatacak herhangi bir yol bilmiyordu. En
azından bu sergi küçük bir teşekkür olabilirdi. Belki bu yüzden bu kadar
önemliydi onun için.
Sergi küçük bir kutlama ile açıldığında insanların
ilk tepkileri oldukça olumluydu. Öğle saatlerinde olmalarına rağmen ziyaretçi sayısı
iyiydi. O gün orada konuşulan tek konu siyahtı. Kimse renklerden bahsetmiyordu.
Renkler kimsenin umurunda değildi. Sadece siyah hâkimdi onun küçük masal
dünyasına.
İkinci gün kalabalık daha yoğun ve
ilgiliydi. Aynı insanları tekrar ve tekrar görüyordu. Hemen hemen herkes onu
defalarca tebrik ediyor ve serginin nasıl doğduğunu öğrenmek istiyordu. Bu onun
geçiştirerek cevapladığı tek soruydu. Çünkü cevabı o bile tam olarak
bilmiyordu. “Başlangıçta sadece siyah vardı” diyordu genellikle.
Günler geçtikçe sergi daha fazla önem
kazanmıştı sanki. İnsanlarla konuşuyor, tebrikleri ve iyi dilekleri kabul
ediyordu. Birçok insanı evrenin siyahtan oluştuğuna inandırmıştı. Eğer yazar
bunlar görüyor olsaydı onunla gurur duyacağından emindi. Gelecek planlarından,
başka sergilerden konuşuluyordu. Sadece yazardan haber çıkmıyordu. Belki de istediği
tek şeydi ondan duyabileceği tek bir kelime.
Serginin ilk haftasının son günüydü artık.
Kapanma saatine oldukça az zaman kalmıştı ve ziyaretçileri iyi akşamlar
dileyerek ayrılmaya başlamıştı. İçeride çok kişi kalmamıştı ve onlarda gitmeye
hazırlanıyorlardı. Dışarıda sağanak bir yağış ve gök gürültüleri vardı.
Herhalde serginin kapanmasına birkaç dakika kala içeriye sırılsıklam ıslanmış
genç bir kız girmişti.
Masalın habercisiydi o kız Orada olmasının
sebebi çok önemli bir haberi masalın kahramanına ulaştırması gerektiğiydi.
Islak olması ise geldiği yolun ne kadar yorucu olduğunu gösteriyordu. Kız
içeriye girdiğinden itibaren onu izlemişti. Hızlı adımlarını ve telaşlı
bakışlarının sebebini merak etmişti.
Biraz daha seyrettikten sonra dayanamamış
ve kızın yanına gitmişti bir hoş geldin demek bahanesi ile. Ancak kız fazla
konuşmuyordu. İki elinde caddenin karşısındaki kitapevinin çantasını sıkıca
tutuyordu sadece.
“Onun içinde ne var?” diye sordu ressam.
Evet, artık bir ressamdı o. “Kitap aldım” diye cevapladı kız utangaç bir tonda
“Siyahın Yalnızlık Hikayesi. Yeni çıkmış, ilgimi çekti. Bu günlerde siyah
buralarda çok popüler oldu. Sebebini bilmiyorum.”
“Bakabilir miyim?” diye sordu ressam elini
uzattığı sırada. Kız elindeki ıslak poşetten kitabı çıkarırken ressamın nefesi
kesildi. Kitabın üzerinde o ilk çizdiği resim vardı.
“Bunu nereden aldın?” diye sordu
heyecandan kalbi duracak bir şekilde. Kızın verdiği cevaba ve yağan yağmuru
umursamadan caddenin karşısındaki kitapevine doğru koşmaya başladı.
Caddeyi karşıya geçtiğinde kitap evi
çoktan kapanmıştı. Yağmurdan korunaklı bir yere geçip genç kızın meraklı
bakışları arasında kitabın kapağını açıp okumaya başladı “Bu kitabı yazmamın tek sebebi siyah bir dünyada bir gün karşılaştığım Sbir
renk. O renk benim yaşama amacım oldu, hayallerim oldu. Bende bu amacımı ona
teşekkür etmek için harcamak istedim. Bu sayfalardaki her harf, her susuş siyah
evrenin o eşsiz güzelliğine adanmıştır. Amacım her ne kadar yeterli olmayacaksa
da ufak bir teşekkür edebilmekti. Belki bir gün kitabını görür ve beni tanır
diye beklemekti ayrıca. Umarın yollarımız bir gün tekrardan kesişir ressamım.”
Gözlerinden akan yaşları avucunun içi ile
sildikten sonra kıza dönüp kitabın onda kalmasını rica etti. Kızın masaldaki
rolü tamamlanmıştı ve kabul etti teklifi yağmurda uzaklaşmadan hemen önce.
Ressam ise o gece eve dönmeyip ve sergi salonunda kalıp kitabı okudu. Kızın söylediğine
göre bir haftadır kitap evinde yazarın imza günleri vardı ve yarın sabah kitap
evine gidecekti.
