Son yolculuk 27

O gittikten sonra tekrardan Hünkar'a geçtim. Onun bir anda gidişi canımın yanmasına sebep olmuştu. Belki bu yangın için bir sebep yoktu ama geçmişten öğrendiğim bazı şeyler vardı ve onlar bana tedirgin olmamı söylüyordu. Elbette o sesler bana kanat çırpmamamı söylüyordu. Onları dinlersem hiçbir zaman uçmayı öğrenemezdim. Bu yüzden onları dinlememeye çabaladım. Zihnimde on binlerce düşünce geçiyordu ve bunların yüzde 99.8 kadar kötü düşüncelerdi. Ben o düşüncelerin arasında yolumu bulmaya çabalıyordum.

Hünkar'a geçtiğimde insanlarla selamlaştık, ayak üstü sohbet ettik. Nargile istediğimi söyledim. Kendime gelmemi sağlayacak sert bir şeyler içmem gerekiyordu ve Nahkla kapiçuno ve biraz lezzet katsın diye üzüm istedim. Benim zevkimi bildikleri için güzel bir nargile geleceğinden emindim. Onunla geçen buluşmada oturduğumuz masaya geçtim belki onun kokusu kalmıştır diye havayı kokladım bir süre. Daha sonra kulaklıklarımı taktım ve müzik dinlemeye başladım. Hangi şarkının çalması gerektiğini bilmediğim için rastgele bir şarkı seçtim. Çalan ilk şarkının "Demons&Wizards, Down Where i am" olması çok ironikti özellikle hayatın merkezinde yaşayan ben için. Bir gülümsemenin nasıl can yaktığından bahsederdi bu şarkı. "Gülümsemeler hançerlerden daha fazla can alır" dedim kendime.

Nargilem geldiğinde derin derin içime çektim onu. Dumanın havada kaybolmasını seyrettim. Acı çektiğim belli olmuş olmalı ki sıklıkla yanıma gelip sorunun ne olduğunu sordular bana. Herhalde yüzünden düşen bin parça deyimini aşmış ve parçalanmaya başlamıştım. Eksiliyordum onsuz. Hala onun adını bilmemem de bütün bu acıların üstüne baharat olmuştu. Gözlerinin rengini bilmiyordum mesela. Yeşil veya maviydi veya ikisinin karşımıydı ancak karışımın hangi oranda olduğunu bilmiyordum. Yüzde kaç yeşil veya mavi vardı? Saçları ne renkti mesela? Siyah diyebilirdim saçlarının rengine ama siyahın tonlarını nasıl adlandıracaktım. Gülümsemesinin çok güzel olduğunu söylerken gamzelerinde saklanan acıları ne yapacaktım. O hiç gerçekten mutlu olmamıştı ki. Benim gibiydi o, aynı elmanın iki farklı yarısıydık biz. Bir kere bölündükten sonra birbirimize dikseler bizi ne kadar işe yarardı?

Bu esnada insanın hayallerine nasıl ulaşabileceğini sorguluyordum ben. Ünlü psikologlar da etrafıma toplanmış notlar alıyordu. Bu sefer Carl Rogers'da katılmıştı aralarına. Aramızda kalsın ama en çok onu severim. Düşüncelerime en yakın onu bulurum sonuçta. Ben her ne kadar notlarını görmek istesem de buna izin vermiyorlardı. Kağıtlarına neler yazdıklarını merak ediyordum. Hastalığımın adı neydi benim bilmiyordum. Aşk hastalığının bir ilacı var mıydı diye sorduğumda gülüştüler. Cevabını bildiğim sorular sormamın cevaplardan korktuğum anlamına geldiğini söyledi Freud. Peki ya "bildiklerim yanlış ise" dediğimde Jung sözü aldı ve doğrularımı kaçmak için yanlışlamaya çalıştığımı söyledi.

Kendi sağlık durumumu sorgulamaya devam ediyordum. En yakın olduğum hastalık şizofreniydi. Şizofreni insanın olmayan şeyleri görmesi, duyması veya hissetmesi olarak adlandırılabilirdi. Bu durumları daha önce yaşadığım için nasıl olduğunu biliyordum. Mesela odama yıldırımlar düşerken veya gölgeler beni çağırırken onların gerçek olmadığını biliyordum. Peki ya o ne olacaktı? O gerçekti benim için, hiçbir hayalin gerçek olamayacağı kadar gerçekti. Ancak onu benden başka kimse göremiyordu. O benim zihnimde büyüdü, gelişti ve artık zihnimde mi yaşıyor diye düşündüm. Bu soruyu sorduğumda psikologlar cevap vermediler. Aşkın en güzel hali aynı zihinde iki kişi olmak değil midir diye sorduğumda kağıtlarına birkaç kelime daha yazdılar. Ben onu tanımadan önce sevdim dediğimde yüzleri asıldı ve bana üzgün gözlerle baktılar.

Sürekli kendisi ile kalan insanların genel sorunuydu bu. Kendileri ile uğraşmaları yetmez yaralarını da tedavi etmeleri gerekirdi. Ancak genellikle insan kendini tedavi etmek yerine yeni yaralar açardı. Benim durumum da farklı değildi. Yara izlerimin büyük bölümünü kendim yapmıştım. Bu yüzden onları gururla taşırdım. Kendimi vurdum derdim hayal kırıklığının kapısına geldiğimde. Kendi hayallerimi ben kırardım nasıl hayatıma giren herkesten ben gittiysem kendi hayallerimi ben kırardım. Freud bu durumu "ağır yalnızlık" olarak adlandırsa da bence yalnızlık bir hastalık değildi. Bende ki durum ise daha çok kendi kendine yetememe durumuydu. Tek kişilik bir hayat sürdürüyordum evet ama bu hayat bana yetmiyordu. Sıfır ve birlerden oluşan bir sayı sisteminde ikiyi arıyordum durmaksızın.

Şu hayatta beklemek en iyi yaptığım işti benim. Asla gelmeyecek bir treni yıllarca beklemiştim. Kimsesiz bir tren garına oturmuş ve raylardaki sesleri dinlemiştim. Tren gelirse eğer raylarda sesini duyardım. Bu yüzden kulağımı soğuk raylara yaslayıp günlerce kıpırdamadım. Başka bir sürü tren var diyebilirsin ve neden onlara binmediğimi sorabilirsin bana. Cevabım çok net aslında "onların hiçbiri benim istediğim yere gitmiyor." Bir sonraki sorun nereye gitmek istediğim olabilir eğer bu soruyu sorarsan cevap vermekte zorlanabilir ve sadece "hayallerime" derim. İnsan hayallerine nasıl gidebilir diye sorarsan cevap veremem sonuçta hayallerime giden yolu bulabilmiş değilim.

Belki ben de diğer herkes gibi elmalı bir telefon hayal etseydim ona ulaşmam çok kolay olurdu ancak sistemin sundukları bana hiçbir zaman yeterli gelmedi. Daha doğrusu sistem sahtelikler üretirdi. Daha önce de anlattım taklit ederdi sistem. Duyguları taklit eder ve taklitleri gerçek niyetine satardı. Ancak gerçek satılmazdı. Gerçeğe ulaşırdın, gerçek için çabalardın, mücadele ederdin. Ter ve gözyaşı olmadan insan gerçeğe ulaşamazdı günümüzde çünkü sistem gerçeği dünyanın merkezine gömmüştü ve sen ona ulaşmak için dünyanın merkezine yolculuk yapman gerekirdi.

0/Post a Comment/Comments