Bir yandan kitabı okurken duvarlardaki
resimlere bakarken iki farklı insanın bu kadar aynı bir lisanda nasıl
konuşabileceğine şaşırıyordu. Birisi resmederken diğeri yazmıştı ve öyle bir
birliktelik çıkmıştı ki ortaya birbirlerinin cümlelerini tamamlayan değil de
farklı cümlelerle aynı şeyi anlatan insanlar gibiydiler.
Gece boyunca uyumamış ve kitabı
bitirmişti. Ertesi sabah olduğunda ilk iş olarak yayınevine gitmiş ve yazarı
beklemeye başlamıştı. Zamanın ilerlemesine rağmen yazar gelmiyordu. Çalışanlara
sorduklarında haber almadıklarını söylüyorlardı. Nasıl biri olduğunu öğrenmek
istediğinde ise onun siyah giydiğini ve kirli sakallı olduğunu ekliyorlardı.
Kimsenin bir tek fotoğraf bile çekmemesi ihtimal dâhilinde değildi ama kimsede
bir fotoğraf bile yoktu.
O gün yayınevi kapanana kadar sergiye
gitmemişti. Belki gelir diye yazarı beklemişti bıkmadan. Ertesi gün ve bir
sonraki günde aynı şekilde olmuştu. Kitabın bir yayınevi, soru sorabileceği
kimse yoktu. Ona sadece beklemek kalıyordu.
Kız tekrar sergi salonuna dönmüş ve
sabahlamıştı. Kitabı gecelerdi yaptığı gibi tekrardan okumuş ve düşünmeye devam
etmişti içinden çıkamadığı bu talihsiz durumun nasıl çözülebileceğini. İstediği
her şey ona bu kadar yakınken bu denli uzak olması canını çok sıkıyordu. Siyah
masalının bir mutlu sonu olmayacağını düşünüyordu. Mutluluğa bu kadar
yakınlaşmışken onu kaybetmenin korkusu vardı içinde.
Serginin son günüydü artık. Ancak o
yardımsever iyilik perisinin tüm karşı çıkışlarına rağmen sergiyi bırakıp
yayınevine gitti. Boş bir koltuğa oturmuş ve kitabı tekrardan okudu. Simsiyah
giyinip, makyajını siyahın en can alıcı tonlarından yaptı.
Zaman onunla birlikte beklemiyordu ancak.
Saat ilerliyordu. Akrep önce 12’yi hızlı bir biçimde geçmişti ve ardından diğer
sayıları peşi sıra gerisinde bırakıyordu. Hava kararmış, sergisinin ve
yayınevinin kapanmasına çok az zaman kalmıştı. Burada biraz daha kalabilir
belki bir ömür boyu bile bekleyebilirdi. Ancak artık gitmesi gerekliydi,
yayınevi kapanıyordu.
Yayınevinden çıktıktan sonra ıslak gecede
caddenin karşısına doğru baktı. Sergi salonun üzerindeki büyük yazıyı okudu
“siyah bir masal.” Ardından gözlerinin etrafındaki kurumuş yaşları sildi ve
ilerlemeye başladı.
Birçok masalın aksine bu masalda bir süre
kısıtlaması yoktu. Saat ne kadar imkânsızı gösterse de devam edebilirdi masal.
Bu masalda ayrıca kötü bir cadı da yoktu. Bu yüzden son kelimesine kadar
gerçekti.
Kız caddede sergi salonuna doğru yürürken
karşısındaki salondan çıkan bir adam gördü. Simsiyah giyinmiş ve kirli
sakallıydı. Bir süre boyunca kıpırdamadan birbirlerinin gözlerinin içine
baktılar. Konuşmadılar, konuşamadılar. Daha sonra aynı düşünencin aynı eylemi
gibi birbirlerine doğru ilerlemeye başladılar.
Karşılarında ikisi de söyleyecek bir şey
bulamıyorlardı. Kıpırdayamıyorlardı bile. İkisi birbirlerinin gözbebeklerinin
derinliklerine bakıyor ve bekliyordu. Daha sonra aynı düşüncenin aynı eylemi
gibi aynı anda konuşmaya başladılar “ressamım/ yazarım, günlerdir seni
bekliyordum.”
Bu masalın nasıl bitebileceğini
bilmiyorum. Hiçbir zaman da öğrenemeyeceğim. Sadece gerçek olduğundan eminim
onların herhangi bir yerde herhangi bir zamanda masalı yazmaya, yaşamaya ve
resmetmeye devam edeceklerini çok iyi biliyorum. Aynı tüm gerçek masallar gibi.
Gerçek masallar asla bitmezdi. Her saniye yeni bir kitap yazılır ve yeni bir
resim çizilirdi. Belki gökten üç elma bile düşebilirdi.